En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
20 Nisan 2020



TEMEL SORUN NE?

Postmodern sömürge olan ülkeler bebek düzeyinde davranışları olan ülkelerdir. Bebekler bilindiği gibi  kakasını çişini altına yapar, üstünde belenir, sonra rahatsız olur, birinin gelip temizlemesini bekler. Birileri gelip temizleyinceye kadar da ağlar, pisliğinde debelenir. Annesi temizleyince rahatlar, sonra yine uykuya dalar, mışıl mışıl uyur. Bu benzetme rahatsız edici olsa da acı gerçek bu. Her konuda böyleyiz : Mesela yıllardır bütün pislikleri denize boşaltır, sonra kirlilik içindeki bu denize girer, içinde debelenir, yüzeriz. Müsilaj ve kirlilikle canlı hayat sona erdikten sonra milyarlarca dolar sarfederek temizlemeye çalışırız. Ergeneden, Marmaraya, Haliçten İzmir ve İzmit körfezine kadar başımıza gelen budur. Önce kirletmesek olmaz mı? Olmaz, sosyetemiz sarsılır. Avrupanın milyonlarca ton çöpünü alır, bu çöplerle cennet vatanın içine eder, sonra da bu çöpleri temizlemek için milyarlar harcarız.

Derelere ve yeraltı sularına karışan zehirler, denizlere vahşice akıtılan kimyasallar, kanserojen tarım ilaçları, gıdalara bulaşan glifosat gibi zehirler, siyanürlü atık sular, çöpler... Yemyeşil çevreye atılan, toprağa gömülen binlerce varil içindeki kimyasal atıklar, filtresiz bacalardan üstümüze çöken zehirli dumanlar, devasa gemilerle ülkemize sokulan milyonlarca ton hurdalar... İzmir’in Çernobili olarak bilinen Gaziemirde radyoaktif atıklar nedeniyle ölçülen radyasyon oranı yasal sınırın 7 bin 291 kat üzerinde. Önce tertemiz çevreyi, havayı, suyu, denizi kirletiyor, sonra da kirlenmenin yol açtığı hastalıkların tedavisi için milyar dolarlar harcarken ağlıyoruz.

Önce kanalizasyonları denize boşaltıyor yani Marmarayı, Haliçi, Ergeneyi lağıma çeviriyoruz, sonra da milyarlarca dolar gerektiren temizleme krizine giriyoruz. Kirletirken de temizlerken de herkes cebini dolduruyor. Çürümüş sistem bu anlayış üzerine kurulu. Kirletmesek nereden kazanacaklar? Gaziemirde olduğu gibi önce radyasyon gibi ölümcül atıkları tertemiz çevreye atıyor, sonra ağlıyoruz. Önce göl havzasına havaalanı yapıyor, sonra da yağmurda göl oldu diye şikayet ediyoruz. Önce dere yataklarına göstere göstere çok katlı binalar dikiyor, sonra da sel baskını ve heyelanla bir sürü canımız ve kaynaklarımız yok olurken ağlıyoruz. En baştan önlem almak sosyetemizi bozuyor.

Önce fay hattına, dere yatağına çürük ve sağlıksız şehirler kuruyor, sonra da bu binalar çürük, yıkıp yeniden yapalım diyoruz ama bu seferde hurda demir kullanıyoruz. Bugün deniz kumu yüzünden yıkıyoruz, yarın hurda demir kullanılmış diye yıkacağız. Maksat rantiye lobisine iş çıksın. Yıkılan ve yıkılacak 20-30 yıllık milyonlarca bina yüzünden yaşadığımız çevre enkaz bölgesine döndü. Dev kamyonlar milyonlarca seferle bu enkazı taşırken toz toprak arasında yaşamaya çalışıyoruz. Önce fay hattına, dere yatağına, heyelan bölgesine binalar yapıyor, sonra bunlar altında kalınca ağlamaya başlıyoruz. Bu felaketlere yol açan yolsuzluk lobisi cebini doldururken seyrediyoruz. 

Ekonomiden adalete aynı yanlışı tekrar edip duruyoruz. Mesela enflasyonu önlemek için küresel reçeteye göre önce tüketimi yani üretimi azaltıyor, sonra da fiyatlar neden arttı, hayat neden bu kadar pahalı diye ağlayıp duruyoruz. Üretim % 10 azalırsa, fiyatlar % 50 artar, üretim %10 artarsa fiyatlar % 50 azalır gerçeğini bilmiyoruz. Bu gerçeği bilmediğimiz için önce faizleri artırıyor, sonra da enflasyon neden arttı diyoruz. Bütçe açıklarını ve zamansız yatırımları önlemek yerine sürekli para basıyor, yüksek faizle borç alıyoruz. Aldığımız borçları da üretim yerine tüketime harcıyoruz. Çünkü Fulbright eğitimi sebep sonuç ilişkisine dayanan bilimsel anlayışı öğretmek yerine, beyinleri uyuşturuyor, toplumu düşünemez hale getiriyor. Bu eğitimin eseri olan ahlak ve vicdandan yoksun diplomalı cahiller yüzünden başımız dertten kurtulmuyor.

Hukuk sistemi de aynı hastalıktan muzdarip. Önleyici ve koruyucu hukuk yerine dev adalet saraylarıyla, yarattığımız sorunları çözmeye çalışıyoruz. Önlemek yerine suça tesvik eden kanunlar çıkarıyor, sonra da iptal ediyoruz. Cezalar caydırıcı olmadığı için suçlar artıyor, hapishaneler yetmez hale geliyor. Kadın erkek ve kiracı evsahibi çatışması, yanlış kararların sonucu ama göremiyoruz. 30 milyon kişi icralık olmuş, uyuşturucu, gasp, hırsızlık, şiddet, ahlaksızlık kol geziyor. Karıncayı incitmeyen bir toplum nasıl bu hale geldi, araştıran ve önlem alan yok. Uyuşturucu baronlarını önlemek yerine yüzbinlerce torbacı ve bağımlı ile uğraşıyoruz. Uyuşturucudan mülteciye sınırlar elek olmuş, biz ise içeri giren milyonları tek tek yakalamakla meşgulüz. Mesela mülteci sorunu. Bunları sınır boyunca kurulacak çiftliklerde gıda, tarım hayvancılık üretim işinde çalıştırmayı akıl edemedik.

Maalesef her alanda böyleyiz. Mesela sağlık alanında sağlığa zararlı ne kadar madde varsa bunları yiyip içiyoruz. Hatta Avrupanın zehirli diye geri yolladığı sebze, meyve ve gıdaları da iç piyasaya yedirirken, onbinlerce gıda mühendisi bunları tesbit için zaman ve para harcıyor. Hem çaktırmadan iç piyasada tüketilmesine göz yumuyor, hem de dostlar alışverişte görsün türünde yapılan yüzbinlerce kontrolle yasak ve cezalar veriyoruz. Bu şizofrenik reaksiyon herkesi hasta ediyor. Sigara, alkol, fastfood, GDO, mısır şekeri, transyağlar, tarım ilaçları, kimyasallar halkı zehirler hasta ederken seyrediyoruz. Kamu spotlarında sigara milyonlarca insanı öldürüyormuş, sigara şirketleri de trilyon dolarlar kazanıyormuş... Sigaraya göz yumanlar milyarlarca lira vergi kazanıyor ama ilaç ve tedavi faturasına yetmiyor. Sonra da her yıl 800 milyon hasta randevü bulmak için hastane doktor dolaşırken randevuler geç diye ağlıyor. Halbuki daha işin başında önlem alınsa trilyonlarca dolarlık gereksiz harcamaya gerek kalmadığı gibi, sağlıklı toplum olacağız. En basit örnek sigara, alkol ve yarattığı sağlık sorunlarına her yıl harcanan 25 milyar doların son 40 yıldaki faturası ne kadar? Sadece sigaradan her yıl 110.000 insanımız ölürken milyonlarcası da hastalıktan sürünüyor.

Alkolizm ve uyuşturucu hızla yayılırken amatem merkezleri açmakla meşgulüz. Artan kısırlık yüzünden tüp bebek merkezlerine harcanan para ne kadar? Bunlara rağmen doğum oranı hızla azalıyor. Bu gidişle önümüzdeki yüzyıl tarih olabiliriz. Peki kısırlık neden artıyor? Buna kafa yoran yok. Kısırlığa yol açan nedenler önlenmediği için tüp bebek işine milyarlar harcıyoruz ama doğum oranı hızla azalıyor. Küresel aklın planı; yaşlılar ölsün, kısırlık artsın, nüfus azalsın ve azalıyor. Çökertilen sosyal güvenliğin kurtuluş modeli bu.

Kendini önlenebilir hastalıklarla hasta ettikten sonra ithal ilaç, aşı, tıbbi malzeme ve teknoloji için milyarlarca dolar harcıyoruz. Son 30 yılda trilyonlarca dolar harcadıktan sonra bütce açıkları ve cari açığı kapatmak için borç dileniyoruz. Önce hasta eden yaşam tarzında debeleniyor, sonra da hastalıklar içinde kıvranırken ağlayıp duruyoruz. Aydın ve bilim dünyamız, neden bu kadar hastayız, önlenebilir hastalıklar neden önlenmiyor diyemiyor. Kıt kaynakları hasta olup güya tedavi olmaya harcarken kimsenin aklına önlemek ve korumak gelmiyor. Kötü kaderimizin nedeni, çaresiz ve bakıma muhtaç bebeklik döneminde çakılıp kalmamız. Bir türlü büyüyüp gelişemiyoruz. Büyümek milli geliri artırmak değildir. Altından çanağınız olsa, hergün içine kan kustuktan sonra neye yarar? 

Hastalıkların önlenmesi ve sağlığın korunması yerine pahalı ilaç ve teknoloji ithali ile dev hastaneler kurtuluş modeli olarak sunulduğu için hasta toplum olmak, hastalıklar içinde kıvranmak kaderimiz oluyor. Her çeşit hastalıktan kısırlığa, müsilajdan çevre kirliliğine kadar önlemek daha ucuz ve kolay olmasına rağmen neden tersini yapıyoruz? Bilimin gereğini yapmadıktan sonra, milyon tane üniversiten olsa ne yazar? Fastfooddan mısır şekerine, içkiden sigaraya kadar artan ithalat, işsizlik, cari açık, enflasyon, diyabet ve her çeşit hastalık artışına yol açarken, kıt kaynakları ilaç ve teknoloji ithaline harcıyoruz.

Her konuda geleneksel yaklaşım modelimiz ateş bacayı sardıktan yani iş işten geçtikten sonra müdahale etmek. Sorunlar kördüğüm haline geldikten sonra aklımız başımıza geliyor. Felaketleri önceden algılayan ve önlem alan öngörü ve önlem merkezi kurmayı akıl edemiyoruz. 99 depremi, müsilaj, hastalık salgını, uyuşturucu belası, yolsuzluk ve çürüme... Mesela 15 temmuz. Terör örgütü tam yarım asır her yeri işgal ederken ne isterse verdik, mikrop milyonlarca kişiye bulaştıktan sonra da ülkeyi bunlardan temizlemek için uğraşıyoruz. Kanser her yere yayıldıktan sonra müdahale etmek kanseri yok etmiyor. Kanser vücudu yeniden işgal etmek için müsait ortam bekliyor. Hainlik ve çürüme her yere yayılıp Basra harap olduktan sonra müdahale etsen ne yazar? Buna bölücü terör de dahil. Türkiyeyi parçalamak için yüzbinlerce vatan evladını şehit eden terör örgütü uzantılarına her türlü siyasi ve ekonomik desteği, mevki ve makam veriyor, sonrada onbinlerce şehit cenazesinde ağlıyoruz. Hem terörle mücadele, hem de teröre yardım gibi şizofrenik davranışlar içinde debeleniyoruz. Kimse bu çelişkiye anlam veremiyor.

Dizilerle körüklenen yozlaşma, ahlaki ve kültürel soykırım, her çeşit şiddet... Salgın halini alan hastalıklar, uyuşturucu, artan kısırlık... Orman yangınları, sel baskınları, depreme dayanıksız yapılan çürük binalar, çevre ve hava kirlenmesi, müsilaj, yolsuzluk, cari açık, enflasyon, sanal kumarlar, küresel bahisler, kripto paralarla kaçırılan milyar dolarlar... Seyrediyoruz. Her konuda geleneksel yaklaşım böyle : Felaket kapıyı çalıncaya kadar seyret ama sakın önlem alma. Alacaksan bile iş işten geçtikten sonra al. Önce her türlü yolsuzluğa kanunsuzluğa göz yumuyor, sonra ateş bacayı sarıp her yere yayılınca yüzbinlerce suçluylu tek tek toplamaya çalışıyoruz. Uyuşturucu, sanal kumar, sanal dolandırıcılık, küresel bahisler, kripto paralarla kaçırılan milyar dolarlar... Seyrediyoruz ve haberlerde izliyoruz. Yolsuzluk, soygun  şiddet... Her türlü kanunsuzluk yapanın yanına kar kalıyor. Yapanları pişman eden caydırıcı önlemler olmadığı için suçlar yapanları cezbediyor. Depremlerde ölen yüzbinlerce canımızın katili, yıkılan ve yıkılacak milyonlarca binanın suçlusu birkaç kişi mi? Sonuç; fakirlik, sefalet ve giderek artan borçlar. Milli gelirin dörtte biri yolsuzluk, kayıtdışı ve kripto soygunlara kurban olurken asgari ücrete mahkum oluyoruz. Her konuda geleneksel yaklaşım böyle : Felaket kapıyı çalıncaya kadar seyret ama sakın önlem alma. 

Yüzlerce üniversitesi, yüzbinlerce akademisyeni olan bir ülkede milyonlarca bina çürük diye yıkılıyor ve yıkılacak. Önce fay hatlarına, dere yataklarına çürük binalar yapıyoruz, sonra da çürük olduğunu, fay hattı ve dere yatağına inşaat yaptığımızı farkediyoruz. Bunları yapanlar zihinsel özürlü mü? Mağara adamlarının yaptığı evler tarihe meydan okurken, teknoloji çağında binlerce mühendisin kontrolünde yapılan binalar neden çürük. Depremde yüzbinler enkaz altında kaldıktan sonra aklımız başımıza geliyor. Depremlerin faturası ise yüzlerce milyar dolar. Bu rakama çürük diye yıkılacak milyonlarca bina dahil değil. Fay hattına, dere yatağına binalar yapılırken bunca mimar, mühendis, akademisyen, yetkili bunları neden imzalamış. Bilimin gereğini yapmadıktan sonra, bilim ne işe yarar? Bütün bunların nedeni öngörü ve önlem merkezinin olmayışıdır. 

Önce her yere özel okullar ve üniversiteler kuruyor, sonra da bu diplomalar bir işe yaramıyor diye ağlıyoruz. Bu kadar okuyan, yazan, araştıran insana rağmen neden deli gömleği içinde debeleniyoruz? Temel sorun ne? Bu bebek davranışının nedeni aydın ve bilim dünyasını, siyaset ve çalışma hayatını ve insanımızı düşünemez hale getiren Fulbright eğitim sistemi. Fulbright eğitimiyle öngörü ve önlem yetenekleri felç edilen, zihinleri bitkisel hayata sokulan, beyinleri bebek davranışına kitlenen ülkelerin kaderi budur. II. Dünya savaşı sonrası eğitimden yaşam tarzına kadar teslim alınan ülkelerin kaderi, kördüğüm olan sorunlar içinde debelenmektir. Postmodern sömürü zihinleri işlemez hale getiren Fulbright eğitimiyle başlıyor. OECD verilerine göre, halkın %40’ı okuduğu en basit metni bile anlayamıyor. Entelektüel bir metni ise anlayıp çözebilecek yahut bir konuda araştırma yapabileceklerin oranı %3. İşin içine kanıta dayalı bilgiyi değerlendirebilmek ve karşıt görüşlere bakarak bir sentez yapabilmek girince bu oran %1’in altında. Bunun anlamı, toplumun çoğunluğu ile tartışmaya girmenin anlamı yok, sizin fikrinizi anlayabilecek seviyede değiller. Fulbright sömürge eğitiminin eseri olan bir toplumda kime ne anlatıyoruz?

Nisan 2020 



Bu yazı 82 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,713 µs