Bermuda Şeytan Üçgeni’ne hapsolmuş yaşam tarzı yüzünden hastalık salgınıyla karşı karşıyayız. Şeker ve kalp hastalığından, şişmanlık ve hipertansiyona kadar yaygın sağlık sorunları giderek artıyor. Hastalıklar buzdağı gibi. Bizim halkımız da Titanik gibi, “bana bir şey olmaz!” diyor. Ancak buzdağına çarptığı zaman iş işten geçiyor, ömrünün baharında ya ölüyor, ya da hasarlı bir kalple o doktor bu hastane dolaşıyor. Bizim gördüğümüz aysbergin görünen kısmı maçta koşarken ölen futbolcu. Bunun altında her yıl kalpten ölen 200 bin kişi var. 4 milyon kalp hastası, 17 milyon yüksek tansiyon, 10 milyon şeker hastası var. Sigara,kolesterol, şişmanlık, metabolik sendrom var.
Ülkemizdeki kalp yetmezliği oranını araştıran HAPPY çalışmasına göre,
Kalp yetmezliği alanında dünya ve olimpiyat rekoru kırıyoruz. 40 yaşın üstündeki kalp yetmezliği görülme oranı dünya ortalamasının tam 3 katı. Dünyadaki görülme oranı % 3 iken bizdeki oran tam % 9 ! Yani tam % 300 fazla. % 20-30 artışı anlamak mümkün ama % 300 artışı anlamak, izah etmek zor. Önümüdeki yıllarda patlama yapacak kalp yetmezliği sayısı yüzünden yoğun bakım ve hastane tedavisi gerektiren ve tedavisi son derece pahalı olan bu hastalar için ne yapabiliriz?
Sağlık Bakanlığının açıklamasına göre hasta sayısı rekor kırıyor. Hastane, doktor ve yatak sayısı artmasına rağmen, hasta sayısı giderek artıyor. Bir yılda 700 milyon muayene sayısı ne demek? Kişi başına yılda 10 muayene ne anlama geliyor? Bu kadar hastaya ne hastane ne doktor ve ne de ilaç yetişir.
İçinde yaşadığımız kirli akvaryum hepimizi hasta ediyor.
Bizler, adına yaşam tarzı dediğimiz akvaryum içinde yüzen balık gibiyiz. Kirli akvaryum hepimizi hasta ediyor. Dış dünyamız binalarla, taşıtlarla, caddelerle, çevre kirliliğiyle; kibrit kutusu gibi evlerimiz de eşyalarla işgal edilmiş durumda. Bize kalan tek özgürlük alanı tv karşısındaki rahat koltuğumuz. Burada da beynimiz binbir dizi ve reklâmın işgali altında. Ayrıca, hayatımız Bermuda Şeytan Üçgeni içine gömülmüş durumda: koltuk, taşıt, asansör. Üçü birlikte bedenimizi yağ tulumuna çeviriyor. Hareket edemiyoruz. Yüzyıllar önceki atalarımız gibi rahat bir şekilde kırlarda, dağlarda, bayırlarda gezemiyoruz. Hapsedilmiş durumdayız. Öyle ‘yürü’ demekle, ‘yemene içmene dikkat et’ demekle sorunu çözemeyiz. Milli parklar sağlıklı yaşam için gerekiyor.
Peki şişmanlık neden salgın gibi yayılıyor?
Reklâm ve dizilerde yeme içme kültürü pompalanıyor. Bunlar bilinçaltımıza yaşam tarzı olarak kodlanıyor. Aslında kültürümüzde böyle bir şey yok. İnsanlar gizli saklı yerlerdi. Şimdi öyle mi? Pastaneler, kafeler, tatlıcılar, restoranlar neredeyse caddeleri işgal edecek. İnsanlar sürekli abur cubur atıştırıyor. Reklamı yapılan yiyecek ve içeçekler, mısır şekeri, GDO'lu gıdalar ve katkı maddeleri o kadar masum değil. Amerikada çocuklarda % 300 artan şişmanlığın önemli nedeni, reklamı yapılan sağlığa zararlı yiyecek ve içecekler. Bunların hepsi okullarda yasaklanmalı ve hastalık fonu için yüksek vergi eklenmeli. Gazlı, boyalı mesrubatlara harcadığımız para ilaç faturasını geçiyor. Fastfooda yılda 15 milyar TL harcıyoruz. Sigara ve yol açtığı hastalıklara harcadığımız para 25 milyar doları geçiyoruz. Her yıl 110.000 hasta sigaradan ölüyor. Sigara bu yüzyıl 1 milyar insanın ölümüne yol açacak. Alkol ise dünyada her yıl 3.5 milyon insanın ölümüne yol açıyor.
Chicago üniversitesinin yaptığı araştırma,
Besin değeri olmayan bu gıdaların katkı maddesi, tuz, yağ,şeker ve un deposu olduğunu gösterdi. Bunlar, damarlarımızı daraltıyor, hipertansiyon, kalp krizi ve felce yol açıyor. Bundan 30 yıl önce nadir görülen hastalıklar patlama yaptı. 17 milyondan fazla yüksek tansiyon hastası, 21 milyon aday adayı var. Diyabet artışı rekor kırdı. 1990 yılında sayı 1 milyon iken şimdi 10 milyonu geçti. Bu ulusal felaket değilse nedir? Sadece bu iki hastalık bile önlenebilir bir düzine hastalığın anasıdır. Diyabet ve yol açtığı bir düzine hastalık sağlık bütcesinin dörtte birini yutuyor. Bunun anlamı milli geliri hastalık ve ilaçlara harcayan, hastalıktan sürünen bir toplum olacağız demektir.
Hasta olmak için harcadığımız paralar, tedavi olmak için harcadıklarımızı geçiyor.
Türkiye’de her yıl 110 bin kişi sigaradan ölmekte. Sigara önlenebilir ölümlerin yarısından sorumludur. Hasta olmak için harcadığımız paralar, tedavi olmak için harcadıklarımızı geçiyor. Hasta eden ve sonra güya tedavi eden ve bu yolla cebimizi boşaltan bir hayat yaşıyoruz.
Sağlığa zararlı gıdalar
Kanserojen tarım ilaçlı gıdalar, 60 yıldır kirlenen toprağın ürünü. Paketli gıdaların içinde ise raf ömrünü uzatan bizim raf ömrümüzü kısaltan katkı maddeleri var. Bunların fazla tüketilmesi özellikle tansiyonu ve kalp yetmezliği olan hastalar için sakıncalı. Koruyucu maddelerin içinde sodyum içeren kimyasallar var. Bunları yasaklamaya gücümüz yetmediği için, sofradaki tuzu yasaklıyoruz.
Genetik yapısı değiştirilmiş gıdalar.
Mikrosomal RNA’lar sinsice vücut bariyerlerin geçerek DNA’mıza ulaşıyor ve LDL sentezini artırıyor, bir sürü zararlı işler yapıyor. Önceden bu kadar çok hastalık yoktu, şimdi herkes hasta. Genetik yapısı değiştirilmiş mısır şekeri... Bunları sağlığa zararları bilimsel raporlarla sabit.
Sigara, alkol, tuz tüketimi, aşırı ve kötü beslenme, hareket azlığı.
Sağlığımız giderek bozuluyor. Bunun farkında bile değiliz. En çok ölümler kalp damar hastalıklarından. Ulusal bir felaketle karşı karşıyayız. Alt yapısında kötü beslenme, şişmanlık, şeker, hipertansiyon, hareket azlığı ve sigara var. Sonuç; yılda 700 milyon muayene. Bu kadar çok hastaya ne hastane, ne doktor, ne de ilaç yetişir.
Hastalıkları önleme ve sağlığı koruma daha kolay ve ucuzken
hastalanıp tedavi olmanın mantığını anlamak zor. Batı ülkelerinde, 'önleyici kardiyoloji, önleyici tıp' bilim dalı ve uzmanları var. Halk sağlığı enstitü ve fakülteleri var. Görevleri toplumu hastalıklardan korumak. Koruyucu önleyici bilim dalı bizde yok. Toplum hastalıklar karşısında savunmasız.
Hastalıkların maddi boyutu ne kadar?
Kalp, tansiyon, şeker hastalığı ve kanser ilaçlarının dünyadaki satış miktarı trilyon dolara yaklaştı. Türkiye’nin ilaç sarfiyatı 8 milyar dolar civarında olup hem dışa bağımlıyız, hem de cari açığı artırıyor. Bu ilaçların sağladığı olağanüstü yarara rağmen kalp damar hastalıklarından ölümler, ülkemizde çığ gibi artmakta. Nüfus yaşlandığında daha da artacak. İleri yaş hastalığı olan bu düşmanla şimdiden baş edemezken, ileride nasıl başedebileceğimiz bilinmiyor. Asıl vahim olan budur.
Sağlıksız yaşam tarzı nasıl oluşuyor?
Hayatı kolaylaştırma, konfor ve refah gibi maskeler takarak bize dost gibi yaklaşıyor. Kullandığı silah ve yöntemler karşı konulamayacak kadar mükemmel. Hamburgerden sigaraya kadar her şey insanları gönüllü olarak teslim alıyor. Sigaradan derin bir nefes alırken kendimizden geçip, sıkıntılarımızın kaybolduğu zannına kapılıyoruz. İçi tuz dolu janjanlı ürünleri çıtır çıtır yerken tansiyonumuzun yüksekliğini fark etmiyoruz. Dünyada yüksek tansiyondan son 10 yılda 60 milyon, sadece geçen yıl 7 milyon insan öldü. İki dünya harbinden ölenlerin toplamından fazla. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yeni düşmanın adı sağlıksız yaşam tarzı.
Bu düşman nasıl fark edildi ve buna karşı savaş nasıl başladı?
1948’de ABD kongresi patates zararlısı için 500 bin dolar ayrılmasına karar verdi. Savaş sonrası patates önemliydi. Ancak savaş bitmesine rağmen savaşta ölenden daha fazla Amerikalıyı öldüren gizli düşmanı araştırmak için de bütçeye 500 bin dolar gibi küçük bir para konuldu. İşte meşhur FRAMİNGAM araştırması böyle başladı. 13 yıl sonra bu araştırmanın ilk sonuçları yayımlandı:
ABD’nin yeni düşmanları belli olmuştu: Hipertansiyon, şişmanlık, sigara ve kolesterol. Önleyici vuruş stratejisine göre bunlar ABD’yi öldürmeden yok edilecekti. Bunlara karşı amansız bir savaş açıldı. Kalp ve damar hastalıkları ve buna bağlı ölümler bu mücadele sonucu yüzde 53 azaldı. Bu savaş, diğer savaşların aksine ABD’ye her yıl 200 milyar dolar kazandırmış oldu. Bilimin gücü işte bu: yarım milyon dolarlık bir araştırma, her yıl bire 400 bin para kazandırıyor. Ne kadar karlı ve akıllı bir yatırım değil mi? Ayrıca her iki mezardan biriyle her iki hastaneden biri açılmadan kapanıyor. Demek ki kazanmak için önce hasta olmak, sonra da hastanelerde ömür tüketmek ve mezar doldurmak gerekmiyor. Kalp ve damar hastalıkları ve buna bağlı ölümleri yüzde 53 azaltan yöntemleri uygulamak yeterli.
Nerede yanlış yapıyoruz? Eksik olan nedir?
Hastalıklara değil, sağlığı korumaya ve hastalıkları önlemeye kafa yormalıyız. Avuç avuç ilaç yutan, son 9 yılda hastalık harcamaları 8 kat artan bir toplum da hastalıklar azalacağına artıyorsa, nerede yanlış yapıyoruz? Ölümlerin % 86’sı önlenebilir nedenlere bağlı ise niye önleyemediğimizi sorgulamak zorundayız.
Sağlık Bakanlığı ile Başkent Üniversitesi’nin yaptığı araştırma 2005’te yayınlandı.
Türkiye’de ölen 430 bin kişiden 372 bini, yani yüzde 86’sı önlenebilir nedenlerden ölüyordu. Yıllardır ölen milyonlarca insanımızı hastalık üreten yaşam tarzı yüzünden kaybediyoruz, yazık değil mi? Bu bir felaket. Yüzyıllardan beri bu topraklarda böyle bir düşmanla karşılaşmadık. Bu haberin toplumu, bilim ve aydın dünyasını sarsması gerekiyordu. Ama sarsmadı. Uçurumdan atlayan 372 koyun haberiyle toplum uyutuldu. Gündem fındık fıstıkla, sihirli gıdalarla ve dizilerle değiştirildi.
Önlenebilir ölümlerde dünya ve olimpiyat şampiyonuyuz.
1994-99 yılları arasında 37 ülkenin bulunduğu sıralamada erkeklerde koroner kalp hastalıklarından ölüm oranı Kore ve Çin’de 100 binde 50 iken, Türkiye’de 650. Yani 13 misli fazla. Bu felaketin bir gün bile olsa, TV’lerde tartışıldığını gördünüz mü? UFO’larla, dizilerle, maçlarla, abuk subuk programlarla uyutulan zavallı bir toplumun içler acısı hali bu.
EUROASPIRE-III araştırmasının sonuçları ürkütücü :
Kalp sağlığımız alarm veriyor. Ülkemizde koruyucu önlemler yetersiz. Sigara ve 50 yaş altı kalp krizinde Avrupa şampiyonuyuz. Koroner hastaların bile yarısından fazlası sigara içmeye devam ediyor ve sedanter yaşıyor. Bu hastaların üçte biri obes ve şeker hastası. Tedaviye rağmen 3 hastadan ikisinde tansiyon ve lipitler yüksek.
''Vasküler Risk Çalışması'' kötü kaderimizi gösteren önemli bir araştırma;
Balon, stent, by-pass oranı son 5 yılda % 90 arttı. Kalp krizi veya inmeye bağlı ölüm oranı ; Son 5 yılda % 7.2'den % 19.5'e yükseldi. Artış oranı % 170 ! Yani modern tedavi yöntemlerine rağmen nerede yanlış yapıyoruz? Medyada aydın ve bilim dünyamız bunu neden tartışmıyor? Çok mu önemsiz?
Happy isimli araştırmanın sonuçları unhappy.
Ülkemizde kalp yetmezliği oranı; dünya ortalamasının 3 katı bulundu. Önlemek çok daha kolay, ucuz ve mantıklı olmasına rağmen milyarlarca doları da organ nakilleri için harcayacağız.
Trilyonlarca dolarlık küresel sağlık anlayışı şu:
Hastalanan, kirlenen balıkları temizleyip yine aynı hasta eden akvaryuma atmak. Peki tartışılan ne? Tartışılan şu: hasta balıkları 1000 euro’luk stentle mi yıkayalım, yoksa milyarlarca liralık kalp nakli öncesi takılan yapay kalp cihazı mı takalım? Her iki yöntem de, ne ölümü önlüyor ne de hastalığı. Peki hastalığı önleyen, ölüm oranını azaltan daha kolay ve ucuz yöntemler yok mu? Tabii ki var: Ayda 30- 40 TL ile hipertansiyonu ve damar sertliğini kontrol edebilir, buna bağlı hastalıkları önleyebilir, ölümleri azaltabilirsiniz. Ucuz ve kolay yöntemler galiba sosyetemizi bozuyor.
İNTER-HEART araştırması,
Kalp krizinin sigara, şişmanlık, zararlı kolesterol, diyabet, hipertansiyon gibi %90 yaşam tarzıyla ilgili önlenebilir nedenlere bağlı olduğunu gösterdi. Yani yaşam tarzı, ölüm ihtimali % 17 olan Rus ruletinden daha tehlikeli idi.
Harvard Halk Sağlığı Fakültesi araştırması;
5 kronik hastalık olan kanser, şeker, ruhsal bozukluklar, kalp ve solunum hastalıklarının, 20 yıl içinde küresel ekonomiye getireceği yükün 47 trilyon ABD dolarını bulması bekleniyor. Dünya Sağlık Örgütü ise çok cüzi bir harcamayla hastalıkların önemli oranda önleneceğini, sağlık sistemlerinin iflas etmesinin de önleneceğini bildirdi.
Zengin ülkeler bile hastalıkları önlemek için uğraşırken biz ne yapıyoruz?
Sağlıklı nesil yetiştirmek, okul kantinlerinde sağlığa zararlı şeyleri yasaklamak ve beden eğitimi derslerine önem vermekle başlar. Sağlıklı yaşam kılavuzu ders olarak okutulmalıdır. Medyada bedensel, ruhsal, sosyal ve zihinsel sağlığa zararlı reklam ve mesajların yasaklanması ve sağlık bilinci verilmesi gerekiyor. Sağlık bilinci yerine, hastalık bilinci aşılanıyor. Teknolojik rüyalarla ve sihirli (!) gıdalarla otlarla toplum büyüleniyor. Gündem fındık fıstıkla işgal ediliyor. Fındığı tek tek mi yoksa avuçla mı yiyelim ? Geçen yıl keten tohumu moda idi. Sağlık mehdilerimiz şimdi de inciri keşfetti.
Kirlenmiş akvaryumu temizlemek gerekirken, içinde yaşayan balıkları önce temizlemek, detokslamak ve sonra tekrar kirli akvaryuma atmak ve tekrar detokslamak… Detoks, pozitif enerji masalları, mucize bitkiler ve sihirli gıdalarla uyutmak, sağlıklı yaşama hakkını paraya çevirmenin en kestirme yolu. Moda olan küresel sağlık anlayışı bu.
Her taraftan zehir akarken, detoks yaptırmanın faydası kime?
Soluduğumuz hava zehir, yediğimiz içtiğimiz herşey sağlığa zararlı katkımaddesi içeriyor. Her taraftan zehir akarken, detoks yaptırmanın faydası kime? Zehirlenmeden yaşamak mümkün değil mi? Balıkları tek tek detokslamak yerine, sağlık ve hayatımızı kirleten bu akvaryumu detokslamak ve akıllı filtreler takmak aklın ve bilimin gereği değil mi? Bu soruları sormak negatif enerji yüklemek oluyormuş. Pozitif enerji yüklemenin yolu ise basit: Hastalık üreten akvaryumu görmezlikten gelecek ve bu kirlenmiş akvaryumda yaşamaya devam edeceksiniz. Her balık kendini detoks ettirecek, tabii parası varsa. Küresel köyün kavalcıları böyle söylüyor.
Peki sonuç ne?
1923 yılı hekim sayısı : 554
1960 yılı hekim sayısı :9826
2011 yılı hekim sayısı :120.000
2023 yılı hedefi : 300.000
Günümüzde herkes sonuçlarla uğraşıyor.
Çünkü sonuçlarlarla uğraşmak karlı bir iş, altın yumurtlayan trilyon dolarlık dev bir sektör. Hastalık üreten yaşam tarzının sebeplerini ortadan kaldırmak ise, altın yumurtlayan tavuğu kesmek. Hipertansiyon, şişmanlık, şeker hastalığı, koroner kalp hastalığı, kalp krizi sonuçtur. Bu sonuçlara yol açan sebepler ne olacak?
Bilim; sebep - sonuç ilişkisi kuran disiplinin adı ise, kötü kader gibi yakamıza yapışan sonuçları önlemenin yolu, sebepleri önlemekten geçer. Kaynaklarımızı kuyruğu peşinde dolanan kedi gibi, bitmek bilmeyen sonuçların peşinde koşarak çarçur ediyoruz. Son 22 yılda % 1000 artan şeker hastalığını önlemeyi akıl edemediğimiz için her yıl 4 milyar doları şekerle ilgili hastalıklara harcıyoruz. Bunca hastalık, ölüm ve ızdırap kendi eserimiz. Demek ki bilimin sadece lafını ediyoruz. Hayata yansıyan sadece cehalet.
Harcanan paraya rağmen, halkımız daha sağlıklı değil.
Sağlık savaşında hastalıklara harcanan para, son yıllarda kat kat artmasına rağmen, halkımız eskisinden daha sağlıklı değil. Hatta giderek daha hasta bir topluma dönüşüyor. Sigara - alkol ve diğer risk faktörlerine harcanan para, sağlığa harcanan parayı geçiyor. Yani kendimizi hasta etmek için harcadığımız para, güya tedavi için harcadığımız paradan daha fazla. ‘Paramla rezil oldum’ deyimi sadece bizim dilimizde var. Şimdi bir de ‘paramla hasta oldum’ deyimi dilimize yerleşiyor.
Sebepleri yok etmek yerine kaynakları sonuçlara harcıyoruz.
Bu yüzden ne dev hastaneler, ne sağlığa harcanan milyarlar ve ne de giydiğimiz kırmızılar sağlığı korumuyor. Hastalıklar hızla artıyor. Önleyici Kardiyoloji, Önleyici Tıp ve Halk Sağlığı Fakülteleri bizde neden yok? Hastalıklar önlenirse hastalıktan beslenen küresel sistem çöker, bu yüzden hastalık üreten yaşam tarzında her şey hasta olup tedavi olmamız üzerine kurulu.
Her çeşit kirlenme, felaketlerin asıl nedeni.
İçinde yaşadığımız akvaryumu hastalık üreten bataklığa çeviren her çeşit kirlenme, felaketlerin asıl nedeni. Bu yüzden, ‘şunu yiyin, bunu yapmayın’türünde öneriler içeren sağlık kitapları, sağlık ve hayatımızın kilitlendiği kara kutunun şifrelerini ne yazık ki çözemiyor. Bizler bu öneriler peşinden koşarken, yaşam tarzımız hastalık üretmeye devam ediyor.
Sağlık ve hayatımızı kirleten akvaryumda debelenip duruyoruz.
Akvaryumu kirleten kanalları yok etmeden ve akvaryumu temizleyen akıllı filtreler takmadan sağlıklı bir hayata geçmek mümkün değil. Küresel sağlık anlayışı ise akvaryumla ilgilenmiyor, sadece hasta balıklara moral ve akıl veriyor. Beyinlere kazınan şu: Hasta olmaktan korkma, geç kalmaktan kork ve akıllı ol. Akıllı hasta nasıl olunur?
Hastalıklar ve sağlık harcamalarının birlikte artması yüzünden, sektör giderek dev bir pazara dönüşüyor. Bu trilyon dolarlık sektörün başarısı için, herkes senaryoda verilen rolleri çok iyi oynuyor, kimse bindiği dalı kesmek istemiyor. Sektörün büyümesi gelişeceği yönü de belirliyor : Getirisi olan sonuçlar. Götürüsü olan sebepler ne olacak? Bu sorular sektörün yönlendirdiği bilim dünyasını aşıyor.
Sağlığa ticari meta olarak bakıldığında, bundan doğal bir şey olamaz. Neden acaba? Müşterilerini azaltan bir şirket yaşayabilir mi? Sağlığın korunması ve hastalıkların önlenmesi için gerekli harcamaları kim finanse edecek? Sağlıklı yaşamasını sağladığınız, hastalanmasını veya ölmesini engellediğiniz insanlardan hangi gerekçeyle para alacaksınız?
Küresel sektörün trilyon dolarlık kayıplarını kim karşılayacak?
Hastalıkların önlenmesinin finansmanı ayrı bir sorun, azalttığınız müşteriler nedeniyle dev bir sektörün çöküşü başka bir sorun. Trilyon dolarlık kayıpları kim karşılayacak? Örneğin, hipertansiyona yol açan risk faktörlerini doğuran yaşam tarzını değiştirdiğiniz zaman, ilaçları kime satacaksınız? İşte bu nedenle sağlığa zararlı yiyecek ve içecekler, transyağlar yasaklanamıyor. Transyağlar her yıl 540.000 kişinin ölümüne yol açtığı için yasaklanması gündemde. Hasta eden sistemin ve alışkanlıkların küçük yaştaki körpe beyinlere reklamlarla yazılması gerekiyor. Çünkü Piyasa tanrısı böyle istiyor. Kimse buna karşı koyamıyor. Minareyi çalan kılıfını da hazırlıyor : yasaklar cezbedici oluyormuş.
Piyasa tanrısı, bilimsel araştırmaların yönünü de belirliyor :
Altın yumurtlayan tavuğu kesmeyen bu hasta tavukların sayısını artıran araştırmalar. Araştırmaların finansmanı, getirisi olan hastalıklara, satılan ilaç ve teknolojiye dayandığı için geri dönüşü olmayan bilimsel araştırmalar bilimin çıkmaz sokağı. Risk faktörleri ve hastalıkların önlenmesi geri dönüşü yok ediyor. Bu yüzden hastalık üreten bataklığı kurutma görevini şimdilik üstlenen yok. Bu görevi üstlenmesi gereken sosyal güvenlik ve kamu kurumlarının ise ayırabileceği kaynağı yok.
Kıt kaynaklarımızı, sebepleri önlemek yerine bitmek bilmeyen hastalıklara saçıp savurarak çarçur ediyoruz. Bu kadar harcamaya karşılık sağlıklı bir toplum olsak 'helal olsun' diyeceğiz ama diyemiyoruz. Hastaların kanı, canı, gözyaşı hastalıktan beslene lobinin cebine para olarak akmaya devam ediyor. Hastalıklarla uğraşmaktan bu çelişkiyi idrak edemiyoruz. Bilim ve aydın dünyamız, bu çelişkiyi ne zaman tartışacak?
‘Bırakınız hastla olsunlar’ anlayışı, küresel sağlık sisteminin temel şifresi.
İşte bu hastalık üreten bataklığı göz ardı ederek para getiren hastalıklarla uğraşan ‘bırakınız hastla olsunlar’ anlayışı, küresel sağlık sisteminin temel şifresidir. ‘Erken teşhis hayat kurtarır’ kampanyaları, hastalıkların önlenmesi konusunda yapılmaz. Önlerseniz bindiğiniz dalı kesmiş olursunuz. Halbuki erken teşhis kampanyaları sonrası, tedavisi gereken dev bir hasta potansiyeli keşfedilir. Bu kaynak kurudukça sulanır, büyüdükçe budanır. Bu zengin maden yatağı ilaç, teknoloji ve hizmet sektörü için piyangodan çıkan büyük ikramiyedir. Satışlarda patlama yaşanır. Böylece sektör yeni bir kampanya için gerekli enerjiyi fazlasıyla toplamış olur. Bir taraftan hastalık üreten yaşam tarzının pompalanması, diğer taraftan hasta edilen bu verimli madenlerin işletilmesi küresel sistemin yaşam kaynağıdır.
Hastalıkların önlenmesine yönelik kampanyalar sektör için zararlıdır.
Çünkü hastalıkların önlenmesine harcanan her kuruş hasta sayısını azalttığı için, hastalık madenlerinin işlenmesiyle büyüyen bu dev sektör çöker. Bu yüzden perde arkasından küresel şirketlerin desteklediği hastalık kampanyaları, hastalardan oluşan pastayı küçültmeye değil, büyütmeye yöneliktir. İşlemek için hastalık madenlerini önce keşfetmek gerekir. Sağlamlara ise satılık hastalıklar pazarlanır : seç, beğen, al. Performans için hastalık satmak moda. Herkesin elinde torba torba ilaçlar, çekap tahlilleri, MR ve tomografi filmleri, dev hastaneleri tavaf ediyor. Bu moda hepimizi hasta ediyor.
Öte yandan her yıl 100 bin vatandaşımız erken yaşta sigaradan ölüyor. Sigara kalp ve damarların en büyük düşmanı. Önlenebilir ölümlerin yarısından sorumlu. Son 10 yılda kanserli hasta sayısı çevre kirliliği sebebiyle 6 kat arttı. Sağlıksız yaşam tarzı ve çevre nedeniyle her yıl 120 bin kişi kanser olmakta. Nefes darlığına yol açan ilerleyici akciğer hastalığı sigarayla mücadeleye rağmen çevre kirliliği nedeniyle hızla artıyor. 6 milyona ulaştı. Türkiye’de 26 milyon kişi sigara içiyor. 17 milyonu bağımlı. Her yıl 600 bin çocuk ve gencimiz sigaraya başlıyor.
Şişman insan sayısı son 10 yılda 2 kat arttı. 5,5 milyondan 11 milyona çıktı. Tip 2 şeker hastalığı 1990’da 1 milyon iken şimdi 10 milyonu geçti. Erişkin nüfusun 17 milyonu yüksek tansiyonlu. Üçte ikisi habersiz. Haberi olan doktora gitmiyor, gidenler ilacını almıyor, ilacını alanlarda başarı oranı ise % 20. Çok kolay tedavileri bile başaramazsak, hipertansiyonun doğurduğu daha zor hastalıkları nasıl önleyeceğiz?
Sağlıklı yaşam tarzı hayal mi?
Hayal değil gerçek. İnsan bünyesine uygun olan bir sistemden bahsediyoruz. İnsanın ve doğanın kullanma kılavuzuna uygun olan yaşam tarzı sağlıklıdır. Bunun dışına çıkarsanız hasta olursunuz. Sağlık, sadece bedensel değil aynı zamanda ruhsal, zihinsel, sosyal ve çevresel iyilik halidir. İnanç ve kültürümüz iyilik ve sağlığı emreder, sağlığı bozan her çeşit kötülüğü yasaklar ve bize sürekli nasihat eder. Sağlıklı toplum için önce insanı ve toplumu zehirleyen ve dünyayı yaşanmaz hale getiren hastalık üreten sistemin değişmesi gerekiyor.
Henüz bozulmamış doğal yaşam alanlarında yüksek tansiyon, kolesterol, şişmanlık, şeker hastalığı, kanser yok denecek kadar az. Modern yaşam tarzının yani vahşi tüketimin henüz girmediği Çin’in kırsal kesimlerinde hastalıklar inanılmaz derecede düşük. Tüketimin arttığı, çevrenin kirlendiği bölgeler ise hastalıktan kırılıyor. Aynı hastalıklı durum, önlem alınmadan modern yaşamın kucağına itilen Aborjinler için de geçerli. Zavallılar hastalıklar içinde sürünüyor. Ülkemizi Aborjinler ile mukayese ederek teselli bulamayız. Onlar kızılderilileri, zencileri köleleştiren vicdansız anlayışın kurbanı. Herkesin Amerikan tipi yaşama geçmesi halinde 3 tane dünyanın bile yetmeyeceğini, kaynaklar tükendiğinde paranın yenmeyeceğini idrak etmeliyiz. Buzdağlarını tereyağ gibi eriten, kuraklık ve sel baskınlarına yol açan küresel ısınma, işte bu yaşam tarzının acımasız sonucu.
Bilimsel yöntemlerle modern yaşamın terbiye edildiği, hava kirliliğinden gıda güvenliğine, spor ve yaşam alanlarına kadar her türlü önlemin alındığı Japonya, İsveç, Norveç, Avusturalya gibi ülkelerde ise hastalıklar çok düşük. Çevreyi kirleten ve öldüren sanayisini gelişmekte olan ülkelere kaydıran ülkeler, hastalık ve çevre felaketlerini bizim gibi ülkelere satmış bulunuyor. Terbiye etmenin maliyeti yüksek olsa da önce sağlık ve hayat için buna mecburuz. İlkel yaşama dönüş çözüm olmadığına göre bu ülkelerin ne yaptığına bakmalıyız.
Ne yapmalı?
Anayasa'mız çok açık :
'Devlet, sağlıklı yaşam hakkını sağlayan her türlü önlemi alır. Devletin birinci ve vazgeçilmez görevi budur. Bu görev, uluslararası anlaşmalar veya mahkemelerce engellenemez'. Sağlıklı yaşam yoksa, hastalık ve ölüm vardır. Hastalık ve ölümün kol gezdiği yerlerde cumhuriyet, laiklik, demokrasi, hak ve özgürlükler neye yarar?
Milli Sağlık Akademisi kurulmalıdır.
Türk halkının sağlığını koruyacak ve hastalıkları önleyecek merkezî bir beyin olmadan bu savaşı kazanamayız. Böyle bir mekanizma varsa kimse suyumuzu havamızı gıdamızı toprağımızı çevremizi kirletemez, kimse bizi hasta edemez. Bunları sürekli takip eden, her çeşit önlemi alan, sağlıklı ortamı sağlayan, akvaryumun kirlenmesini önleyen sistemin adıdır. Böyle bir yapı var mı?
Tehlike anında kalp hızı arttığında takılan çiple otomatik olarak çobanına mesaj atarak koyunları bile koruyan dünyada, insanımızı koruyan bir sistemi kurmak zorundayız. Fırat kenarındaki koyundan bile Hz. Ömer’i sorumlu tutan inancımız, insanı koruyan bu sistemi kurmayı emrediyor.
Toplumun bütün alışkanlıklarına kadar her bir şeyi, dünyada kullanılan yöntem ve tekniklerden de yararlanarak, tüm üniversite ve eğitim kurumlarını bu amaca uyacak şekilde yönlendirecek bir kuruma ihtiyaç duyuyoruz. Halkın sağlığını korumak, hastalıkları önlemek için bilimsel çözümler üretecek ve bunları yönetimlere sunmak bu kurumun görevi olmalı. Bu önlemlerle toplumun tansiyonu, şekeri, kilosu, egzersiz düzeyi, spor alanları, beslenmesi dahil sağlıklı toplum için gerekli her şey düzenlenebilir. Yapılacak iş, yaşam tarzını yeniden düzenlemektir. Bizi hasta edenler ve bundan yarar sağlayanlar buna izin verir mi? Bu yaşam tarzını deli gömleği gibi giydiren ve bu yolla trilyon dolarları sömüren piyasa tanrısıyla karşı karşıyayız. Sağlıklı yaşam alanları piyasanın imtiyazlı kulları için. Onlar yüzme havuzlu, SPA'lı, spor salonlu... milyon dolarlık özel sitelerinde organik gıdalarıyla sağlıklı yaşayabilir.
Hastalık faturasını, riskleri alan ve satanlar ödemeli
Önleyici kardiyolojiden başka Batı’da halk sağlığını koruma enstitüleri de var. İngiltere’de sağlık idaresi, sigara içen, alkol kullanan ve şişman insanların hastalandıklarında sağlık harcamalarını sosyal güvenlik kuruluşları karşılamayacak dedi. Büyük tepkilere yol açtı. Mantık şuydu: Sağlığına dikkat etmeyenlerin sağlık harcamaları edenlere göre kat kat fazlaydı. Sağlığına dikkat edenler, etmeyenlerin harcamalarını sübvanse etmek istemiyordu. Bu çelişki hukuka aykırıydı. Faturayı riskleri alan ve satanların ödemesi gerekiyordu. Ucuz alkol ve sigaranın faturasını içmeyenler niye ödesin?
ABD’de sigara şirketleri 1999’da hastalık masrafları için 25 yılda 246 milyar dolar ödemeyi kabul etti. Şimdi kuzu kuzu ödüyorlar. Kanada’nın Quebec eyaleti sigara üreticisi şirketlere 58 milyar $’lık dava açtı. Eyalet yönetimi sağlık harcamalarını hasta edenlerden tahsil edecek. Sırada diğer eyaletler var. Dev sigara tekelleri ise, gelişmekte olan ülkelerde sorunu küçük paralarla çözerken, geri kalmış ülkelerde tazminat konusu gündeme bile gelmiyor. Peki biz ne yapıyoruz?
Asıl Da Vinci’nin şifresi bu:
Önce hasta et sonra cebini boşalt küresel batı sisteminin temeli. Yaşam tarzı bizim bilinçli tercihimiz değil, küresel planın eseri. İrademiz önce bağımlı yapılıyor, sonra da yaşam koçları, diyetisyenler, çeşit çeşit uzmanlarla göstermelik özgürlük formülleri parayla satılıyor. Önce bağımlı hayatın modern köleleri oluyoruz, sonra da parası olanlara kısmi özgürlük veriliyor. Parası olanlar için yüzme havuzları, tenis kortları, koşu bantları, organik gıdalar, mucize bitkiler, duvarlar arkasında lüks yaşam. Çağdaş köleliye dönüşen hayatın kontrolü piyasa tanrısının vicdansız kurallarına geçiyor. En küçük ayrıntısına kadar planlanan böyle bir dünyada biz kimin hayatını yaşıyoruz? Kaybolan bizim hayatımız nerede?
Sanal bir hayatı yaşıyormuş gibi yapıyoruz. Aslında yaşadığımız, tüm benliğimizi silen dış dünyanın bitmek bilmeyen istekleri… İrademizi yok eden bu savaşın hedefi; zihnimizi ve bedenimizi ele geçirmek. Kendi yaşam tarzını dayatan bu savaşta özgür yaşamak mümkün değil mi? İrademizi hiçe sayan küresel iradenin yaşam tarzına teslim mi olacağız? Bu savaşta esir alınan kendi irademiz ve hayatımız ne olacak? Başkalarının kurguladığı hayatın figüranı olmaktan başka çaremiz yok mu?
Yaşam tarzını değiştirin diyen bilime rağmen neden değiştiremiyoruz? Bilim adamları mı anlatamıyor, yoksa biz mi anlamıyoruz? Onların söylediği şeyleri yapmak neden bu kadar zor? Taşıdığımız bedeni kim yönetecek? Patron kim olacak? Dış dünyadan beynimize üflenen programlar mı, yoksa biz mi? Bu açıdan bakılırsa,
Sorun özgürlük sorunu, çözüm de bilim ve akıl oyunu.
Bu özgürlük savaşında, teslimiyet kölelik, kaçmak ise imkansız. Direnmek ve sağlıklı yaşam alanları yaratmaktan başka çaremiz yok. Bizi yutmaya çalışan şeytan üçgenine karşı göstereceğimiz direnç, özgürlüğe atılan ilk adımdır. Bu direnç, özgür irademizin var olma savaşıdır. Hasta eden yaşam tarzına karşı vicdanımızın isyanı ve masum savaş ilanıdır.
Bu savaşın galibi, insan bedenine ve onu yöneten beynine hükmedecektir. Bu savaşı; ya biz kazanacağız ve gerçek anlamda özgür olacağız, ya da ipleri dış dünyanın eline teslim edecek ve gönüllü kuklalar olacağız. Bu nedenle, ‘nasıl sağlıklı oluruz’ sorusu içine, gerçekte ‘nasıl özgür oluruz’ şifresi gizlenmiş bulunuyor, yani insanlığın özgürlük savaşı. Bizi ve nefsimizi küresel kukla yapmak isteyen yaşam tarzının beynimize ve bedenimize dolanan iplerini, ya derin irademizle keseceğiz, ya da küresel robot olacağız. Seçim bizim.
Süper doktorlar hastalıkları önler, vasat doktorlar erken teşhis ve tedavi eder, diğerleri ise hastalıklardan yarar sağlar. Asıl Da Vinci’nin şifresi bu. Çözün artık. Huang Dee : Nai Ching (MÖ. 2600 Çin’in ilk Tıp kitabı)
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle