Hasta olup en modern hastanelerde tedavi olmak mı istersiniz, yoksa hastalıklardan uzak, sağlıklı uzun bir ömür mü istersiniz? Tabii ki akıl sağlığı yerinde olan herkes ikinci şıkkı tercih edecektir. Çünkü hastalanmak marifet, tedavi olmak ise lütuf değildir. Asıl olan sağlıktır ve sağlığı korumaktır. Bu nedenle ‘halk içinde muteber bir nesne yok sağlık gibi…’ anlayışı devletten bile üstün tutulmuş ve ‘her işin başı sağlık’ denmiştir.
Çağımızda sağlığı korumanın yolu hastalıkları önlemek ve sağlığı tehdit eden risk faktörlerinden korunmaktan geçer. Bu nedenle aklı başında ülkelerde önleyici kardiyoloji, önleyici kanser… gibi uzmanlık alanları sağlık yönetimlerinin önemli yardımcısı olan bilim dallarıdır. Sağlığı tehdit eden her türlü tehlike bu sağlık otoriteleri tarafından yok edilir. Ancak ülkemizde ne yazık ki böyle bir anlayış olmadığı gibi bu çeşit kurumlarda yoktur ve zavallı halkımız sağlığı tehdit eden her çeşit tehlike ve felaket karşısında çaresiz ve sahipsizdir. Toplumu kıt imkanlarla aydınlatmaya çalışan ve bilimsel raporlar sunan bilim dernekleri ise yaptırım gücü olmayan kurumlardır.
Aşağıdaki yazıda halkımızı yok oluşa sürükleyen kötü kaderin kanıtlarını okuyacak ve sağlık adına bize anlatılan masalların aslında hastalıklar içinde kıvranan bir toplumun acı hikayesi olduğunu göreceksiniz.
ABD istatistikleriyle konuya girmek moda olmuştur. Sanki eyaletiymişiz gibi Amerika rakamları verilir ve sonra konuya geçilir. Biz bu modanın aksine kendi bilim insanlarımızın ülkemizde yaptığı, felaketin boyutlarını gösteren değerli araştırmaları, moral bozucu da olsa özetleyelim :
Son yıllarda hipertansiyon, koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği, diyabet ve şişmanlık adeta salgına dönüşmüş durumda. 17 milyon kişi hipertansiyon hastası, çoğunun bundan haberi bile yok. Şeker hastası sayısı hızla artıyor, şimdiden 10 milyon oldu.
Geçtiğimiz yıl yeni bir olimpiyat rekoru daha kırdığımız açıklandı. Madalyalar kimlere verildi bilmiyoruz. Bilinen şu : 5 yıllık sonuçları yeni açıklanan ‘Vasküler Risk’ araştırmasına göre, Türkiye’de yüksek risk taşıyan kalp damar hastalarında tedavi, önleme ve koruma yetersiz durumda. Son 5 yılda stent ve baypas ameliyatı için hastaneye yatış oranı % 90 artarken, kalp krizi ve inmeye bağlı ölümler % 270 artmış bulunuyor. Birazcık aklı ve mantığı olan herkes şu soruyu sormaz mı? Milyarlarca dolara mal olan bu tedavilerin amacı kalp krizi ve inmeye bağlı ölümleri azaltmaksa, bu astronomik artışın nedeni nedir? Burada bir çelişki yok mu? Tedaviler artarken ölümler ve hastalıklar azalmıyor tam tersine inanılmaz derecede artıyor. Sanki bir soykırımla karşı karşıyayız. Bir toplum, adeta hastalık ve ölüm uçurumuna itiliyor. Bu felaketi sorgulayacak bir Allah’ın kulu yok mu?
Milyarlarca dolarlık sağlık harcamasını saadet zinciri haline gelmiş küresel hastane zincirlerine, ilaç ve teknoloji şirketlerine, vermesine verelim de, hastalıkları önleme karşılığında versek ve sağlığımızı korumuş olsak daha mantıklı olmaz mı? SGK ne diyor acaba?
Türk Kardiyoloji Derneğinin öncülük ettiği HAPPY araştırmasının sonuçları ne yazık ki ismine uygun değil. Neden ve kimin için happy? Türkiye’de yapılan araştırmalara niye yabancı isimler veriliyor ayrı bir konu. Happy isimli araştırmaya göre ülkemizdeki Kalp yetmezliği oranı, dünya ortalamasının 3 katına çıkmış, dünya ve olimpiyat şampiyonu olmuşuz haberimiz yok. Madalyalar kime verildi bilmiyoruz. Bildiğimiz şu ki; bu şampiyonluk daha uzun yıllar devam edecek...4 milyon kişide kalp yetmezliği mevcut. Buna yol açan en önemli neden olan koroner kalp hasta sayısı ise 3 milyonu geçti. Temel nedenlerden biri olan kolesterol değerleri ise toplumun yarısında anormal olmasına rağmen, insanlar doğal tedaviyle uyutuluyor.
Kalp yetmezliğinden taburcu olan hastaların % 30’u 3 ay sonra tekrar yatıyor. Bu hastaların 5 yılda yarısı ölüyor. Şimdi can alıcı soruları soralım: Hasta sayısının aynı kalması halinde hastalık artış hızı nedir? Bu artış hızında 10 yılda birikecek olan hasta sayısı ne kadardır? Rekor düzeyde artan hasta sayısını tedavi için kaç yatağa ihtiyaç vardır? Asıl Da Vinci’nin şifresi bu! Her köşe başına açılan hastane zincirlerinin hikmeti vücudu bu ‘gizli formül’ de mi saklıdır? Sonuçlarla uğraşmaktan ve performans puanı toplamaktan bunları çözmeye ve sebepleri önlemeye zaman ve gücümüz kalmıyor.
Neden şampiyonuz?
Cevap; kalp yetmezliğine yol açan risk faktörlerinin patlama yapmasında gizli. Kalp yetmezliği olgularında hipertansiyon oranı % 74. Kalp yetmezliğinin üçte iki nedeni ise koroner kalp hastalığı, ülkemizde hızla artıyor ! Türk Kardiyoloji Derneği’nin 2007 yılında Sağlık Bakanlığına sunduğu ‘Ulusal Kalp Sağlığı’ raporuna göre, koroner kalp hastalığı insidensi 1990-2005 arası yılda %5-6 arttı. 2005-2015 arasında ise bu hastalığın yılda % 7 artması bekleniyor. Bu hastalıktan ölümün, önümüzdeki 10 yılda % 100 artması bekleniyor. Amaç ise ölümleri 10 yılda % 30 azaltmak. Yani ölümleri %30 azaltabilirsek ne mutlu bize. Kalan %70’e hayırlı yolculuklar mı diyeceğiz?
Peki 90’lı yıllarda durum nasıldı? 1994-1999 yılları arasında da Kore’den Meksika’ya 37 ülke arasında kalpden ölümlerde dünya ve olimpiyat şampiyonu olduk. Koroner kalp hastalığı hızla arttığına göre önümüzdeki yıllarda da madalyaları garantilemiş bulunuyoruz.
Hipertansiyon sıklığı ülkemizde adeta salgına dönüştü. Hipertansiyonlu hasta sayısı rekor kırarak 17 milyona ulaştı. Herkesin elinde torba torba tansiyon ilacı. Peki bunca ilaca, tedaviye, astronomik sağlık harcamalarına rağmen tedavide başarılı olabiliyor muyuz? Ne yazık ki akıntıya kürek çekiyoruz. Hipertansiyon tedavisinde başarı oranımız maalesef çok düşük. Tüm hipertansifler dikkate alındığında başarı oranımız % 13.6 Halbuki, hipertansiyon tedavisi ile kalp yetersizliği gelişimi % 50 azalır, kalp krizi geçirmiş hastalarda ise kalp yetersizliği gelişimi 80% azalır. Aydınlar, bilim adamları ve ilgililer bu konuda çözüm için neden TVde tartışma programları yapmıyor? Toplumu yozlaştıran programlardan daha mı önemsiz?
Kardiyoloji derneğinin reklamları sonucu halkın risk faktörlerine karşı farkındalığı %7 artmış.
Peki artmışta ne olmuş, hastalıklar mı azalmış? Ne gezer… Hasta sayısı ve performans puanımızı artıran işlem sayısı daha da artmış. Bu ülkede insanlar herşeyin farkında, bile bile risk alıyor. Kırmızı ışıkta geçen de, sigara içen de her şeyin farkında. Medyanın beyinlere yazdığı program böyle. Bu yüzden sigara içen de, aşırı yemek yiyen de ‘elimde değil’ diye sızlanıp duruyor. Biat ve itaata dayalı toplumlar için yaptırım gerekiyor. Başka yolu yok. Sigara, alkol, fastfood, sodyumlu katkı maddeleri, şekerli gıdalara… risk primi eklenmeli. Çünkü bu maddeleri kullananların hastalık masrafları, sağlığına dikkat edenlere göre katbekat daha fazla. Toplanan paralar, deprem kesintisine dönmeden bu maddeleri kullananlar için SGK’ya gitmeli. Sağlığına dikkat edenler, riske girenlerin faturasını niye ödesin?
Kalp yetersizliği, kalp krizi ve ölüm riskini kat kat artıran diyabet ise, TURDEP-2 (2010) araştırma sonuçlarına göre son 13 yılda % 90 arttı. 2030 yılı için öngörülen rakamlara 2010 yılında ulaştık yani 2030’a kadar alacağımız madalyaları daha şimdiden almış olduk. Her çeşit yiyecek ve içeceğe katılan Amerikan mısır şekeri ve cezbedici yiyecek reklamları sayesinde yarın kapılardan sığmayan ve şeker hastalığından hastane kapılarında sürünen bir topluma dönüşürsek şaşırmayın.
Türkiye büyüyor. Nasıl ve Nereden?
TURDEP-1 ve TURDEP-2 (2010) verilerine göre göbek ve kalçadan büyüyoruz. Türk kadını 13 yılda 6 kilo alarak, 72 kilograma, Türk erkeği de 7 kilo alarak 80 kilograma yükseldi. Toplumun yarısından fazlası şişman ve bunların % 70’inde karaciğer yağlanması mevcut. Karaciğer yağlanması olanların %20’sinde ise yağlı hepatit gelişiyor.
Diyabet ise hızla artıyor. Türkiye'de diyabet prevalansı % 90 arttı. 1997de % 7.2 iken, 2010’da % 13,7'ye ulaştı. Bozulmuş Glukoz Toleransı % 107 arttı. 1997'de % 6,7 iken 2010’da % 13,9'a yükseldi. Postprandiyal hiperglisemide aynı oranda arttı. Bu üç grubun oranı % 40’a ulaştı. İlaç kullanması önerilen bu kadar insana SGK dayanır mı? Bu konuda SGK ne diyor acaba?
PURE isimli araştırmanın sonuçları ise tam bir felaket :
Türkiye'de şişmanlık ve diyabet alarm veriyor. Metabolik Sendrom Derneği tarafından yürütülen araştırmanın 2010'da açıklanan verilerine göre, her iki kişiden birinde şişmanlık, her dört kişiden birinde şeker bozukluğu saptandı. Günlük oturma süresi ise 6 saati aştı. Türkiye'nin de olduğu 17 ülkede yapılan çalışmaya göre toplumun % 42'sinde hipertansiyon, % 52'sinde şişmanlık, % 54'ünde yüksek kolesterol saptandı. Halkın % 2'si inme, % 6'sı da kalp krizi geçirmiş durumda. Yani 4.4 milyon kişi kalp krizi geçirmiş. Metabolik sendrom ise Türkiye için bir salgın: % 43 !
Sağlık Bakanlığı ile Başkent Ünversitesi işbirliğiyle 2005 yılında açıklanan araştırmada ise; Türkiye'nin hastalık haritası çıkarıldı. 250 bin kişi üzerinde yapılan ve üç yılda tamamlanan araştırmanın çarpıcı sonucu tam bir felaket. Sanki soykırım. Ülkemizde ölen 430 bin kişiden 372 bininin, sırf yaşam alışkanlıklarını değiştirmediği ve önlenebilir riskler dikkate alınmadığı için öldüğü ortaya çıktı. Sağlığa dikkat edilse pisipisine ölen bu insanların çoğu hayatta olacaktı. Yani sağlığa dikkat edilse toplam ölümlerin yüzde 86'sı önlenebilir. 250 000 kişi üzerinde yapılan bu kadar kapsamlı bir araştırma daha var mı? Bu araştırmanın parasını kim vermiş? Bilen var mı? Aydınlar ve bilim adamları niye bu konuları TV’de tartışmıyor? Çok mu önemsiz?
Bilim; Sebep - Netice ilişkisini araştırır. Neden?
Kötü kaderimizi yani neticeyi değiştirmenin yolu, buna yol açan sebepleri düzeltmekten geçer onun için. Bilinçaltımıza yazılan cümle ne diyor ? Hatice’ye değil neticeye bak ! Hatice bir sembol. Sembol; hastalık üreten yaşam tarzımız. Bu yaşam tarzına dalmanın sonucu ise felaket: Salgın halini alan hastalık patlaması ve her yere yayılan dev hastaneler. Hastalıklar sonuçtur. Kalp krizi ve kalp yetersizliği sonuçtur. Bu sonuçlara yol açan sebepler risk faktörleri; Hipertansiyon, diyabet, obesite, sigara, bermuda şeytan üçgeni(koltuk, taşıt, asansör). Sonuçlarla uğraşmaktan (biz doktorlar için performans puanı kazanmaktan) sebepleri önlemeye zaman ve gücümüz kalmıyor.
Küresel sağlık anlayışı ise sonuçlarla uğraşmayı pompalıyor. Neden?
Sonuçlarla uğraşmak karlı bir iş, altın yumurtlayan dev bir sektör. Sebepleri yok etmek ise, Altın yumurtlayan tavuğu kesmek. ABD sağlık sektörü 2007 rakamı : 2.4 trilyon $. Bilinenin aksine en büyük sektör !
Önlenebilir hastalıkların yol açtığı organ yetmezliği olan hasta sayısı ise son 10 yılda 5 kat artarken, bu hastaların tedavisi için her yıl 4 milyar dolar harcıyoruz. Önlemek ve korumak çok daha kolay, ucuz ve mantıklı olmasına rağmen milyarlarca doları da organ nakilleri için harcayacağız.
Kanser ise sağlıksız çevre ve yediğimiz, içtiğimiz, soluduğumuz zehirler nedeniyle giderek artıyor. Son 7 yılda kanser % 100'den fazla arttı. Bu artışın en fazla olduğu yer, yoğun nüfusun ve kirli sanayinin merkezi Marmara bölgesi. Ciddi önlemler acilen alınmazsa önümüzdeki yıllarda kanser patlama yapacak. Toplum, hastalıklar içinde kıvranırken ömrünü hastane kuyruklarında tüketecek. Merak etmeyin dünyanın en modern teşhis ve tedavi cihazları ve kanser ilaçları emrinizde. Hastanelere alınması teşvik edilen 3 milyon dolarlık Da Vinci robotuyla ameliyat çocuk oyuncağı imiş. Ameliyat olmaktan artık korkmayın(!) Medya her gün bunların reklamını yapıyor.
Parası olmayanlar üzülmesin. Her Allah’ın günü medyada arzı endam eden bitki uzmanları ve Atlantik ötesinden bizi kurtarmaya gelen sözde değil özde doktorlar hizmete hazır. Kanser olmaktan korkmayın. Yeter ki cebi dolgun akıllı hasta olun. Nasıl akıllı hasta olunacağı konusunda ise kitaplar hazır. Mucize bitkilerle, sihirli gıdalarla ve teknolojik rüyalarla medya tarafından uyutulan zavallı bir toplumun içler acısı hali budur. Akıllı sağlam nasıl olunur? Asıl Da Vinci’nin şifresi bu! Sağlık ve hayatınızın kilitlendiği bu şifreyi sakın çözmeye kalkışmayın. Herkes akıllı sağlam olursa o zaman sektör çöker.
Son 40 yılda hastaneye yatan akciğer kanserli hasta sayısı 43 kat arttı. Nereden nereye... Eğer bilimden ve bilgiden nasibimizi alsaydık, bu % 4300’lük artış yerine tersine azalma olurdu. Türkiye'de her yıl 15 bini primer 80 bini metastatik olmak üzere yaklaşık 95 bin kişide beyin tümörü teşhisi konuluyor. Bu her yıl artıyor. Radyasyonu hafife almaya devam edersek, bin beterini göreceğiz. Allah bilime ters davranan kullarını niye korusun? Bu kafayla gidersek kanserli hasta sayımız 2020 yılında 10 milyonu aşacak ve kanserden ölümler kalpten ölümleri sollayacak. Ömrümüz hastane kapılarında sürünmekle geçecek.
Astım ise Türkiye'de 5 milyon insanı etkilerken, hastaların çok az bir kısmında yıl boyunca tam kontrol sağlanabiliyor. Hepatit B- C taşıyıcısı, 6 milyona ulaşmış. Bu zeminde gelişen hepatit ve siroz sayısını bilen yok.
Türk Nefroloji Derneği tarafından yapılan CREDİT isimli araştırma, sekiz milyon kişinin böbrek hastası olduğunu gösterdi. Yani her yetişkin 6 kişiden birisinde kronik böbrek hastalığı bulunuyor. Diyaliz yapılan hasta sayısı ve organ nakilleri çığ gibi artarken buna yol açan diyabet ve hipertansiyonu önlemede aciz kalıyoruz. Milyarlarca dolarlık faturayı ödeyen Sosyal güvenlik ise açık üstüne açık veriyor.
Türkiye'de ruh ve akıl sağlığı da alarm veriyor. Toplum depresyon ve panik içinde. İnanmayan varsa, gazetelere ve televizyona göz atsın veya trafiğe çıksın yeter. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütünün Akıl Sağlığı raporunda, 21 OECD ülkesi arasında sonuncu olduk.
Demek ki bilimin, bilginin ve sağlığın sadece lafını ediyoruz. Gerçek hayata yansıyan ise bilim değil hastalık ve cehalet. Hasta sayısı artmış, muayene sayısı rekor kırmış herkes bununla övünüyor. Hastalar ise ellerinde tomografi filmleri, tahlil dosyalar, ilaç torbaları ile çekap modasına uymuş hastaneleri tavaf ediyor. Tekrar tekrar anjiyo olanlar, baypas olanlar, damarlarına pırlanta yüzük taktırmış gibi stentten bahsedenler… Sanki hasta olmak imtiyaz, tedavi olmak bir lütuf! Ne biçim bir moda, nasıl bir anlayış? Sağlıklı yaşamanın bilimsel formüllerini uygulamak neden kimsenin aklına gelmiyor? Çekap madenleri dünyanın bitmeyen tek ekonomik kaynağı. Çözüm diye dayatılan her şey, trilyon dolarlık küresel sektörü şişirmekten başka işe yaramıyor. Artan sağlık harcamalarına rağmen, toplum daha sağlıklı değil.
Keşfettiğimiz ve ürettiğimiz ile değil, satın alıp tükettiğimiz şeylerle övünüyoruz. Asıl tükettiğimiz ise sağlık ve hayatımız. İlaç tüketimi % 500 artarken hasta sayısı azalacağına % 500 artmış. Burada bir çelişki yok mu? En modern tansiyon ilaçlarını kullanmamıza rağmen tedavide başarı oranımız bile maalesef % 13.6 Büyük çoğunluk olan % 86 hasta ise çaresiz. Ey aydınlar, bilim adamları ve ilgililer, neden bu konuları medyada sabahlara kadar tartışmıyorsunuz? Çok mu önemsiz? Toplumu imhaya dönüşen sağlık savaşında söyleyecek lafınız yok mudur? Uzaylı yaratıklarla, UFO’larla, hurilerle, tarihi masallarla toplumu uyutma daha ne kadar sürecek? Toplumu yozlaştıran zihinsel işgal ne zaman sona erecek?
Bunca bilimsel ve teknolojik ilerlemeye rağmen hasta sayısı azalacağına artıyor. Ne bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, ne mahalle aralarına kadar yayılan dev hastaneler ve ne de giydiğimiz kırmızılar kötü kaderimizi değiştiremiyor. Neden acaba? Nerede hata yapıyoruz? Eksik olan nedir? Başarısızlığın nedenleri ve çarelerinden habersiz, önce hasta oluyor sonra tedavi oluyoruz. Boyun eğdiğimiz bu kaderi sorgulayacak kimse yok mu? Hasta eden yaşam tarzı yüzünden, sağlık ve hayatımız tükeniyor. Bilim dünyamız ve aydınlarımız bu kötü kader için ne diyor acaba?
Çare ; doktor İthali mi, yoksa sağlığı koruma mı?
Bilimsel çözümün yolu bellidir : Bilim adamları çözümü önerir, aydınlar tartışır, yönetimler uygular. Aydınlar neyi tartışıyor? Cennette kaç huri, melekler kaç kanatlı veya malum konular… Amerika ve Avrupa’da olan Koruyucu Kardiyoloji uzmanlığı neden yok? Bu büyük eksikliği ne zaman gidereceğiz? Kimden izin almamız gerekiyor?
Zihinsel işgal beyinleri işlemez hale getiriyor. En büyük felaket bu !
Düşünce ve idrak alanında da ciddi sorunlar yaşıyoruz. Bilimsel düşünce yerine inşa edilen biat ve itaat anlayışı yüzünden söylenen her şeye inanıyoruz. Domuz gribinde bile ne yapacağımızı şaşırdık. Bilim adamları, doktorlar, aydınlar ve ilgililer birbirine girdi. Zihinsel işgal beyinleri işlemez hale getiriyor. En büyük felaket bu !
Alkol tüketiminde dünyanın parlayan yıldızı olacakmışız. Peki oluyor muyuz? Medyanın üstün gayretleri ve tam sayfa reklamlarıyla çocuklar bile alkole özendirilirken, içki tüketimi 2008 yılında % 20 artmış bulunuyor. Şarap tüketiminde ise % 66 artışla tarihi bir rekor kırdık. İçki tüketimi bu kadar hızla artan başka ülke var mı? Avrupa Birliği alkole karşı tarihinin en büyük savaşını açarken, alkole vergi indirimi yaparak içki tüketimini artırmak ve yabancı şirketleri korumak bize düşüyor. Alkolizme ve her çeşit uyuşturucuya sürüklenen bu toplumu kim koruyacak? Bunların yol açtığı hastalıklar ve sosyal felaketleri, olmadan önlemek aklın ve bilimin gereği değil mi? Film ve dizilerde sürekli kadeh tokuşturma sahneleriyle yapılan bilinçaltı gizli reklamlara ne zaman son verilecek? Toplumu alkole alıştırdıktan sonra alkol bağımlılığını tedavi merkezleri açmanın mantığı ne?
Sigara, alkol ve bunların yol açtığı sorunlara ödediğimiz 50 milyar dolar, sağlığa harcadığımız parayı çoktan geçiyor. Yani kendimizi hasta etmek için harcadığımız para, tedavi için harcadığımızdan daha fazla. Sosyal Güvenlik Kurumu bu konuda ne düşünüyor acaba? Sigara, alkol ve pisboğazlığın sonucu ortaya çıkan sağlık harcamalarını, sağlığına dikkat edenlerin primlerinden karşılamak akla, mantığa, hukuka uygun mu? Hastalık faturalarını sağlığa zararlı maddelerin fiyatlarına ekleyerek faturayı, bunları kullanan özgürlük şampiyonlarına ödetmek gerekmez mi? Sigara yasağına hala tepki gösterenlerin sağlık harcamalarını biz niye ödeyelim? Hakları varsa, kendilerini zehirleyen şirketlerden alsınlar.
Bizi hasta edenler, vergi indirimi dahil her türlü kolaylığı zorlarken, bilim dünyamız kuyruğu peşinde koşan kedi gibi sonuçlarla boğuşmaktan yorgun. Daha sigara ve alkol olayını bile çözemedik. Hastane acil kapılarında ve restoranlarda insanlar fosur fosur sigara içerken, alkole bağlı cinayetler, adli olaylar, trafik kazaları canlarımızı yakarken biz neyi tartışıyoruz? Sebepleri yok etmek, hastalık üreten bataklığı kurutmak kimsenin işine gelmiyor.
Her köşe başına dikilen hastaneleri sağlıkta gelişme olarak yorumlayan ve sonra da bu hastanelere davul zurnayla ithal doktor arayanlara, şu gerçeği bir kere daha hatırlatalım: Bilimin, aklın ve İslamın gereği, hastalıkları ve kötülükleri olmadan önlemektir. Yoksa hastalık, kötülük ve yolsuzluk toplumsal çürümeye yol açtıktan sonra her yere hastane, hapishane, karakol, mahkeme ve alkol tedavi merkezi açmak değildir. Koruyucu sağlık, koruyucu hukuk ve koruyucu toplum mühendisliği esastır. Bir kişiyi tedavi eden bir sevap kazanır. Toplumu koruyan ve toplum için çalışan sonsuz sevap kazanır. Aklı koruma, nesli koruma, ahlakı koruma, adaleti koruma ve sağlığı koruma islamın temelidir. Hastalıktan sonra tedavi, kötülükten sonra cezalandırma ve günah çıkarma ikincil öneme sahiptir. Tecavüzleri önlemek için sermaye ithali nasıl ki çözüm değilse, hastalıkları önlemek, sağlığı korumak yerine doktor ithal etmek en son düşünülecek iştir.
Hastalıklar niye artıyor ?
TBMM Araştırma Komisyonu, Dilovası’ndaki kanser patlaması üzerine bölgenin boşaltılmasını öneriyor. Peki ya o fabrikalarda çalışanlar ne olacak? Çevre felaketine yol açtığı ve önlemleri milyarlarca avro tuttuğu için cennet vatanımızın en kalabalık bölgelerine kaydırılan Avrupa’nın kirli işleri ölüm saçıyor. Küreselleşmenin acımasız kar hırsı yüzünden zehirli çevre canavarı sanayiler ölüm kusuyor.
Havadaki kadmiyum oranı ise, Avrupa Birliği’nin tehlike sınırı kabul ettiği rakamların tam 239 katı yüksek! TÜBİTAK, Kocaeli Üniversitesi ve Gebze İleri teknoloji Enstitüsü ölçümlerine rağmen zavallı işçilerimiz tehlikeden habersiz çalışıyor. Kanserojen maddeler ve kirletilen hava her çeşit kanser, kalp-damar ve akciğer hastalığına davetiye çıkarıyor. Ölümlerden ölüm beğenin! Canlarımız Piyasa tanrısına kurban olarak sunuluyor. Boğaz tokluğuna ölüme gittiğinin farkında bile olmayan zavallı işçilerimizi ve toplumu kim koruyacak?
Derelere akıtılan zehirler, içme suyumuza karışan kanalizasyon suları, yemyeşil çevreye atılan, toprağa gömülen binlerce varil içindeki kimyasal atıklar, filtresiz bacalardan üstümüze çöken zehirli dumanlar, devasa gemilerle ülkemize sokulan milyonlarca ton radyasyonlu hurdalar... Dünyanın çöplüğü oluyoruz. Her türlü kimyasal zehir, tarım ilacı ve kanalizasyonun karıştığı dereler ve nehirler ölüm saçıyor. Kirlenmeyi önlemek yerine kirlendikten sonra arıtmak ne anlama geliyor?
Avrupa ve Rusya’nın ihtiyacını karşılaması için cennet vatanımıza kaydırılan çimento ve diğer çevre canavarları oksijenin önemli bölümünü tüketir çevreyi kirletirken, bizim insanımızın sağlık ve hayatını tehlikeye atıyor. Bizim oksijenimiz tükenecek, bizim çevremiz kirlenecek ve bu sağlıksız çevrede bizim insanımız hasta olacak, kimin umurunda? Sağlıklı bir çevrede yaşama, insan hakkı yani kul hakkı. Bu hakkı gasbedenenler de, seyredenler de kul hakkı yeme suçuna bilerek iştirak ediyorlar.
Bu akıl oyununda işimiz zor.
Kirli hava ve kirlenmiş çevrenin yol açtığı hastalıklarla sürünür, aldığımız parayı ilaç ve hastalıklara harcarken, çimento ve demir ihraç ediyoruz diye seviniyoruz. Bunları ihraç etmeyi Avrupa Birliği bilmiyor mu? Kirlilik ve zararlar bizim ülkemizde kalacak, Avrupalı’da bizden ithal edip tertemiz kullanacak. Bizler boğaz tokluğuna asgari ücretle iş bulduk diye sevinirken, ilaçtan teknolojiye milyarlarca dolar kimin cebine akacak ? Akıl oyunu böyle oynanıyor. Batı ülkelerinin yaptığı gibi hastalık üreten bataklığı kurutmak yerine çevre kirliliği yoluyla sağlık sorunlarına yol açtığı için ülkemize kaydırılan kirli sanayiyi gelişme zannediyoruz. Yaratılan istihdam ve kazanç, yol açtığı hastalıkların ilaç parası bile değil.
Marmara gibi 30 milyon insanın yaşadığı insandan yoğun bir bölgede dünyanın kirli sanayisinin yol geçen hanı oluyoruz. Milyonlarca ton sanayi atığını doğaya zararsız hale getirecek yeterli tesis olmadan bu felakete nasıl izin veriliyor ve neden göz yumuluyor? Cennet vatanımız cehenneme çevrilirken, hastalıkların patlama yapması ve her yeri kaplayan hastane zincirleri… iyi kurgulanmış bir akıl oyunu. Marmara gibi insandan yoğun bir bölgeye Avrupa’nın en kirli sanayisi kaydırılır ve bir çevre felaketi yaşanırken sessiz ve çaresiz kalıyoruz. Brezilya'ya çimento ihraç ediyoruz masalıyla toplum uyutuluyor. Brezilya çimento üretmeyi bilmiyor mu? Dünyanın öbür ucuna mazot tüketmenin mantığı ne?
Canlarımız para hırsının kurbanı
Sadece havamız, toprağımız değil suyumuz da kirleniyor. Temiz çevremiz kirlendikten sonra temizleyecek paramız, göç edecek yerimiz yok. Bu çevre canavarlarını baştan engellemek veya insansız bölgelere kaydırmak mümkün değil mi?
İşsizliğin çaresi sağlık ve hayatımız karşılığında boğaz tokluğuna çalışılan kirli iş alanları olmamalı. Neredeyse sağlam insan kalmadı. Ciğerimize çektiğimiz hava, yediğimiz içtiğimiz her şey sağlığa zararlı partikül ve kimyasal zehir içeriyor. Bilimsel raporları okuyan yok mu? Cennet vatanımızı hastalık üreten bataklığa çevirenlere karşı bizi kim koruyacak? Nerede bilim adamları ve aydınlar? Önce hasta eden ve sonra da tedavi için süründüren kötü kaderimiz ne zaman değişecek?
Ülkemizde öksürük ve nefes darlığı olan astım hastası sayısı 4 milyon. Nefes darlığından ızdırap çeken akciğer hastası (KOAH) sayısı ise 3 milyonu buluyor. En büyük etken olan sigara içimi ve hava kirliliği ise devam ediyor. Hava kirliliğine bağlı kanser riskinin %70’ inden tek başına dizel egzozu sorumlu. Benzine göre bin misli sağlığa zararlı partikül içeren dizel egzozu kalp ve damar sistemi için de zararlı. Kanserden başka astım krizlerine de yol açıyor. Minibüs, kamyon ve çocuklarımızı okula taşıyan dizel araçlardan sağladığımız tasarruf, sağlık ve ilaç masraflarını karşılamıyor. Nasıl bir anlayış ise akıllı ülkelerin tersine dizel kullanımı teşvik ediliyor. Yazık değil mi bu millete.
Gelişmiş ülkeler biyodizele geçerken, bizler biyodizel bile olmayacak yanmış yağları sulu yemeklere veya denize döküyoruz. Yanmış yağların tekrar tekrar kullanılması yüzünden ileri derecede kanserojen ve sağlığa zararlı maddelere maruz kalan mide ve damarlarımız ise her çeşit hastalığa açık. Mazot bile olmayacak yağları afiyetle yiyoruz. Böyle bir çevrede bu kadar çok hasta olmasına şaşmamak gerek. Hastalıklardan yok olmazsak çaresizlik ve duyarsızlıktan kahrolacağız.
Bu felaket kalıcı ve yok edici
Sözde uygar (!) dünyanın çöplüğü oluyoruz. Başka düşmana gerek var mı? Bir toplumu yok etmenin yeni yöntemi : çevre savaşı! Bize dayatılan kirlenmiş çevre ve yaşam tarzı hastalık saçıyor. Çevre felaketi sağlık savaşına dönüşüyor. Önce, hastalık üreten ortamlarda yaşamaya zorlanan ve sonra da kendini tedavi ettirmek için çırpınan zavallı bir toplumun kısa hayat hikayesi budur...
Modern kelimesi ardına gizlenen vahşi ve yok edici bir yaşam tarzı ile karşı karşıyayız. Sadece sağlık ve hayatımız değil, tüm yaşam alanlarımızı, dünyamızı felekete sürüklüyor. Savaşlar geçici bir yıkıma yol açarken bu yıkım ilerleyici ve yok edici. Biz ise bunu idrak edecek bilimsel öngörüyü bile yitirdik.
Sorun özgürlük sorunu, çözüm ise bilim ve akıl oyunu.
Genetik yapısı değiştirilmiş gıdaları AB ülkeleri yasaklarken bizler ne yediğimizi bilmiyoruz. GDO'lu gıdalardan hem şikayet eden hem de afiyetle yiyen başka ülke var mı? Sonuçta ne mi oluyor? Kısırlık nedeniyle tüp bebek merkezleri moda olurken, artan sağlık harcamalarına rağmen hastalıklar azalmıyor tersine hızla artıyor, hasta toplum oluyoruz. Bu felakete acilen dur demeliyiz.
Sağlığa ve çevreye zararlı bu ürünleri bize uzaylılar mı yediriyor? Sel baskınlarından zehir saçan fabrikalara kadar bizi felakete sürükleyen kararları uzaylılar mı alıyor? Neden ağlaşıp duruyoruz? Bunların sağlığa ve topluma zararlı etkilerini önlemek için neden birşeyler yapamıyoruz? Ve neden aklın ve bilimin gereğini yapmaktan aciz durumdayız? Nerede ahkam kesen aydınlarımız ve bilim adamlarımız?
İnsanlar bu dünyanın sorunları altında ezilirken, toplum öbür dünyanın ayrıntıları ve televoleyle oyalanıyor, uyutuluyor. Tehlike ve felaketleri algılayan beynimiz başkalarının kontrolüne geçiyor. Kansız ve vicdansız bir savaşın kurbanı oluyoruz.
Yaşam tarzı denilen kirlenmiş akvaryumda ekonomik, sosyal, ahlaki her çeşit hastalığın dipsiz bataklığında çırpınan kadersiz bir toplumun acı hikayesi bu !
Süper doktorlar hastalıkları önler, vasat doktorlar erken teşhis ve tedavi eder, diğerleri ise hastalıklar ilerledikten sonra rant sağlar. Huang Dee : Nai Ching (Milattan 2600 yıl önce yazılan 1. Çin Tıp Kitabı)
Doktor ithal eden değil, doktor ihraç eden bir ülke olmak dileği ile…
Hangi İstiklal var ki, ecnebilerin nasihat ve planlarıyla yükselebilsin. ATATÜRK 6 Mart 1922, TBMM
Kaynaklar:
1. Yeşilçimen K: Hastalık Üreten Yaşam Tarzımız Nasıl Değişir. Hayy kitap 8. Baskı, 2008
2. Soframızda radyasyonlu çatal var. Hürriyet 14 nisan 2006 S:24
3. Dilovası boşaltılıyor. Hürriyet, 2 temmuz 2006, s:16
4. Yılda 372 bin kişi pisi pisine ölüyor. http://arsiv.sabah.com.tr/2005/07/24/gun101.html
5. Böbrek hastalığında dünya şampiyonuyuz. http://bizimsaglik.com/c/ho.asp?Pagenum=11&id=6455&yid=-1&
6. Duran E.:Kalp ve damar cerrahisi. Sönmez B.:Koroner arter hastalıkları Cilt II, s 1344, 2005.
7. Altun B,Arıcı M, Nergizoglu G, et al . Hypertens. 2005 ;23(10):1817-23
8. ''Vasküler Risk Çalışması'' sonuçları açıklandı. http://www.sdplatform.com/Haber.aspx?HID=2510
9. Türk Kardiyoloji Derneği Ulusal kalp sağlığı raporu – 2007 http://www.tkd.org.tr/pages.asp?pg=432
10. 'Happy' araştırması. http://www.medimagazin.com.tr/medimagazin/tr-kardiyologlar-istanbul8217da-toplandi-676-405-6680.html
11. Arici M, Turgan, C, Altun B, et al. J Hypertension 2010; 28(2): 240-44.
12. TURDEP-1 ve TURDEP-2 (2010) HEM BEL HEM KALÇA BÜYÜYOR. http://kongresunumgazetesi.com/archives/933
13. Türkiye'de şişmanlık ve diyabet alarmı ! PURE – 2010. http://www.sagliktagundem.com/haber/turkiye_de_sismanlik_ve_diyabet_alarmi.htm
14. Organ naklinde 'can alıcı' gerçekler. http://www.saglikaktuel.com/haber/organ-naklinde-can-alici-gercekler-3683.htm
15. ABD sağlık sektörü : 2.4 trilyon $. http://www.medikalteknik.com.tr/web/devam_yazi.asp?idyazi=223
16. ACCF/AHA Guidelines for the Diagnosis and Management Heart Failure in Adults. Circulation 2009;119(14):1977-2016.
17. ESC Guidelines for the diagnosis and treatment of acute and chronic heart failure 2008 Eur. Heart J. 2008;29:2388-2442 (1).
18. Yeşilay alkol raporu - 2009.
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle