Ekonomiden üretime, siyasetten savunmaya kadar herşeyin temeli teknolojidir. Teknolojiniz yoksa akıllı telefondan uçak ve otoya kadar dışa bağımlı olduğunuz için ekonominiz bozulur, borç almak zorunda kalırsınız. Borç alan emir alır. Düyunu umumiden, Dervişe mahkum olduğumuz 2001 krizlerine kadar bu acıyı son 2 asırdır yaşıyoruz.
Silah, füze kalkanı, uçak, nükleer teknolojiniz yoksa, savunmanızda dışa bağımlı olursunuz, Milli güvenliğiniz ve siyasetiniz vesayete dayanır. İkinci dünya savaşı sonrası dayatılan Marshall misyonu ve Fulbright anlaşmasının hedefi vesayet altına almaktı. Vesayet demek Fulbright eğitimi demektir. Eğitim dış kaynaklı olursa, zihinleriniz, yaşam tarzınız, kültürünüz milli olmaktan uzaklaşır, gayrimilli olur. Savaşların hedefi, sömürüyü pekiştiren yaşam tarzını dayatmaktır. Acıtmadan yapılan bu savaşın adı zihinsel savaştır. Hedefi bilim ve teknolojiden uzak, tüm değerlerini kaybetmiş zombi toplum yaratmaktır. Ülkeleri bilim ve teknolojiden uzaklaştırmanın yolu da, mistik yaşam tarzını empoze eden uydurma bir din ile bunu empoze eden bir avuç din adamından geçer. Koca Hint kıtası bu yöntemle acımasız bir şekilde sömürüldü. Bilim ve teknolojik üretimde bir İtalya etmeyen 57 İslam ülkesi de yine bu yolla acımasız bir şekilde sömürülüyor.
Acı gerçeklerle yüzleşelim:
Küresel sistemin üyesi olan ülkeler, küresel sistemin koyduğu kurallara uymak zorundadır. Bu sistemin nimetlerinden yararlanma karşılığında da küresel sistemin kurallarını, isteklerini, külfet ve sorunlarını kabul etmiş olurlar. Uçakla geziyor, dev ekranı zevkle izliyor, facebook'ta arz-ı endam ediyor, tıkanan damarınız stentle açılıyor... bilimsel tıp sayesinde hayata tutunuyorsunuz. Bunları siz mi keşfettiniz? Küresel yapının keşfettiği katrilyon dolarlık bu sisteme bağlananlar, sağlıktan ekonomiye, bilimden teknolojiye kadar onların koyduğu kurallara farkında bile olmadan harfiyen uyarlar. Borçlu ülkeleri seçilenler değil borç verenlerin gizli iktidarı yönetir. Buna vesayet sistemi diyorlar. Bu sistemin taşaronu borç alanlar, mimarı ise borç verenlerdir. ABD, AB, Japonya gibi gelişmiş ama borç içinde yüzen ülkeler bile halkının değil küresel gizli vesayetin askeridir. AB ülkeleri, Ukrayna - Rusya savaşı tezgahıyla kendilerini soğukta donduran, ekonomisini perişan eden aklın küresel akıl olduğunu bilmiyor mu? Tabii ki biliyor ama II. Dünya savaşı sonrası kurulan modern sömürü düzenine çaresiz uymak zorundalar.
Vietnamdan Irak işgaline kadar kararları halk değil küresel irade vermiştir. Dünya savaşları sonrası yenilgi ve yıkımlar üzerine kurulan bu sistem, darbeler, borçlar ve baskılarla güncelleniyor. Bu sisteme kafa tutanlar, ambargolar, darbeler ve krizlerle küresel şamarı yer. Hayatınız ve alışkanlıklarınız kökten değiştiğinde bu kuralları hissedersiniz.
MODERN SÖMÜRGECİLİĞİN KURALLARI :
Birinci kural; parayı veren kuralı koyar. Kural denilen şey, parayı verenin çıkar ve isteklerinin hukuki metinleridir. Yoksa parayı veren kaybeder. O zaman parayı niye versin? Bu yüzden Merkez Bankaları bile küresel sisteme bağımlı, milli irade karşısında ise bağımsızdır. Hiçbir şekilde karışamazsınız ama maaşları dahil her türlü masraf ve harcaması size aittir. Bu yüzden batı dünyasındaki faiz negatife inerken, bağımlı ülkeler küresel iradeye yüksek faizi haraç olarak ödemek zorundadır.
İkinci kural; parayı veren düdüğü çalar, parayı alan dinler. Yani parayı verenin kural dışı isteklerini de parayı alan dinlemek zorundadır. Bu nedenle parayı verenin hukuku, bir gecede parayı alanın hukuku olur ve nasıl bir gecede her şey değişti diye de hayret edersiniz. Seçilmiş iradeye küresel kuralları dayatan, küresel emirleri 15 günde 15 kanun olarak dikte eden Kemal Dervişi unutmayın. Muhtar bile olamazsınız diye de açıkca tehdit ederler. Adamlar GDO'yu bağırta bağırta size yedirirler, gıkınız çıkmaz. Şeker hasta sayısı son 20 yılda on kat artmış, şişmanlık, yüksek tansiyon, kalp damar hastalığında dünya şampiyonu olmuşsunuz diye acımazlar, adamlar aldığı paraya bakar. Küresel sistem hasta ederek ve her yıl milyarlarca dolarlık ilaç ve yüksek teknoloji satarak bir güzel sömürür. Kural basit : parayı alan kurala uyar.
Üçüncü kural; Bir şeyler alan bir şeyler vermek zorundadır, verdiklerine sağlık ve hayatı da dahildir. Bedava konforlu hayat yoktur. İlaçtan teknolojiye, füze kalkanından cep telefonuna, bilgisayar yazılımlarına kadar patent hakları dahil onların payını vermek zorundadır. Acı gerçeklerle yüzleşelim.
En gelişmiş ülkeler dahil dünyanın Küresel finansa borcu 286 trilyon $. Ödedikce borcunuz artıyor. Bu borç sürekli arttığı için ödenme şansı sıfır. Küresel sistemin şifresi bu. Pandemide trilyonlarca $ küresel sisteme aktı. Bu yüzden küresel proje hızla gerçekleşiyor. Paranın karşısında kimse duramıyor. Yapılan sadece küresel projeye hizmet için yarış.
Sizler, ancak onların keşfedip ürettiği uçak, taşıt, hızlı tren, nükleer santral, ilaç, bilgisayar, cep telefonu… gibi ürünlerden ithal edip bunlarla övünebilirsiniz. Paranız yoksa size borç da verirler. Ancak bu parayla 2. dünya savaşı sonrası Almanya ve Japonya gibi çadırda idare edip 'bilim ve teknoloji merkezleri kuralım' derseniz müsade etmezler. Eğlencelik ve göstermelik merkezler kurabilirsiniz. Dev gökdelenler ve dev AVM’lerle şehirleri boğabilir, tüketim ekonomisiyle kaynaklarınızı dışarıya pompalayabilirsiniz.
Aldığınız borç paralarla her yıl 50 milyar $ hastalıklara, 60 milyar $ enerjiye, 100 milyar dolar dün yaptığınız evleri yıkıp yeniden yapmaya, 50 milyar $ uydu teknolojiye (cep telefonu, tv, bilgisayar), 50 milyar $ taşıtlara (uçak,gemi, taşıt…) harcayabilirsiniz. Ancak bunları ben üreteceğim dediğiniz zaman izin almanız gerekir, açıkcası üretemezsiniz. Füze kalkanı veya nükleer teknoloji bile üretemezsiniz. Kritik parçalarını vermezler. Söz dinlemezseniz, akibetiniz İran gibi olabilir. Nükleer teknolojim olsun derseniz, başınıza nötron düşebilir. Ya da onlar size parası mukabilinde nükleer enerjiyi hediye ederler. Tercih sizin.
Bilim ve teknoloji üretimi gibi en yüksek gelir getiren nitelikli işleri yapmak onlara aittir. Onların inşa ettiği eserlerle övünebilirsiniz. Onların izin verdiği konularda ve ancak izin verdikleri kadar yapabilirsiniz. Mısır şekeri kotasının artışıyla şişmanlayabilir, şeker hastası, hipertansiyon, metabolik sendrom, kalp ve damar hastası olabilirsiniz. Ancak 'mısır şekeri istemiyoruz' diyemezsiniz. Merak ve endişe etmeyin, küresel sistemde her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Hasta olacak ve tedavi olacaksınız bu kadar basit. Hasta olurken de, tedavi olurken de her türlü yardım hazır, tabii parası mukabilinde.
Kimin ne üreteceğine karar veren küresel sistemdir. Misal; bu sistemde hurda demir ve çimento işi size aittir. Ancak nitelikli çelik üretemezsiniz. Enerji ve çevre canavarı kirli sanayi size görev olarak verildi ise çaresi yok yapacaksınız. Batının zehirli çöpünü ve asbestli kanserojen gemilerini temizleme işi size görev olarak verildi ise, çaresi yok yapacaksınız. Zehirli atık ve çöp dağları cennet vatanı kirletmiş kimin umurunda? Bu kirli işleri batı ülkelerinde yine biz yapalım, ama onların oksijeni ve enerjisi tükensin, onlar enerji ithal etsinler, onların çevresi kirlensin diyemezsiniz. Çevre felaketine yol açan pis işlerin kendi ülkelerini mahvetmesine adamlar niye müsade etsin? Eliniz mahkum siz yapacaksınız. Yaptığınız üretimi gemilerle onlara gönderin, adamlar tertemiz kullansın. Sizin enerjiniz ve oksijeniniz tükenecek, sizin insanınız kanser olacak, sizin çevreniz kirlenecek, sizin akciğerleriniz tükenecek, görmezden geleceksiniz. Sigara içimi azalırken, akciğer hastalıkları ve KOAH neden artıyor?
Çağımızda asgari ücretli köleleştirmenin en kestirme yolu bu. Doğal kaynaklara sahip İslam aleminin üretimi bir İtalya kadar değil. Adamlar, bizi otla çöple, alternatif masallarla meşgul ederken milyarlarca dolarlık ilaç ve teknolojiyi bize satarak köşe oluyorlar. Hem de sizin bilim dünyanıza kongrelerde reklam ve pazarlama işini yaptırarak. Akıl oyunu böyle oynanıyor. Bu savaşı bilmeyen millet ve devletlerin yaşama şansı yok.
Kurulan bu sistemde nitelikli işleri isteseniz de yapamazsınız. Örneğin aşı ve ilaç. Sadece ambalaj size ait olabilir. Kendiniz bir molekül keşfedebilir misiniz? Bunun için milyarlarca dolar tutan araştırma merkezlerini kurmak için gerekli parayı size kim verir ve niye versin?
Teknoloji üretemeyen, yaşamsal sorunlarımızı çözemeyen bilimsel anlayışımız ne işe yarıyor? Başkalarının ekmeğine yağ süren araştırmaların bize ne faydası var? Sadece makale yayınlamakla, atıf almakla sorunlarımız çözülmüyor. Nerede kendi sorunlarımızı çözen araştırmalar? Nerede kendimizin ürettiği teknolojiler? Nerede projeler? Nerede patentler? ABD' de 600.000 patent başvurusunun 100.000 'i patent alırken, bizler komik bir şekilde parmaklarımızı sayıyoruz. Zihni sinir projeleriyle medya milleti uyutuyor. Gelişmiş ülkelere göre alınan patent ve proje sayısı ile bilimsel araştırmaların teknolojik üretime dönüşme oranı, 70 yıllık bilimsel enkazın göstergesi.
Kayda değer bilim ve teknoloji üretemediğiniz için, sadece onların ürettiğinden yararlanma yolunuz açıktır, o da parasını ödemek ve kurallara uymak koşuluyla. Onların aşısını kullanıyorsanız bunların yan etkisi ne diye sormayacak ve yan etki kaydı tutmayacaksınız. Hem milyar dolarlar alacak, hem de hiçbir sorumluluk almayacaklar. Ne güzel sistem değil mi?Peki bunlar kimin sayesinde milyar doları götürüyor? Devşirme bilim dünyasını kim finanse ediyor? Bu sisteme pazar olarak giren ülkeler bilim ve teknoloji üretemediği gibi, bilgi üretecek bilimsel araştırmaları da yapamaz. Bu yüzden her alanda onların ürettiği bilimsel bilgiyi dikkate almak zorundayız. İsterseniz dikkate almayın ve orta çağı yaşayın. Örneğin sağlık alanında onların ürettiği bilgi ve teknolojiye muhtacız. Çünkü çağımızda İbni Sina’ya takılarak bir yere gidemeyiz. Onlarla övünerek teşhis koyamayız, tedavi olamayız.
Her ülke küresel sistemin hazırladığı bilimsel rehberleri aşırabilir, kendi koşullarına ve özelliklerine göre uyarlayabilir. Bunda bir kötülük yoktur. Onlar da buna göz yumarlar ve böylece kendi ürettiklerini reklam edip bize satarak zengin ülke olurlar. ilacı da, bilgiyi de, teknolojiyi de üreten onlar, gururumuza dokunsa da bunu kabul edelim. Gurumuza çok düşkünsek 'Bilim Teknoloji Merkezi'ni kuralım, kendimiz bilim üretelim, ilaç aşı, yapay zeka, füze kalkanı ve öğrencilere dağıtılan bilgisayara kadar kendimiz yapalım. Yoksa halimiz harap. Biyoteknoloji ve dijital devrimi yapamayan ülkelere yeni dünyada hayat hakkı yok.
Gelelim kongreler konusuna. Bayi toplantısı denilen kongreler, küresel sistemin geleneklerinden biridir. Bilimsel kongrelerde veya onların keşfettiği internette, hepsini sunmadıkları kısıtlı bilgiye muhtacız. Dünyanın öbür ucuna kadar bu sistemi kuran bizler değiliz, biz sadece misafir ve seyirciyiz. Bizim ülke insanı olarak sağlıktan ekonomiye, bilimden teknolojiye düzenlenen kongrelere gidecek ne paramız var ne de onlara sunacak bilgi ve teknolojimiz. Her şey küresel yapı tarafından düzenlenir ve orada içeceğiniz bir bardak suya kadar her şey bu yapı tarafından ödenir
Bizler planlanan tiyatronun sadece seyircisiyiz o kadar. Öğrendiğiniz her şey onların sunduğu bilgidir. Kongrelerin programından konuşmacılara kadar her şey bir orkestra titizliğinde hazırlanır. Parayı veren düdüğü çalar, siz de zevkle dinlersiniz. Bu da kötü bir şey değildir. Büyükleriniz dahil herkes küresel yapının parçası olmak için can atıyor ve bu gayeyi hedef olarak gösteriyorsa, doğru yerdesiniz. Sizin tavaf ettiğiniz kongreler, küresel sistemin tapınaklarıdır. Burada öğrendiklerinizi bir daha ki kongreye kadar ezber edersiniz. Çünkü bilim ve teknoloji üretmekten acizsiniz. Neskafeden aşıya…Sarımsağı bile Çin’den ithal ederken biz neyi tartışıyoruz? Kongrelerin havası, ‘biz niye bilim ve teknoloji de nal topluyoruz, nasıl lider olabiliriz’ motivasyonu yaratabilir. Bu hava ise uçmanızı sağlayabilir, ya da aşağılık kompleksi yaratabilir. II. Dünya savaşı sonrası dikte edilen Fulbright eğitim sisteminin sonucu bu. Bu akademi yüzünden son 30 yılda ilaç ve teknoloji için yabancılara trilyonlarca dolar hediye ettik. Modern sömürü bu zevat yoluyla yapılıyor.
300 yıldır iç çekişmelerle her şeyini tüketen bir toplumun kötü kaderi değişmiyor. Çünkü güçlü olmanın, dünyada söz sahibi olmanın, sömürge olmamanın bir tek yolu var; bilim ve teknoloji üretmek.‘Bilim ve Teknoloji Merkezi’ kurmak için hemen kolları sıvayıp kamuoyu yaratmalıyız. Acilen üniversite sanayi bağını kuralım, teknokentler ve arge merkezlerini artıralım. Gelişmiş 10 üniversitede bu işe hemen başlayalım. Zaman kaybetmeden üniversiteleri ve milli eğitimi, bilim ve teknoloji üretimine entegre olacak şekilde baştan aşağı değiştirelim. Öncelikle Milli güvenlik, elektrikli yerli araba ve öğrencilere dağıtacağımız tablet bilgisayarları bizzat üreterek işe başlayalım. Gereksiz tartışmalara son verip bu hedefe ulaşmak için çalışalım. Başka türlü uçamayız. Sizin pazar olmaktan çıkıp pazarlar bulmanız için, güçlü ülke olmanız gerekir. Güç, boş boş övünerek olmaz, Güç, bilim ve teknoloji üretmekle olur. Bu ise çok güçlü milli irade ister. Bunları halka anlatırsanız ve halkta bu hedefe kitlenirse milli irade olur.
Ancak Milli iradenin bu hedefin gereklerini ve sonuçlarını da göze alması gerekir. Bu ise lüks ve israftan kaçınarak tasarrufları, bilim ve teknolojiye yatırmak demektir. Hastalık sektörüne saçtığımız paraları, sağlıklı bir toplum olarak tasarruf etmek demektir. Nükleer enerjiden, cep telefonlarına, aşıdan ilaca kadar başkalarına hediye ettiğiniz milyar dolarları, üreteceğiniz bilim ve teknolojiye yatırmak demektir. Güç, Milli ve yerli teknoloji demektir. Bilim teknolojide gelişmenin ve hayati sorunları çözmenin yolu, Milli kongrelerden geçer. Buna müsade ederler mi? O zaman ayfonları, cipleri, tüketim ürünlerini kime satacaklar?
Bunları başaracak ‘Bilim ve Teknoloji Merkezi’ kurmak ve Milli kongreler düzenlemek için alınacak tarihi karar, bitmek bilmeyen sıkıntı ve acılara katlanmak demektir. Halbuki, parasını küresel sisteme hediye ettiğiniz ithal uçak, hızlı tren ve 4 çeker ciplere binmek ise zevk ve sefa demektir. Yerli araba dahil bunları üretmek için kafa yormak, ter dökmek, çile çekmek, acı ve ızdırap demektir. Ülkemizin temel sorunu burada yatmaktadır; Acılarla yüzleşmek ve acılara katlanmak. Her şeyiyle bizim eserimiz olan yerli taşıt üretimi, kötü kaderimizin değişim noktasıdır. Daha önceki yenilgimizin rövanşını her ne pahasına olursa olsun almalıyız. Tablet bilgisayarıda, cep telefonunu da aşıyı da, füze kalkanını da üretmek zorundayız. Yoksa bizi bu coğrafyada yaşatmazlar. Başkasının himmetine sığınarak yaşayamayız.
Çağımızda telefondan bilgisayara, aşıdan enerjiye keşfeden ve üreten kazanıyor. Keşfettiği ile değil, tükettiği ile övünenin özgür yaşama şansı yok. Milletler ancak bu şekilde ayakta kalabilir, yoksa ayaklar altında kalır. Çağımızda milletler, ancak bilim ve teknoloji ürettiği kadar özgür ve bağımsız olabilir. Artık sokaklarda bağırarak özgür ve bağımsız olma dönemi bitti. Bağımlılığın dipsiz kuyusundan ancak bilim ve teknoloji ipiyle çıkabiliriz. Gerçek dünyada keşfettiğiniz kadar özgür, ürettiğiniz kadar bağımsızsınız. Bilim ve teknoloji üretemezseniz, yaşama hakkınızda yoktur, şansınızda. Filistin'den Afganistan'a İslam aleminin sefaleti ve zavallı durumunun asıl nedeni bu. Modern sömürgecilik adı verilen bu sistemin amacı, cep telefonundan uçağa, ilaçtan aşıya ülkeleri acıtmadan sömürmektir. Kaynakları dışarıya pompalayan sömürü için, akademik üst akıl 70 yıldır gelişmekte olan ülke diye toplumu uyuttu. Trilyonlarca dolarlık teknoloji ithalini gelişme diye yutturdu.
Çağımızda bilim ve teknolojide yoksanız, boynu bükük zavallı olursunuz. Kabeyi bile gavurun füze kalkanı korur. Daha önce söylenmiş bir sözü değiştirerek konuyu özetleyelim : Bilim ve teknoloji, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen ülkeler uçar ve özgür olur. Uçamayan ülkeler ise tavuk olur, başkasının eline bakar. Tavuk ülkeler, önüne atılan yemi yerken yumurtalarının alındığını farketmez, sömürge olur. Tek kanat ise uçmaya yetmez.
Bilim ve teknolojide devrim için ya acı gerçeklerle yüzleşeceğiz, ya da tatlı yalanlarla sömürge ve tüketim toplumu olacağız. Ya enerji, aşı, cep telefonu… gibi cari açığı artıran on konuda bizi dünya devi yapacak ‘Bilim ve Teknoloji Merkezi’ kuracağız, ya da futbol, televole, UFO’lar, melekler kaç kanatlı gibi geyiklerle toplumu uyutmaya devam edeceğiz. Ya bilim teknolojide üretimin yolunu açacak milli kongreler yapacağız, ya da yabancıların sömürge pazarı olacağız. Ya tavuk ülke olup altımızdan alınan yumurtalardan habersiz başkaları için çalışacağız, ya da bilim ve teknoloji kanadını çırparak özgür ve bağımsız olacağız. Hangisini seçelim? Ya 'bilim nerde olsa gidiniz' emrine uyacağız ya da bizi tatlı yalanlarla ve tüketimle aldatan küresel şeytana… Karar sizin.
Kuralları koyan irade ve güce kavuşmak dileği ile…
“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamayı alışkanlık haline getirmiş milletler, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, sonra da istiklal ve istikballerini kaybederler.” Atatürk.
Yeşilçimen K: Hastalık Üreten Yaşam Tarzımız Nasıl Değişir. Hayy kitap, 2006
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle