En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
17 Temmuz 2023

NEDEN BÖYLEYİZ?



NEDEN BÖYLEYİZ? 2020

Her konuda geleneksel yaklaşım modelimiz ateş bacayı sardıktan yani iş işten geçtikten sonra müdahale etmek. 15 temmuz budur. Terör örgütü yarım asır her yeri işgal ederken seyrettik, ne isterlerse verdik, sonra da ülkeyi bunlardan temizlemek için uğraşıyoruz. Kanser her yere yayıldıktan sonra, müdahale etmek kanseri yok etmiyor. Kanser vücudu yeniden işgal etmek için müsait ortam bekliyor. Hainlik ve çürüme her yere yayılıp Basra harap olduktan sonra müdahale etsen ne yazar? 

Dizilerle körüklenen yozlaşma, ahlaki soykırım, her çeşit şiddet... Salgın halini alan hastalıklar, uyuşturucu, artan kısırlık... Orman yangınları, sel baskınları, depreme dayanıksız yapılan çürük binalar, çevre ve hava kirlenmesi, müsilaj, yolsuzluk, cari açık, sanal kumarlar, küresel bahisler, kripto paralarla kaçırılan milyar dolarlar... Seyrediyoruz. Her konuda geleneksel yaklaşım böyle : Felaket kapıyı çalıncaya kadar seyret ama sakın önlem alma. Derelere akıtılan zehirler, içme suyumuza karışan kanalizasyon suları, denizlere vahşice akıtılan kimyasallar, kanserojen tarım ilaçları, gıdalara bulaşan glifosat gibi zehirler, atık sular, çöpler... Yemyeşil çevreye atılan, toprağa gömülen binlerce varil içindeki kimyasal atıklar, filtresiz bacalardan üstümüze çöken zehirli dumanlar, devasa gemilerle ülkemize sokulan milyonlarca ton hurdalar... İzmir’in Çernobili” olarak bilinen Gaziemirde radyoaktif atıklar nedeniyle ölçülen radyasyon oranı yasal sınırın 7 bin 291 kat üzerinde.

Önce kanalizasyonları denize boşatıyor yani Marmarayı lağıma çeviriyor, sonra da milyarlarca dolar gerektiren temizleme krizine giriyoruz. Gaziemirde olduğu gibi önce radyasyon gibi ölümcül atıkları tertemiz çevreye atılırken göz yumuyor, sonra da uyarılara rağmen seyrediyoruz. Önce göl havzasında havaalanı yapıyor, sonra da göl oldu diye şikayet ediyoruz? Önce dere yataklarına göstere göstere çok katlı binalar dikiyor, sonra da sel baskını ve heyelanla bir sürü canımız ve kaynaklarımız yok olurken ağlıyoruz. Eskiden kedi köpek sorunu yoktu. Şimdi milyonlarca başı boş kedi köpek kuduz, toksoplazma, kist hidatik gibi bir sürü hastalık için tehlike yaratırken bu riskler yetkililerin umurunda değil. Köpekler çocukları parçalarken seyrediyoruz. Sanki bu riskler kasten yaratılıyor. Önce tehlikeyi yaratıyor, sonra ağlıyoruz. En baştan önlem almak sosyetemizi bozuyor. 

Her konuda böyleyiz. Mesela meşhur İstanbul sözleşmesi. Önce meclisin neredeyse tamamıyle İstanbul sözleşmesini kabul ettik, sonra da bu sözleşme aile kurumunu çökertiyor, boşanmaları ve kadına şiddeti artırıyor, ahlaki bozuyor diye iptal ettik. Bir sözleşmeyi imzalamadan önce dikkatlice okumak çok mu zor? Ama sorun okuduğunu anlama konusunda. Okuduğunu anlamayı gösteren uluslararası PİSA testinde Türkiye sonuncu. Yani okuduğunu anlamıyor. Bizi bu hale getiren Fulbright eğitimi ise aynen devam ediyor. Değiştirmeye bile gücümüz yetmiyor. Çünkü onu da okumadan veya anlamadan imzalamışız, dönemiyoruz. 

Faizden dövize, enflasyondan hayat pahalılığına, üretimden tüketime, artan hastalıklardan pandemiye hadar... Her konuda böyleyiz. Önce sokağa çıkana ceza, sonra cezaları iptal. Önce maske tak, sonra çıkar. Diyabeti ve diyabete bağlı bir düzine hastalığı patlatan GDOlu mısır şekerine önce izin ver, sonra da yasaklıyormuş gibi yap ama asla yasaklama. Diyabete bağlı hastalıklara her yıl 25 milyar dolar harcayalım. Sigara ve alkol tekelini önce yabancılara satalım, bundan geçimini sağlayan 5 milyon insanı işsiz kalsın, sonra da sigara, alkol ve yol açtığı hastalıklara her yıl 25 milyar dolar ödemek için yüksek faizli borç dolara yeni tavizler verelim. Bunları kendimiz üretsek, 5 milyon insan bu işle geçinse ve döviz ülkede kalsa olmaz mı? Olmaz, fiyakamız bozulur. Önce uyuşturucu girişine, sanal kumara ve kripto soygunlara ve yurt dışına kaçırılan milyarlarca dolara göz yum, sonra bunları tek tek yakalamak için binlerce operasyon yap. Örnekler sonsuz. Önlemek daha kolay ama işimize gelmiyor.

Özetlersek, davranışlarımız bebek düzeyinde. Herkesin bildiği gibi bebekler kakasını çişini altına yapar, üstünde belenir, sonra rahatsız olur, birinin gelip temizlemesini bekler. Birileri gelip temizleyinceye kadar da ağlar, pisliğinde debelenir. Annesi temizleyici rahatlar, uykuya dalar, mışıl mışıl uyur. Bu benzetme rahatsız edici olsa da acı gerçek bu. Her konuda böyleyiz : Mesela yıllardır bütün pislikleri denize boşaltır, sonra kirlilik içindeki bu denize girer, içinde debeleniriz. Müsilaj ve kirlilikten sonra canlı hayat sona erince milyarlarca dolar sarfederek temizlemeye çalışırız. Ergeneden, müsilaja, Haliçten İzmir ve İzmit körfezin kadar başımıza gelen budur. Önce kirletmesek olmaz mı? Olmaz, fiyakamız bozulur. Avrupanın milyonlarca ton çöpünü alır, bu çöplerle cennet vatanın içine eder, sonra da bu çöpleri temizlemek için milyarlar harcarız.

Önce deniz kumuyla fay hattında inşa edilen şehirler kurar, sonra bu binalar çökünce depreme karşı dönüşüm plağıyla hurda demirle inşa edilen şehirler inşa ederiz. Önce dere yatağına, heyelan bölgesine binalar yapar, sonra bunlar altında kalınca ağlamaya başlarız. Önce her yere özel okullar ve üniversiteler için trilyonlar harcarız, sonra bu diplomalar işe yaramıyor diye ağlarız. Bu bebek davranışının nedeni aydın ve bilim dünyasını, siyaset ve çalışma hayatını esir alıp zombiye çeviren, insanımızı idrakten yoksun ve düşünemez hale getiren Fulbright eğitim sistemidir.

Her alanda böyleyiz. Mesela sağlık alanında sağlığa zararlı ne kadar madde varsa bunları topluma yedirir, içirir, sonra da bunları yapanları listeler halinde yayınlarız. Hatta Avrupanın zehirli diye geri yolladığı sebze, meyve ve gıdaları da iç piyasaya yedirir, sonra da onbinlerce gıda muhendisini bunları tesbit için görevlendirir, boşuna para ve zaman harcarız. Sigara, alkol, fastfood, GDO, mısır şekeri, transyağlar, tarım ilaçları, kimyasallar halkı zehirler, hasta eder, sonra da her yıl 800 milyon hasta randevü bulmak için dolaşır durur. Kendini önlenebilir hastalıklarla hasta ettikten sonra ithal ilaç, aşı, tıbbi malzeme ve teknoloji için milyarlarca dolar harcar. Son 30 yılda trilyonlarca dolar harcadıktan sonra şimdi cari açığı kapatmak için borç dolar dileniyoruz. Halbuki daha işin başında önlem alınsa trilyonlarca dolarlık gereksiz harcamaya gerek kalmadığı gibi, sağlıklı toplum olacağız. En basit örnek sigara, alkol ve yarattığı sağlık sorunlarına her yıl harcanan 25 milyar doların son 40 yıldaki faturası ne kadar? Sadece sigaradan her yıl 110.000 insanımız ölürken milyonlarcası da hastalıktan sürünüyor.

Alkolizm ve uyuşturucu hızla yayılırken amatem merkezleri açmakla meşgulüz. Artan kısırlık yüzünden tüp bebek merkezlerine harcanan para ne kadar? Hastalıkların önlenmesi ve sağlığın korunması yerine pahalı ilaç ve teknoloji ithali ile dev hastaneler kurtuluş modeli olarak sunulduğu için hasta toplum olmak, hastalıklar içinde kıvranmak kaderimiz oluyor. Her çeşit hastalıktan kısırlığa, müsilajdan çevre kirliliğine kadar önlemek daha ucuz ve kolay olmasına rağmen neden tersini yapıyoruz? Bilimin gereğini yapmadıktan sonra, milyon tane üniversiten olsa ne yazar? Bilimden nasibini almayan bir ülkenin kötü kaderi bu. Fastfooddan mısır şekerine, içkiden sigaraya kadar artan ithalat, işsizlik, cari açık, enflasyon, diyabet ve her çeşit hastalık artışına yol açarken, kıt kaynakları ilaç ve teknoloji ithaline harcıyoruz. 

Küresel sömürü sistemini anlamadan olayların perde arkasını göremeyiz. Gelişmiş ülkeler halkın parasını üretken yatırımlara dönüştürürken, sömürge ülkeler halkın parasını tüketime, ithalata, betona harcar, kripto soygunlara göz yumar, yolsuzluğa kurban eder, aşırı vergi ve enflasyonla üstüne yatar. Toplanan vergiler ödenecek borçların faizini bile karşılamayınca yeniden yüksek faizli borç girdabına düşer. Borç alan emir alır.

Depremde yüzbinler enkaz altında kaldıktan sonra bile aklımız başımıza geliyor. Depremin faturası yüzlerce milyar dolar. Bu rakama çürük diye yıkılacak milyonlarca bina dahil değil. Yüzlerce üniversitesi, yüzbinlerce akademisyeni olan bir ülkede binalar neden çürük. Fay hattından, dere yatağından haberleri mi yok? Mağara adamlarının yaptığı evler tarihe meydan okurken, teknoloji çağında binlerce mühendisin kontrolünde yapılan binalar çürük diye yıkılıyor. 

Bütün bunların nedeni öngörü ve önlem merkezinin olmayısıdır. Fulbright eğitimiyle öngörü ve önlem yetenekleri felç edilen, zihinleri bitkisel hayata sokulan ülkelerin kaderi budur. II. Dünya savaşından sonra dikte edilen binlerce anlaşma sonucu eğitimden yaşam tarzına kadar teslim alınan ülkelerin kaderi, kördüğüm olan sorunlar içinde debelenmektir. Modern sömürü zihinleri işlemez hale getirmekle başlıyor. OECD verilerine göre, halkın %40’ı okuduğu en basit metni bile anlayamıyor. Entelektüel bir metni ise anlayıp çözebilecek yahut bir konuda araştırma yapabileceklerin oranı %3. İşin içine kanıta dayalı bilgiyi değerlendirebilmek ve karşıt görüşlere bakarak bir sentez yapabilmek girince bu oran %1’in altında. Bunun anlamı, toplumun çoğunluğu ile tartışmaya girmenin anlamı yok, sizin fikrinizi anlayabilecek seviyede değiller. Fulbright sömürge eğitiminin zombileştirdiği bir toplumda kime ne anlatıyoruz?

Pandemiden artan hastalıklara kadar yürütülen hastalık savaşını bile idrak etmekten aciz durumdayız. Bedensel, ruhsal, sosyal ve zihinsel yönden hasta toplum olduk. Her yıl 800 milyon hasta müracaatı ne demek? Bununla övünen başka bir toplum var mı? Sanki hasta olmak imtiyaz, tedavi olmak bir lütuf. Dev hastaneler sağlık anlamına gelmiyor. Harcanan milyarlarca dolarlık ilaç, aşı ve tıbbı teknolojiye rağmen hastalıklar çığ gibi artıyor. Herkes hasta ve randevü bulamıyor. Bu işin sonu nereye gidecek? 

Yaşadığımız çevre bizi hasta eden kimyasallar, katkı maddeleri ve sağlığa zararlı maddeler içeriyor. Küresel şirketler çevreyi kirletirken, sigara, alkol, fastfood, kirli hava… ile bizi zehirlerken, kimsenin sesi çıkmıyor. Sigara, alkol kanser ve kalp hastalığına yol açıp öldürürken, hastalık ve kötülük lobisi evrensel hukuk ve özgürlük diye direniyor. Sağlıkta küresel oyunları idrak ederek gerekli önlemleri alacak Tıbbi istihbarat örgütü yok. Küresel akıl sağlık yönetimlerini DSÖ yoluyla kontrol altına alıyor. Bilim dünyasına yön veren küresel akıl, ülkelerin bağımsız önlem almasını engelliyor. GDO, sigara, alkol, fastfood, katkı maddeleri, tarım ilaçları, mısır şekeri gibi sağlık düşmanlarına dokunan yönetimler, karşısında küresel şirketlerin çıkarlarını savunan AYM gibi hukuk kurumlarını buluyor. Sağlık ve hayatımızı koruması gereken kurumlar maalesef halkın yanında değil. Bu yüzden telef oluyoruz. 2020

 

 



Bu yazı 410 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,487 µs