Avrupa Birliği’nin yaptığı bir araştırmaya göre 2050 yılında insanların ancak yüzde 5’i doğal yollarla çocuk sahibi olabilecek…
Hem dünyada hem de ülkemizde çocuk sahibi olmak her geçen gün zorlaşıyor. Avrupa Birliği’nin yaptığı bir araştırmaya göre 2050 yılında insanların ancak yüzde 5’i doğal yollarla çocuk sahibi olabilecek…
Prof. Dr. Bülent Tıraş insanların giderek üreme yeteneğini kaybettiğine dikkat çekerek şöyle devam etti:
“Sperm sayısındaki hızlı düşüş görülüyor”
“Değişen yaşam koşulları üreme sorunlarına neden oluyor. Çevre, hava ve su kirliliği çok ciddi problem yaratıyor. Bu faktörler kadınların üremesini de olumsuz etkiliyor. Erkekler üzerinde çok daha önemli üreme sorunlarına yol açıyor. Erkeklerin özellikle sperm sayısındaki hızlı düşüş endişe vericidir. Kadınlarda ise şişmanlık nedeniyle üreme sorunları görülmektedir. Türkiye’de ciddi bir obezite problemi var, bu kadınlarda yumurtlama bozukluğu, düşüklerin artışı, embriyoların rahime tutunamaması gibi problemlerle karşımıza çıkıyor. Toksik maddeler, sigara, alkol, uyuşturucu ve diğer ajanlar, gıdalarda kullanılan kimyasallar, katkı maddeleri ve hormonlar üreme üzerinde insanların neslinin sonunu getirebilecek kadar kötü etki yapıyor.
“Kadınlarda 35 yaş sonrası üreme zorlaşıyor”
Yardımla üreme yöntemlerine duyulan ihtiyaç giderek artıyor. Üreme sağlığını korumak için doğru bir beslenme planı uygulayın. Düzenli egzersiz yapın. Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunun. Çocuk yapma yaşını çok ileri yaşlara ertelemeyin. Bebek sahibi olma yaşını kadınlarda 35, erkeklerde 40’dan sonraya bırakmamak lazım. Son 100-200 yıl içinde insan ömrü uzadı ama bizim genetik mirasımız aynen devam ediyor yani üreme için en sağlıklı yaş 20-24 olarak kabul ediliyor, ikinci en sağlıklı yaş 25-29, üçüncü 30-35 arasıdır. 20 yaş öncesi ergen gebeliği olarak kabul ediliyor. Erken gebelik hipertansiyon başta olmak üzere çok ciddi tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Kadınlarda 35 yaş sonrası üreme zorlaşıyor. Down sendromlu bebek riski artıyor. Evli bir çift bir yıl korunmadıkları halde bebekleri olmazsa mutlaka doktora başvursun.”
26 Nisan 2004 — Geçtiğimiz yüzyıldaki sperm sayısının bu yüzyılda neredeyse yarı yarıya azaldı.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Tıraş, Türkiye’de her 100 çiftten yaklaşık 15’inde kısırlık sorunu bulunduğuna dikkat çekerek, “Bunların da yaklaşık yüzde 40’ı erkeğe bağlı” dedi.
Antalya Belek’te gerçekleştirilen “4. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi”ne katılan Prof. Dr. Bülent Tıraş, kısırlık üzerine ilginç bilgiler verdi. Araştırmaların, geçen yüzyıldaki sperm sayısının bu yüzyılda neredeyse yarı yarıya azaldığını gösterdiğini belirten Bülent Tıraş, Türkiye’de menisinde sperm çıkmayan erkeklerden alınan biyopside, testislerden sperm çıkmama oranının yüzde 40 civarında olduğunu belirtti. Tıraş, şunları söyledi: “Türkiye’de her 100 çiftten yaklaşık 15’inde kısırlık sorunu var. Bunların da yaklaşık yüzde 40’ı erkeğe bağlı. Türkiye’de 10 milyon çift olduğu varsayılırsa, 1.5 milyon çiftin çocuk sahibi olamama sorunuyla karşılaştığı ortaya çıkar. Geçmişte kısırlığın sebebi olarak kadınlar görülüyordu. Erkekler, çocuk olmayınca hanımını değiştirme yoluna gidiyorlardı. Bunun şimdi değiştiğini görüyoruz. Kırsal kesimden bile bize müracaat eden hanımlar, yanlarında eşlerini de getiriyorlar. Bu önemli bir gelişme. Erkeklerin de istemeden de olsa bunu kabul ettiklerini gösteriyor.”
Aşılar kısırlık yapar mı yapmaz mı diye tartışırken, kısırlık son yıllarda beka sorunu yaratacak düzeyde artmış haberimiz yok. Ülkemizde 1975 yılına kadar %2 olan kısırlığın 2009′da %25′e çıktığı, 2050′de % 95′e çıkabileceği bilimsel öngörü olarak yönetimleri uyarıyor. Son 60 yılda nüfusun her yıl artış oranı, % 2.5 tan yıllar içinde % 1.5 oranına düşerken 2020 yılında aniden % 1.76 ya düşmüş bulunuyor. Bu oran sıfıra düşerse önümüzdeki asır bu topraklarda Andımızı söyleyecek kimse kalmayacak.
ACI AMA GERÇEK
Nüfus bir önceki yıla göre 2021 yılında 1 milyon 65 bin kişi arttı. Yabancı nüfus bir önceki yıla göre 459 bin kişi arttı.
Yabancı nüfusu düşersek artan 600 bini kabaca doğum sayısı diyebiliriz. 600 bin doğum sayısından mültecilerin doğum sayısını çıkarırsak, azalan doğum sayısı ve artan kısırlığın, sinsi bir felaket olarak milletimizi tehdit ettiğini daha net olarak görürüz. Asıl beka sorunu budur.
Önceki yıllarda doğum sayısı 1 milyonun üstünde idi. Örneğin 2010 yılında 1 239 bin idi yani son yıllara göre 2 misli idi. Doğum oranı yarı yarıya azalmış bulunuyor. Bu oran sinsi felakettir.
Pandemi sonrası doğum oranı yarı yarıya düşmüş bulunuyor ama aydın ve bilim dünyası artan kısırlığı nedenlerini ve çözüm yollarını araştırmak yerine Bill amcasının değirmenine su taşıyor, havanda su dövüyor. İkinci büyük felaket ise bu.
Kısırlık oranı aynı hızda devam ederse, (durdurulamıyor, giderek artıyor) önümüzdeki yüzyıl tarihten silinebiliriz. Hesap ortada.
Nüfusu azaltma projesi yeni değil. Küresel doğurganlık oranı 1950’deki 4.7 iken, 2017’de 2.4 çocuğa düştü. Bu gidişle 2020 ve 2050 yılları arasında “altın oran” olarak da bilinen doğurganlık oranı dünya çapında yüzde 2.1’in çok altına altına inecek ve nüfus azalmaya başlayacak.
Türkiyede nüfus planlaması olarak dayatılan proje 50 yıl önce başladı, 2020de 1.76 ile Türk tarihinin beka sorunu düzeyine indi. Nüfus artış hızındaki ciddi azalmayı, mülteci doğumları gizliyor. Her yeri saran tüp bebek merkezlerine milyarlar ödüyoruz. Son bilimsel veriler, erkeklerde kısırlık oranının yüzde 45'e çıktığını ve doğurganlık durumunu gösteren altın oranın beka sorunu yaratacak düzeye düştüğünü gösteriyor. Toplum ise televole ve kısır çekişmeleri oyalanıyor. Çoğu ülke yönetimi ise dünya nüfusunu azaltma fikrinin yararlarına inanmış ki, artan kısırlığı dert etmiyor.
Araştırmalara göre, bir milletin 25 yıldan uzun bir süre devamlılığını sağlayabilmesi, nüfusun en azından sabit kalması ve yaşlanmaması için, aile başına düşen doğurganlık oranının 2.11 olması gerekmektedir. Buna ‘altın oran’ deniyor. Nüfus uzmanlarına göre gelişmiş ülkeler için altın oranın 2.1 olması yani doğurgan her kadının 2.1 çocuk doğurması gerekiyor. Daha net ifadeyle her 100 kadının 210 çocuk. Bunu basitçe açarsak teori şu: Dünyada doğan her kız çocuğun biri kız en az iki çocuk doğurması gerekiyor ki toplam nüfus aynı seviyede sürebilsin.
Altın oranın 2 değil de 2.1 olmasının nedeni de şu: Olağandışı durumlar hariç 100 kadının doğuracağı 210 çocuğun 105’i kız oluyor. 5 kız çocuğu ya doğurganlık yaşına gelmeden hayatını kaybediyor ya da genetik veya çevresel nedenlerle doğurganlık yeteneği kazanamıyor. Yani altın oran olan 2.1’in altına inilir ve doğurganlık trendi o şekilde devam ederse (ve ölüm oranı da aynı kalırsa) nüfus kaçınılmaz olarak azalıyor. (Ölüm oranı da düşerse, nüfus sabit kalıyor veya az da olsa artıyor ama ortalama yaş yükseliyor.) Az gelişmiş ülkelerde ise altın oranın 3’e kadar yükselmesi gerekiyor. Çünkü bu ülkelerde bebek ve çocuk yaşta ölüm oranları gelişmiş ülkelere göre çok yüksek.
Türkiyede doğurganlık hızı, 2001 yılında 2,38 çocuk iken 2020 yılında 1,76 çocuk olarak gerçekleşti. Yani, bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısı 2020 yılında 1,76 oldu. Bu durum, doğurganlığın nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10'un çok altında kaldığını gösteriyor.
Doğurganlık oranı azalırken yaşlı nüfus artıyor, yaşlı toplum oluyoruz. Türkiyede yaşlı nüfusun toplam nüfusa oranı 2015 yılında %8,2 iken, 2020 yılında %9,5'e yükseldi. Yaşlı nüfus oranı yüzde 7'yi geçen ülkeler "yaşlı toplum" kabul ediliyor. Yüzde 10'u geçen ülkeler ise "çok yaşlı bir toplum" olarak tanımlanıyor. Dün genç toplumuz diye övünürken, yakında çok yaşlı toplum olacağız, haberiniz olsun.
Kuş gribinde yerli tavuk neslini yok eden anlayışın niyeti kötü. Bunun çoğu konuda gerçekleştiğini görüyoruz. Muhalif unsurlar nüfusu azaltmada daha da istekli. Nüfus artışını kuru kalabalık olarak görüyor, nüfus azalsın istiyor. Parayı veren küresel akıl kuralı koyarken, parayı alan yönetimler küresel dayatmayı uygulamak zorunda. Kısırlık neden bu kadar hızla artıyor diye sorunca, bilim dünyamız ve yetkililer maalesef sebepleri bulmak ve önlemek yerine topu taca atıyor. Beka sorununun çözümü zor. Güney Kore, kısırlığı azaltmak için milyarlarca $ harcıyor ama sonuç vermiyor, hiç değilse bunu bilelim. Altın oran kritik seviyenin altına inerse, nüfusu korumak için alınan önlemler sonuç vermiyor. Güney Kore'de çiftleri bebek sahibi olmaya özendirmek için uygulanan 70 milyar dolarlık programa rağmen, doğum oranı azalarak ülke tarihinin en düşük seviyesine indi. Yani düşen doğum oranını artırmak öyle kolay bir iş değil.
Ülkemizde son 30 yılda kısırlık artışı inanılmaz boyutta. Her yere yayılan tüp bebek merkezlerine gitmeden çocuk sahibi olmak zorlaştı. Eskiden yüksek doğum hızı nedeniyle "genç toplumuz, gelişmiş ülkeler gibi yaşlı değiliz" diye övünüyorduk ama son yıllarda yaşlı oranının artması ve doğum oranının azalması nedeniyle yaşlı toplumlar kervanına katıldık. Giderek artan kısırlık oranı bu hızla devam ederse ciddi sorunlar bizi bekliyor. Buna şimdi de dünyaya yön veren Bill Gates ve küresel efendilerin açıkca ifade ettiği dünya nüfusunu virüsler ve aşılarla azaltma projeleri yani biyolojik savaş eklenmiş bulunuyor. GDOdan mRNA ve CRISPR Gen sürüşü teknolojisine kadar keşfettikleri yeni yöntemler buna imkan sağlıyor.
Aşılarının kısırlık yapmadığı en yetkili kişilerce tekrar tekrar açıklandı. Modern ötesi tıp teknolojileriyle kısırlığı önlemekte mümkün, kısır yapmakta mümkün olduğuna göre, endişemiz bu teknolojinin kötü amaçlı kullanma ihtimalini tartışmak. Tekrar belirtelim, konumuz mevcut mRNA aşısı kısırlık yapar mı değil. Bu teknoloji ile kısırlık yapmak mümkün mü? Mümkün, hem de çok kolay. Yapıp yapmayacaklarına küresel akıl karar verecek. Bize ima ettikleri şu : Artan dünya nüfusu küresel ısınma ve çevre felaketlerine yol açıyor, acilen 1 milyarın altına çekilmeli. Böyle bir olasılık karşısında, mRNA aşılarının gençlere değil yaşlılara yapılması gerekirdi. Tam tersine yaşlılara Sinovac aşısı yapılırken gençlere mRNA aşısı yapılıyor. Bu aşının geç sonuçlarını bilmiyoruz. Kısırlık yapar veya yapmaz demek için elimizde bilimsel kanıt yok. Bildiğimiz şu : Bu teknoloji ile istenirse kısırlık yapmak mümkün.
Önümüzdeki yıllarda mRNA aşısının kısırlık yan etkisi ortaya çıkarsa, bundan kim sorumlu olacak? mRNA aşısının geç sonuçlarını bilmiyoruz, çünkü yeni bir aşı. Bakanlık topu Bilim kuruluna atacak. Bilim kurulu ise, kararı biz vermedik siyasi iktidar verdi diyecek. Biontec ise kısırlık başka nedenlerden diyerek yan çizecek. Zaten hiçbir sorumluluk almayacağını açıkca söyledi. mRNA aşı teknolojisinin öncüsü Dr. Robert Malone, vücuda spike protein üretmesini söyleyen Koronavirüs aşısı lipid nanoparçacıklarının enjeksiyon bölgesinden ayrılarak organ ve dokularda biriktiğini söyledi. Yani geç dönem etkilerini takip etmek gerekiyor. Bilim, mRNA - CRISPR Gen sürüşü teknolojisinin iki ucu keskin bıçak olduğunu söylüyor. Bu mucize teknoloji, hem kısırlık tedavisinde kullanılabilir, hem de küresel aklın dünya nüfusunu sessizce azaltmak için kullanılabilir. Bu teknolojinin sahibi kimse, nerede kullanacağına, O karar verecek. Şimdilik kanser ve genetik hastalıklar ön planda. Dünya nüfusunu azaltma da sırada. Mevcut aşının içine, bugün değilse bile yarın bir milleti tamamen kısırlaştıran nano boyutta antijenler covid yüzey antijeni gibi konabilir. Çünkü dünya nüfusunu azaltacağız diye açıkca söylüyorlar. Biyolojik savaşın hızla devam ettiği dünyada, küresel tuzakları ve teknolojik gelişmeleri bilen, her türlü bilimsel ve teknolojik donanıma sahip, virolojiden genetiğe kadar birçok alanda yetişmiş, milli yazılıma sahip bilim adamlarının organize olduğu Tıbbi istihbarat örgütü olmadan bu savaşı kazanamayız. Gelişmiş ülkeler virüsün genomundan aşı teknolojilerine kadar her türlü yeniliği ve komploları bu yolla takip ediyor ve önlem alıyor.
Kısırlık artışı basit bir olay değil, milli güvenlik sorunudur. Dünyanın nüfusu yarı yarıya azalsa iyi olur diyenlere hatırlatalım : Bu azalma her millet için aynı oranda olmayacak. Milletimizi soykırımla suçlayan Sevr takıntılı küresel aklın hedefi bizi tarihten silmek, yani sessiz soykırım. Kısırlık oranı bu hızla artarsa önümüzdeki yüzyıl tarih sahnesinden silinebiliriz. Bu durumda Türkiyeyi kime emanet edeceğiz? Andımızı kimse yasaklayamaz diyenler, andımızı bu durumda kim söyleyecek? Bundan daha önemli beka sorunu var mı? Bunun çaresi milli ve yerli aşıdır. Milli aşı piyasaya çıkıncaya kadar mRNA aşısının uzun vade sonuçlarını beklemekte yarar var. Elde kanıt olmadan çocuk aldatır gibi konuşmak yerine gerçekleri söylemek gerekiyor.
Trilyonlarca dolarlık postmodern tıbbın temeli olan mRNA - CRISPR Gen sürüşü teknolojisi, hızla ilerliyor. Biontec aşısıyla gündeme gelen bu teknolojiyi, kanserden genetik hastalıkların tedavisine kadar artık daha sık duyacağız. Mesela SMA hastalığı nedeniyle tartışılan İlaç Zolgensma 2.1 milyon $ fiyatıyla vicdanları kanatıyor, anneleri ağlatıyor, bütçeleri batırıyor. Küresel aklın vicdanı yok. Tek bir hastanın tedavisi için Zolgensma ilacına ödenecek tutar tam 2,1 milyon dolar. Alternatif bir SMA ilacı olan Spinraza, hayat boyu yılda dört kez alınan bir tedavi süreci sunuyor. İlk yıl 750 bin, daha sonra yıllık 350 bin dolar olan ilaç için 10 yılda ödenecek tutar yaklaşık 4 milyon dolar oluyor.
mRNA - CRISPR Gen sürüşü teknolojisi nelere kadir?
Zolgensma ilacı vücutta eksik ya da çalışmayan SMN1 genini, çalışan bir SMN geninin çalışan bir versiyonuyla değiştirerek SMA hastalığını tedavi ediyor. AAV9 adlı kendi DNA’sı çıkarılmış bir virüs olan yeni SMN genini taşıyan vektör, motor nöron hücresinin çekirdeğine oturur ve hücreye yeni SMN1 proteini yapmasını iletir. Gen hedefine ulaştığı zaman vektör parçalanarak vücuttan geride hiçbir iz bırakmadan atılır ve tedavi noktalanır.
ÇÖZÜMÜN YOLU MİLLİ AKIL
Aşılardan kanser tedavisine kadar trilyonlarca dolarlık potansiyeli olan mRNA teknolojisi, bu devrimden habersiz ülkeleri ekonomik olarak çökertmeye hazır. Sadece aşıya kaç milyar $ ödedik? Küresel aşı, ilaç ve cihaz sektörünün reklam ve pazarlamasıyla, DSÖ papağanlığından başka becerisi olmayan bilim dünyası yüzünden bilim ve teknolojik sömürü devam ediyor. Son 30 yılda ilaç, aşı ve yüksek teknolojiye trilyonlarca $ ödedik dersek modern sömürü daha iyi anlaşılır.
Modern sömürü ve zihinsel esaretden kurtulmanın yolu, akademiden yapay zekaya, ilaçtan aşıya kadar başarmamız gereken yeni teknolojik devrimdir. Artan ithalat, cari açık, borç, faiz, enflasyon sarmalından başka türlü kurtulamayız. Ancak müsilajdan kısırlığa, enflasyondan işsizliğe geleneksel anlayışımız bu proaktif yaklaşıma izin vermiyor. Geleneksel davranış modelimiz şu : Önce Marmarayı, nehirleri, gölleri, cennet vatanı kirleteceğiz, sonra da milyarlarca lirayı temizlemek için aptalca işlere harcayacağız. Şimdi herkes müsilaj araştırması yapıyor da sonuç ne? Biyolojik arıtma yapmadan çevreyi kirletmeye devam ediyoruz. Yıllardır Marmarayı klozet olarak kullanıyoruz. Kirletmeden yaşamak, önlemleri en baştan almak sosyetemizi bozuyor. Örnekler o kadar çok ki... Önce çürük binaları yapıyoruz, sonra çürük diye milyonlarca binayı yıkıyoruz. Kaynaklarını akılsızca çarçur eden sonra da borç bulmak için kıvranan başka bir ülke var mı? 50 yıldır milyonlarca çürük binayı kim yaptı? Bunları kontrol eden resmi görevliler nerede? Projelerin altında imzası olanları kim yetiştiriyor? Sonra da binalar çürük diye ahkam kesiyorlar. Mağara adamının binlerce yıllık binaları tarihe meydan okurken neden çürük binaları yapıyoruz, sonra da yıkıyoruz? Neden göl havzasında havaalanı yapıyoruz, sonra da göl oldu diye şikayet ediyoruz? Önce dere yataklarına göstere göstere çok katlı binalar dikiyoruz, sonra da sel baskını ve heyelanla bir sürü canımız ve kaynaklarımız yok olurken ağlıyoruz. Bu binaların plan ve projelerini yapanları, bu aymazlığa izin verenleri, yetiştiren bilim dünyası ne diyor acaba?
Biyoteknoloji ve dijital devrimi yapamayan ülkelerin yok olacağı bir dünyada, kedinin kuyruğu peşinde koştuğu gibi kıt kaynakları tüketiyoruz. Her çeşit hastalıktan kısırlığa, müsilajdan çevre kirliliğine kadar önlemek daha ucuz ve kolay olmasına rağmen neden tersini yapıyoruz? Önce kısırlık artacak, sonra tüp bebek merkezlerine milyarları harcayacağız, sonra da Güney Kore gibi harcanan milyarların bir işe yaramadığını görüp dövüneceğiz. Düzenli olarak yıllık kısırlık artışını ve nedenlerini ortaya koyan bilimsel araştırmaları bile yapamıyoruz.
Bilimin gereğini yapmadıktan sonra, milyon tane üniversiten olsa ne yazar? Bilimden nasibini almayan bir ülkenin kötü kaderi bu. Fastfooddan mısır şekerine, içkiden sigaraya kadar artan ithalat, işsizlik, cari açık, enflasyon, diyabet ve her çeşit hastalık artışına yol açarken, kıt kaynakları ilaç ve teknoloji ithaline harcıyoruz. Sadece içki sigaraya ve yol açtığı hastalıkların tedavisine her yıl 25 milyar $ harcıyoruz, sonra da dünyada ençok MR ve tomografiyi biz çekiyoruz diye övünüyoruz. Sanki hasta olmak imtiyaz, tedavi olmak bir lütuf. Hasta olmadan sağlıklı yaşamak mümkün değil mi? Halk sağlığını hukuken koruyamayan AYM, konu sosyal medya gibi küresel şirketlerin çıkarları olunca hemen devreye giriyor. Madem AYM, her yıl yüzbinlerce insanı öldüren sigara, alkol benzeri sağlık düşmanlarına karşı küresel şirketlere tazminat ve hukuki yaptırım kararı alamıyor, hiç değilse bunları kendimiz üretsek olmaz mı? Sadece içki ve sigarayı ithal etmek yerine kendimiz üretsek, hem işsizlik önlenecek, hem de milyarlarca dolar ülkemizde kalacak, faizler düşecek, borç almaktan kurtulacağız ama idrak edemiyoruz. Ya da borç verenler buna izin vermiyor.
Pandeminin çaresi olarak sunulan aşılamada aşı şirketleri arasında pazarlama savaşları olanca şiddetiyle devam ediyor. Reklam ve pazarlama için konunun uzmanları canhıraş çalışıyor. Ülkeler ise bunların ağzına bakıyor. Ortada bilimsel kanıt olmadan reklam ve pazarlama yapanlar, rakip firmaları kötülüyor. Halbuki çıkar ilişkileri araştırılsa reklam ve pazarlama açığa çıkacak ama tencere dibin kara gerçeği yüzünden araştırılmıyor. Varyantlar için yeni aşılar hazırlanırken eski aşılar gariban ülkelere pazarlanıyor. Konu mankeni yerine konulan milyonlar, medyanın korku ve panik pandemisinde o aşıdan bu aşıya koşuyor. Herkes nükleerden aşıya bilim dünyasının insanlık için çalıştığını zannediyor. Oysa ki trilyon dolarlık piyasada kimse Kızılaya çalışmıyor. Bilim dünyasına bilimsel araştırmaları finanse eden küresel akıl yön veriyor, kimse farkında değil. Finansmanın amacı kazanmak.
Trilyon dolarlık aşı ve ilaç pazarında sömürge olmaktan kurtulmanın yolu, kıt kaynakları bu teknolojik devrime yatırmaktan geçer. Aksi takdirde Küresel aklın güdümüne giren ülkeler sömürge pazarı olmak bir yana tarihten silinebilir. Küresel aklın altın tepside sunduğu zehirli tekliflere sazan gibi atlamamak için ülkeleri felakete sürükleyen küresel oyun ve komploları siyaset, medya, bürokrasi ve yönetimlere ders olarak okutmalıyız. Yoksa bunlarla başedemeyiz. Liderlere öğüt verenlerin sadece tarihi gerçekleri ve geçmişi değil, geleceği de öngören bilimsel anlayışı rehber edinmesi gerekiyor. Karar vericiler bir ülkenin gözü, kulağı, aklıdır. Bu göz kulak akıl olmadan milletler göremez, duyamaz, akıl edemez, komplolar ve felaketler kaderi olur. Pandemiden işsizliğe, asgari ücretli esaretten artan faizlere, sorun üreten küresel akılla ulusal sorunları çözemeyiz. Küresel formata göre değil, İHA, SİHA, GÖKTÜRK, ALTAY, AKINCI, MİLLİ AŞI... üretimini sağlayan milli formata ve milli çıkarlara göre çalışan zihinlere yani milli akla ihtiyaç duyuyoruz.
KAYNAKLAR
1. Bilimsel veriler, erkeklerde kısırlık oranının yüzde 45'e çıktığını ortaya koyuyor.
11. Aşı üreticisi Pfizer'in çok sayıda ülke ile imzaladığı gizli satış sözleşmesi, ulusal yasaları ihlal eden “efendi-köle” şartlarını ortaya koyuyor.
https://t.co/ea8018diNu
12. J. A. Doudna, et al. (2018). Yaratılıştaki Çatlak: Gen Düzenlemenin Evrime Hükmeden İnanılmaz Gücü. ISBN: 9786052116777. Yayınevi: Koç Üniversitesi Yayınları
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle