En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
14 Haziran 2019

ASIL PANDEMİ BU



YAYIN YILI : 2019

HASTALIK SALGINI NASIL ÖNLENİR? 


Salgın halini alan hastalıklar : Obesite, hipertansiyon, diyabet, metabolik sendrom, kalp damar akciğer böbrek hastalıkları, kanser…  sağlıksız şehirlere hapsedilmiş toplumların kötü kaderidir. Artan hastalıkların baş sorumlusu sağlıksız gıdalar, sağlıksız çevre, gökdelen beton mezarlar, trafik, ekzos, koltuk ve asansöre mahkum edilmiş yaşam tarzıdır. Evde bize kalan tek özgür alan olan koltuğumuz da ise zihinler, binbir kanalla medyanın işgali altında. Reklamlar, diziler… sürekli yeme içmeyi teşvik ediyor. İnsanlar biraz gezelim hareket edelim deseler, rant için işgal edilen kaldırımlar yüzünden adım atacak yer yok. Sağlık ve hayatımız, belediyeler ve gıda sektörünün işgali altında. Kuryeler cirit atarken sağlık için nereden yürüyeceksiniz ve nerede bisiklete bileceksiniz. Kafeler, pastaneler, büfeler, fırınlar, lokanta ve restoranlar, hamburgerciler, meşrubatcılar, biracılar, börekçiler, dönerciler, dondurmacılar, kahveler, daha neler neler… birinden kurtulsanız, diğeri esir alıyor. Buralarda tıkınmak yetmiyormuş gibi eline yiyecek içecek alan kendini mecburen caddeye atıyor. Çünkü kaldırım kenarları da belediye otoparkı. Sağlık ve hayatımız bedensel ve zihinsel esaret altında.  Fakir fukaraya saygı nedeniyle dışarıda yemek yemenin ayıp ve günah sayıldığı bir toplumdan, içtiği çayın bile resmini gösteriş için dünyaya servis eden maddeci bir hayata geçiyoruz. Kaldırımları işgal eden kafeler göstere göstere yiyen içen insanlarla dolu. Bu kadar yanlışın faturası tabii ki salgın halini alan hastalıklar : Obesite, hipertansiyon, diyabet, metabolik sendrom, kalp damar akciğer hastalıkları, kanser. Kanserle ne ilgisi var demeyin, obesitede kanser oranı %60 daha fazla. Bu kadar hareketsiz yaşantı da kansere ve bir sürü hastalığa yol açıyor, duymadınız mı? Toplumun üçte birinin obez olduğunu sağır sultanın bile bildiği obesiteyi TBMM araştıracakmış. Nesini araştıracaksınız, her şey ortada. Topu taca atmadan belediyeler ve sektörün sağlık ve hayatımıza kasteden işgalinden, obesite ve diyabete yol açan mısır şekeri, kola, fastfooda, transyağlara kadar yaptırımlar ve yasaklar gerek. Hani yaptırımlar, yasaklar, cezalar? Sağlık ve hayatımıza kastedenlerin keyfine göre önlem alamayız. Toplumsal yaşam tarzı, ne zaman sağlık odaklı olacak? Bizi hasta edenler, hastalık ve kötülük üreten yaşam tarzının mimarları. Bunları hizaya getirmeye kimsenin gücü yetmiyor. Daha doğrusu bunlar bizi hizaya getiriyor.

YAŞAM TARZIMIZ MODERN ESARET

Eskiden özgürce yaşadığımız alanlar bugün gökdelenler, binalar, caddeler, trafik, egzos ve çevre kirliliği ile işgal altında. Evlerimiz ise eşyalara boğulmuş durumda. TV karşısında bize kalan tek özgürlük alanı rahat koltuğumuz ise binbir kanalla algımızın yeniden düzenlendiği mini hapishanemiz. Trafik, asansör, koltuk Bermuda şeytan üçgeni gibi toplumu esir almış durumda. Bu yaşam tarzı sağlık ve hayatımızı tehdit ediyor. Zihnimiz ise dış dünyadan akıtılan kirlenmiş bilgiyle kilitlenmiş, algımız karışık. Yani hem bedensel hem de zihinsel esaret altındayız. Özgürlük çağında gizli bir esaret yaşıyoruz. Yaşam tarzımız sadece bizi hasta etmiyor. Bizimle yaşayan kedi köpekler de aynı kaderi paylaşıyor.  Şişmanlayan kedi ve köpekler için koşu bantları hazır.

Yediğimiz içtiğimiz her şey katkı maddesi dolu. Bunların çoğu tuz, yağ ve şeker deposu. Sağlığa zararlı janjanlı boyalı, gazlı, asitli, şekerli içecek ve katkı maddeleriyle beyin ve mideler yıkanıyor. İnsanlar sürekli bunlara özendiriliyor. Tabii ki herkesin kilosu artar, tansiyonu yükselir. WHO  bunların yaygın sağlık sorunlarına yol açtığını açıkladı. Toplum, televole ile meşgul edildiği için kimse bilmiyor. Okullarda sağlığa zararlı her şey var, meyve yok. Halbuki ülkemiz meyve cenneti. Çocuklara kola içirmek, fastfood yedirmek yerine sağlıklı beslemek, çorba ve ayran içirmek, meyve ve çerez dağıtmak çok mu zor.  

Chicago üniversitesinin araştırması, reklamı yapılan janjanlı gıda maddelerinin besin değeri olmadığını ve sağlığa zararlı olduğunu gösterdi. Artan şişmanlık ve sağlık sorunlarının nedeni bu. Bu reklamların sürekli beyin yıkama gerekçesi de rant. Fastfood, kola, abur cubur içindeki transyağlar, alkol, sigara… Bizi hasta eden ve öldüren zararlı maddeler medyanın yaşam kaynağı. Bunları yasaklamadan sağlığı korumak, hastalıkları önlemek mümkün değil. sigara bu yüzyıl 1 milyar insanı öldürecek. Zaten her yıl 7 milyon, Alkol ise her yıl 3 milyon insanı öldürüyor. Transyağlar her yıl 540.000, kola ise 184.000 insanı öldürüyor. Bunlar bilimsel yöntemlerle kanıtlanmış rakamlar. Hani Anayasaya göre devlet halkın sağlık ve hayatı için her türlü önlemi alırdı? Sağlık ve hayatımıza kasteden küresel şirketlerin vicdanına sığınarak sağlıklı yaşamak mümkün değil. Sigaranın üstüne öldürür diye yazarak, bu şirketler bizleri öldürürken trilyon dolarlar kazanıyor diyerek bağımlı hale gelmiş kitleleri koruyamayız. Batı ülkeleri bile artık sağlığa zararlı maddeleri yasaklamaya başladı. Biz ne yapıyoruz? Sebeplerle değil, sonuçlarla uğraşıyoruz. Tabii ki başarılı olamayız.      

İnsanların sağlıklı yaşayabileceği çevre giderek yok oluyor.

Şeker hastalığı, şişmanlık ve metabolik Sendromu ele alalım. Köylerdeki çocuklar çöp gibi. İstanbulda çocuklar göbeklenmiş. Neden acaba? Çocuk ve gençlerin oyun ve spor alanları ise otopark ve binalarla işgal altında. Enerjisini sağlıklı şekilde boşaltamayan gençlerimizin psikolojisi giderek bozuluyor. Bu sıkıntı yüzünden her yıl 600 bin çocuğumuz sigaraya başlıyor. Bunların çoğu tiryaki oluyor. Bunları koruyacak güçte kurumlarımız olmalı.

Marmara bölgesinde 30 milyon insan yaşıyor, her taraf çevreyi kirleten sanayi ile dolu. Çimento ve hurda demir fabrikaları, oksijeni tüketirken çevreyi mahvediyor. İçme suyuna karışan kanalizasyon suları, oksijenimizi tüketen kirli sanayi, derelere akıtılan zehirler, toprağa gömülen zehirli variller, kimyasal atıklar, kanalizasyonlar nehirlere, göllere, denizlere boca ediliyor. Hem de herkesin gözü önünde. Nerede sağlık ve hayatımızı koruyacak olan kanunlar ve yetkililer? Yetkililerin izni olmadan simit bile satamazsınız? Nasıl oluyor bu aymazlık? Üstümüze çöken zehirli dumanlar, ekzos ve partiküller…  Kamyonlar, tırlar şehirleri dizel egzoza boğuyor. Okul servisleri bile dizel. Halbuki dizelin sağladığı tasarruf, tedavi masflarına bile yetmiyor. Sağlıksız çevrede yaşayan insanlar için kirli havayı içine çekmekten başka çare yok. Herkes seyrediyor. Dün ‘kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda’ diyorduk, bugün seyrediyoruz. Bu kirli fabrikaları milyonlarca insanın yaşadığı yerlerin tam ortasına yapmayı kim nasıl beceriyor? Bunlara kim izin veriyor, kim göz yumuyor?  

Çevre kirlenmesinden herkes derin uykuda, bilenler ise bir şey yapamıyor. Küresel devler karşısında, devletler bile aciz. Bu akıl oyununda işimiz zor. İşsizliğin çaresi sağlık ve hayatımız karşılığında boğaz tokluğuna kirli iş alanları olmamalı. Neredeyse  sağlam insan kalmadı. Ciğerimize çektiğimiz hava, yediğimiz içtiğimiz her şey sağlığa zararlı partikül ve kimyasal zehir içeriyor. Çevre kirliliği, partikül, kanser ilişkisini bilen kaç kişi var? Kirli havadan her yıl 7 milyon insan ölüyor. Az mı? Kanser patlama yapmış kimin umurunda. Bilim dünyası uyarıyor, dinleyen yok. Milyarlarca dolarlık kanser ilaçları ve cihazlarını ithal etmeyi marifet zannediyoruz. Marifet kanserojen çevreyi ve yaşam tarzını sağlıklı hale getirmek. 

Bu vahşi yaşam tarzı yüzünden dünyamız hızla kirleniyor ve hayatımızın en temel ihtiyacı olan oksijen maalesef azalırken karbondioksit hızla artıyor. Bundan 200 yıl önceye göre  havadaki oksijen miktarı düşmüş bulunuyor. Büyük şehirler ve sanayi bölgelerinde ise durum daha da vahim. 

Sağlık ; bedensel, ruhsal ve sosyal iyilik hali olarak tanımlarsak, içinde yaşadığımız akvaryumun suyu olan yaşam tarzı, sağlığımızla yakından ilgilidir. Hastalıklı yaşam tarzı, tüm dünyada hastalıkların artışına yol açıyor. Çağımızın yaygın hastalıkları; ölümlerin birinci nedeni olan kalp ve damar hastalıkları, hipertansiyon, kolesterol, şeker hastalığı, şişmanlık, metabolik sendrom, akciğer hastalıkları ve ölümlerin ikinci nedeni olan kanser bu hastalık üreten yaşam tarzı ile yakından ilgilidir. İngiliz bilim konseyi suçluyu açıkladı; bu yaşam tarzı bizi hasta ediyor. Yaşam tarzını düzeltmede ne kadar başarılı olursak, bu hastalıklara yakalanma, ölüm oranı ve ilaç kullanma ihtiyacı o ölçüde azalır.      

Erken  ateroskleroz, obesite ve diyabet salgını nedeniyle birincil korumaya erken yaşlarda başlamak gerekir.  Ancak erken yaşlardan itibaren ilaçlarla uzun süreli tedavi yan etki ve ekonomik kaygılar taşıyor. Bu yüzden yaşam tarzı değişikliği kesinlikle en uygun stratejidir. Bu yüzden bu yaygın hastalıkların önlenmesi ve tedavisinde Dünya Sağlık Teşkilatından Amerikan Kalp Birliği’ne, Avrupa Kalp Birliğinden Türk Kardiyoloji Derneğine kadar tüm bilimsel kuruluşlar ilk önce ve ısrarla yaşam tarzını değiştirin diyor. Bilim böyle söylüyor. 

Türkiyede durum nasıl ?

Hasta sayısı ve ölümler hızla artıyor. Kalpten ölümlerde Avrupa, dünya ve olimpiyat şampiyonuyuz.

Yaşam tarzı sonuçları milli felaket gibi,  Rus ruletinden daha tehlikeli.  Rus ruletinde ölüm ihtimali % 17. Yaşam tarzı ise rus ruletinden çok daha tehlikeli.  Sağlık Bakanlığı ile Başkent Üniversitesi işbirliğiyle yurt çapında yapılan araştırma Türkiye’deki ölümlerin % 86 sının,  sağlıksız yaşam tarzından kaynaklandığını gösterdi.  Yani sağlığa dikkat edilse ölümlerin % 86'sı önlenebilir.    

Şişmanlık, şeker hastalığı, kolesterol, hipertansiyon yaygın sağlık sorunu, Şişman insan sayısı son 10 yıl içinde iki katına çıktı. Göbek tipi şişmanlık, 50 yaş üzerindeki her dört erkekten birinde ve orta yaşlı her dört kadından üçünde görülmektedir. Bu hızla yakında şişmanlığın akıl almaz boyutlara ulaştığı ABD toplumuna benzeyeceğiz.  Şişmanlık, hareket azlığı ve aşırı beslenme zemininde gelişen erişkin şeker hastası sayısı, 1990 yılında 1 milyon iken, şimdi gizli şekerle birlikte 6 milyonu aştı. Erişkin nüfusun yüzde 28’inde ise açlık kan şekeri normalin üzerinde bulunuyor.  Geleceğin şeker, kalp ve damar hastaları bu zeminde yeşerecek.  

Bu felaketin bugüne yansıması ne?  

Her 4 diyaliz hastasından biri şeker hastası. Bu oran 15 sene önce % 5 düzeyinde idi. Amerika’da ise % 40. Sebep; yaşam tarzı. Bu yüzden diyabet hızla artıyor. Yaşam tarzı düzeltilirse böbrek nakli ve diyaliz sayısı hızla azalacaktır. Hızla arttığına göre, demek ki kıt kaynaklarımızı bataklığı kurutmaya değil, bunun sonuçlarıyla uğraşmaya harcıyoruz.   

Tansiyonu normalin üstünde olanların sayısı rekor düzeyde. METSAR çalışmasına göre toplumun yüzde 56’sının kan basıncı normalin üstündedir. Erişkin nüfusun 15 milyonu yüksek tansiyon hastası olup, bunların yalnız yüzde 40’ı tansiyonunun yüksek olduğunun farkında, yüzde 60’ı ise habersiz riskli yaşantısına devam ediyor. Bunların önemli bir kısmında böbrek fonksiyon kaybı tespit edildi.  Toplumun kan basıncı giderek yükseliyor. Geçmişte tansiyon düşüklüğü olanlarda bile zaman içinde hipertansiyon gelişiyor.  21 milyon kişinin tansiyonu ise yükselme eğiliminde.  

Modern denilen yaşam tarzı tansiyonumuzu yükseltme de oldukça başarılı. Neden acaba?      

Dev süpermarketlerin, depo ettiği yiyecek ve içeceklerin raf ömrünü uzatan katkı maddelerine ihtiyacı var. Raf ömrünü uzatan katkı maddeleri ise bizim ömrümüzü kısaltıyor.  Dünya sağlık teşkilatı hipertansiyon, şeker hastalığı, şişmanlık ve metabolik sendrom gibi yaygın sağlık sorunlarında, sağlığa zararlı tuz içeren bu katkı maddelerini sorumlu tutuyor. Ama kimsenin gücü bunları yasaklamaya yetmiyor. En kolay yol, katkı maddelerini değil insanların kullandığı tuzu yasaklamak. Ne yapalım gücümüz buna yetiyor. Sonuç olarak; leblebi gibi hapı yutmaya devam edeceğiz.

INTER-HEART isimli bilimsel araştırma, kalp krizinin risk faktörleri ve yaşam tarzı ile ilgisini çok açık gösterdi.  Kalp krizi piyangodan çıkmıyor, yanlış yaşam tarzının doğal sonucudur. 52 ülkede 30,000 kişi üzerinde 9 değiştirelibilir risk faktörünün kalp krizi üzerine etkisi araştırıldı. Sigara, meyve-sebze ağırlıklı beslenme, Hipertansiyon, düzenli egzersiz, Diyabet, alkol, Bel-kalça oranı, psikososyal unsurlar ve Apolipoprotein düzeyinin etkisi araştırıldı. Risk faktörleri dünyanın her yerinde aynı ölçüde önemli bulundu. Tüm etnik gruplarda, cinsiyet ve yaştan bağımsız olarak  bu değiştirilebilir 9 Risk Faktörünün, kalp krizi riskini %90 oranında öngörebildiği anlaşıldı.

Avrupa’da yıllardan beri sürdürülen EUROASPIRE araştırmasının sonuçları, yaşam tarzının önemini ihmal ettiğimizi gösteriyor.  Bunca ilaca, doktora, çabaya rağmen hipertansiyon, şeker hastalığı, şişmanlık gibi yaygın sağlık sorunlarının önlenmesi ve tedavisinde başarılı değiliz. Çünkü Yaşam tarzına gerekli önemi vermiyoruz.

EUROASPIRE-3 isimli araştırmanın sonuçları ise ürkütücü. Kalp sağlığımız alarm veriyor. Ülkemizde koruyucu önlemler yetersiz.  50 yaş altı kalp krizinde Avrupa şampiyonuyuz. Sigara kullanımında da birinciyiz. Koroner hastaların bile yarısından fazlası sigara içmeye devam ediyor ve sedanter yaşıyor. Bu hastaların üçte biri obes ve şeker hastası. Tedaviye rağmen ancak üçte birinin tansiyonu kontrol altında.

Yaşadığımız akvaryumun kirlenmiş suyu olan yaşam tarzı, bizi  nasıl hasta ediyor ?

Metabolik sendrom ilk durak. Metabolik sendrom cari açık ve borçlanma sonucu  oluşuyor. Gelecekte alacağımız kalorilerin bu günden alınması borçlanma demektir. Aldığımız ile harcadığımız kalori arasındaki fark cari açığı oluşturur. F tipi hareketsiz yaşam tarzı  ve aşırı kalori alımı cari açığı artırıyor. Cari açık ve aşırı borçlanma sonucu  oluşan şişmanlık, hipertansiyon, diyabet ve kalp krizi ve felce yol açıyor. Şişmanlık ise bir düzine hastalığın anası. 

Ani ölümlerle sarsıldığımızda hastalıklar aklımıza geliyor.   

Halbuki ölümler buzdağının görünen kısmı. Buzdağının altında ise her türlü hastalık ve risk faktörleri var. hipertansiyon, kolesterol, şeker hastalığı, şişmanlık, metabolik sendrom, akciğer hastalıkları, kanser ve bunların çoğu hastalık üreten yaşam tarzı ile ilgili: her 4 diyaliz hastasından biri şeker hastası.. Bu oran 10-15 sene önce % 5 düzeyinde idi. Amerikada ise % 40. Diyabet hızla artıyor. Küçük Amerika oluyoruz. Sebep yaşam tarzı.    

Yaşam tarzı düzeltilirse böbrek nakli ve diyaliz sayısı hızla azalacaktır. Hızla arttığına göre, demek ki kıt kaynaklarımızı sonuçlarla uğraşmaya harcıyoruz. Sigara, kola ve fastfoodla mücadele, tuz içeren katkı maddelerinin azaltılması, yiyecek içecek reklamlarının kısıtlanması, sağlıklı yaşam alanlarının yaratılması gerekiyor.     

Hastaneye, doktora, eczaneye gitmekten sağlığı korumaya vakit kalmıyor.  Bu yanlış yolun sonu, mahalle aralarına kadar yayılan zincir hastaneler ve doktordan ilaç ve teknolojiye kadar ithalatın patlamasıdır. 

Yaşam tarzımız, hasta etme konusunda gayet başarılı. Hipertansiyon, kolesterol, şeker, şişmanlık, metabolik sendrom yaşam tarzının ürünü. Mesela hipertansiyonu ele alalım. Ülkemizde 16 milyon kişinin tansiyonu yüksek. 21 milyon kişinin de zaman zaman yükseliyor, yani hipertansiyon adayı. 

Peki tedavide başarımız nasıl?   

Kronik hastalıklarda ilaçları düzenli alma oranı 1. yılda %20.  Mucizevi ilaçlara, bunca paraya ve doktora rağmen başarı oranı: hipertansiyondan kolesterole kadar pek çok durumda çok düşük. Çünkü hastalık yapan etkenler aynen devam ediyor. İlaçlar kaynayan kazana atılan buz misali. Hastalık üreten kazan kaynamaya devam ediyor. Dünyada da durum farklı değil. Neden acaba?  Hipertansiyon, diyabet, şişmanlık, kalp damar hastalıkları gibi sonuçlarla uğraşırken, yaşam tarzımız hastalık üretmeye devam ediyor.  

Hastalık üreten bu yaşam tarzı yüzünden küresel bir salgınla karşı karşıyayız.

Şeker ve kalp hastalığından, şişmanlık ve hipertansiyona kadar yaygın sağlık sorunları giderek artıyor. Ülkemizdeki kalp yetmezliği oranını araştıran HAPPY çalışmasına göre, kalp yetmezliği alanında dünya ve olimpiyat rekoru kırıyoruz.  40 yaşın üstündeki kalp yetmezliği görülme oranı dünya ortalamasının tam 3 katı.  Yani dünyadaki görülme oranı % 3 iken bizdeki oran  tam % 9 !  Yani tam % 300 fazla. % 20-30 artışı anlamak mümkün ama % 300 artışı anlamak, izah etmek mümkün mü? bilen varsa izah etsin.  Önümüdeki yıllarda patlama yapacak kalp yetmezliği sayısı yüzünden yoğun bakım ve hastane tedavisi gerektiren ve tedavisi son derece pahalı olan bu hastalar için ne yapabiliriz? 

Hasta sayısı rekor kırıyor. Yıllık muayene sayısı 800 milyonu aştı.Hastane, doktor ve yatak sayısı artmasına rağmen, doktor ve yatak  başına düşen hasta sayısı yaklaşık % 50 oranında  arttı. Bu kadar hastaya ne hastane ne doktor ve ne de ilaç yetişir.

Türkiye’nin toplam sağlık harcaması 1992 yılında   6 milyar dolar iken,  2006 yılında 30 milyar dolara yükseldi. Yani % 500 arttı. Ancak daha sağlıklı değiliz. Çünkü, Harcamalar bataklığı kurutmaya yönelik değil. Bu yüzden hasta sayısı azalmıyor, aksine artıyor. Tek tek avlamakla  sivrisinek bulutları bitmiyor. Amerikanın kişi başına sağlık harcaması Küba’nın  24 katı fazla.  Fakat Amerika'da daha sağlıklı değil. Daha uzun yaşamıyor. Hastalanma oranı da daha fazla.

Bu sistem, şişmanları öğütüp paraya çevirirken GDO'lu mısır şekeri, fastfood, kolalı içecekler, sigara ve alkol sağlık ve hayatımızı çökertiyor. Hangisini önlemek kolay? Bu sağlık düşmanlarını mı yoksa diyabeti, şişmanlığı, hipertansiyonu ve bunlara bağlı bir düzine hastalığı mı? Her yıl trilyonlarca doları hastalıkları önlemeyen bilim dünyamız yüzünden hastalıktan beslenen canavara hediye ediyoruz. Artan hekim sayısının seyri hastalık savaşının şiddetini çok güzel özetliyor : 1923 yılı hekim sayısı : 554, 1960 yılı hekim sayısı : 9826 , 2013 yılı hekim sayısı : 130.000, 2023 yılı hedefi : 200.000. Sağlığa harcadığımız para ise Sosyal Güvenlik Kurumu 2011 verilerine göre, son 9 yılda 8 kat artarken hastalıklar azalacağına hızla arttı. Bizi hasta eden bir savaşın kurbanıyız.

Hasta sayısı artmış, muayene sayısı rekor kırmış herkes bununla övünüyor. Herkesin elinde dosyalar dolusu tahlil ve tetkikler, emarlar, tomografiler, anjiyo raporları... Sanki hasta olmak imtiyaz, tedavi olmak bir lütuf! Ne biçim bir moda, nasıl bir anlayış? Sağlıklı yaşamanın bilimsel formüllerini uygulamak neden kimsenin aklına gelmiyor?

Çözüm diye dayatılan her şey, trilyon dolarlık küresel sektörü şişirmekten başka işe yaramıyor. Artan sağlık harcamalarına rağmen, toplum daha sağlıklı değil. Şişmanlıktan kansere, hipertansiyondan diyabete kadar bir dizi sağlık sorununa getirilen çözümler, yaşam tarzını değiştirmek yerine yaratılan sektörü daha da büyütmek esasına dayalı. Daha şimdiden, 5-6 ilacın ayrı ayrı veya bir tek tablet halinde alınacağı ilginç bir döneme giriyoruz. Sadece yüksek tansiyon için bile çok sayıda ilaca mahkum olabiliriz. Bunu alamayanların akibeti ise kötü. Yüksek tansiyon ve kalpten ölümler bu yöntemle kontrol altına alınabilirse, şeker hastalığı ile boğuşan şişman bir dünyada yaşıyor olacağız. Sonucta ne mi oluyor? Hastalıklar daha şimdiden rekora koşuyor. Kanser çığ gibi artıyor, önümüzdeki yıllarda 1 numaralı ölüm nedeni olacak. Kalp hastalıkları ise zaten 1 numaralı ölüm nedeni. Herkes anjiyo yaptırmak için sırada. Parmağa yüzük takar gibi damarlara stent taktırmak, baypas ameliyatı olmak moda oldu. Bu gidişle haftanın her günü ayrı bir uzmana ihtiyacımız olacak: Kalp, damar, akciğer, böbrek hastalıkları, kanser, diyabet…

Bu hastalık savaşının özeti şu : Önce hasta et sonra cebini boşalt. 70 yıldır bizi hasta eden yaşam tarzı bilinçli tercihimiz değil, küresel planın ve yeni dünya düzeninin eseri. Bu savaş, sadece geleneksel alışkanlıklarımızı ve değerlerimizi yok etmekle yetinmiyor, tüm insanlığı bedensel, sosyal, ruhsal ve zihinsel hastalık dünyasının gönüllü köleleri yapıyor. Reklam ve medya dünyası, irademizi önce bağımlı hale getiriyor, sonra da yaşam koçları, diyetisyenler, doktorlar, çeşit çeşit uzmanlar göstermelik özgürlük formüllerini parayla satıyor. Önce bağımlı hayatın modern köleleri oluyoruz, sonra da parası olanlara kısmi özgürlük veriliyor. Parası olanlar için yüzme havuzları, tenis kortları, koşu bantları, organik gıdalar, damacana sular, duvarlar arkasında lüks yaşam. Hayatın kontrolü piyasa tanrısının vicdansız kurallarına geçiyor.

Bu yaşam tarzı sadece bizi değil Dünyamızı da hasta ediyor.

Küresel ısınma bu yaşam tarzının sonucudur. Bu salgına yol açan yaşam tarzı, ‘uygunsuz gerçek’ olarak sadece bizi değil dünyamızı da tehdit ediyor. Nobel ödülü alan Clinton un yardımcısı Al Gore yaşam tarzını değiştirmezsek dünyamızla beraber yok olacağız diyor. Bilim dünyası çözümü özetliyor: Yaşam tarzını değiştirin !  Bu konuda fikir ayrılığı yok. Sunulan belgesel filmin ismi niçin Uygunsuz gerçek? Gerçek şu: bu yaşam tarzı bizi ve dünyamızı yok ediyor. Peki uygunsuz olan ne? Peşinden koştuğumuz bu modern ve çağdaş denilen yaşam tarzı, neden bizi ve dünyamızı hasta ediyor? Uygunsuz olan bu! Sorgulanması gereken bu!

Modern ve çağdaş denilen yaşam tarzı, neden duvara tosladı.  

Son yıllarda küresel ısınmayla birlikte gözler bu yıkıcı yaşam tarzına çevrildi ve konforlu hayatın böyle sürüp gitmeyeceği anlaşıldı. İnsan ve doğanın yapısına ters olan bu yaşam tarzı küresel ısınma gerçeğine toslayınca, kirlettikleri çevre kendilerine bulaşınca, akvaryumu kirletenler dahil herkes ‘küresel kıyamet geliyor önlem alalım’ demeye başladı. Eğer buzdağları tereyağ gibi erimeseydi, çevre felaketleri, kuraklık, susuzluk, salgınlar olmasaydı yani dünya yok oluşun eşiğine gelmeseydi bu soruyu sormayacaktık.   

Peşinden koştuğumuz modern ve çağdaş denilen yaşam tarzı, nasıl oluyor da bizi ve dünyamızı yok ediyor? Ne biçim çağdaş ve modern ki sonumuzu hazırlıyor.  

İçinde yaşadığımız akvaryumu hastalık üreten bataklığa çeviren her çeşit kirlenme, felaketlerin asıl nedeni.  Bu yüzden, ‘şunu yiyin, bunu yapmayın’ türünde öneriler içeren sağlık kitapları, sağlığımızın kilitlendiği kara kutunun şifrelerini ne yazık ki çözemiyor. Bizler bu öneriler peşinden koşarken, yaşam tarzımız hastalık üretmeye devam ediyor. Sağlık ve hayatımıza geçirilen çuval içinde debeleniyoruz. Bu yüzden akvaryumu temizlemek gerekiyor. Bizler hastayı tedavi edip, tekrar  hastalık üreten akvaryuma bırakıyoruz.

Sağlık bilinci vermek yerine, teknolojik rüyalarla ve sihirli (!) gıdalarla toplum büyüleniyor. Gündem fındık fıstıkla işgal ediliyor. Fındığı tek tek mi yoksa avuçla mı yiyelim? Raflarda fındık kalmadı şimdi daha mı sağlıklıyız? Geçen yıl keten tohumu moda idi. Sağlık mehdilerimiz şimdi de inciri keşfetti. Küresel sağlık anlayışı akvaryumla ilgilenmiyor. Balıklara moral ve akıl veriyor : Hasta olmaktan korkma ! Geç kalmaktan kork ve akıllı ol. Sen hasta olmazsan, ben hasta olmazsam nasıl dolacak bunca hastane? Hasta olacak, sonra da tedavi olacaksın. Bu kadar basit. Hasta olurken de tedavi olurken de her türlü kolaylık mevcut. Trilyonlarca dolarlık hastalık sektörünün yaşaması, bizim hasta olmamıza bağlı. Küresel sistemin verdiği akıl bu. Sağlıklı olmak varken, neden hasta oluyoruz?

BU PANDEMİYİ NASIL YENERİZ? 

Tıp ve sağlık eğitimi hastalık odaklı değil sağlık odaklı olmalıdır. Sağlıklı toplum olmanın yolu, hastalıklı yapıyı değiştirmekten geçer. Sigaradan alkole, uyuşturucuya, gıdadan tarım ilaçlarına, GDO’ya… Sağlık ve hayatımızı kirleten kanallara akıllı filtreler takmadan sağlıklı bir hayata geçemeyiz. Bizi hasta eden yaşam tarzının ve bundan beslenen köhnemiş hastalık sisteminin kökten değişmesi gerekiyor. Yeni anayasa şart. Eski Türkiye zihniyeti ve alışkanlıklarıyla sağlıklı toplum kuramayız. Hastalık üreten ve bundan rant sağlayan sistem değişmezse, eski hastalıklı Türkiye aynen devam eder.

Bunca hastane, doktor, ilaç ve parayla yaptığımız, hasta balıkları son sistem makinalarla temizleyip yine hastalık üreten bataklığa atmak. Bataklık oluşumunu önlemeyi idrak edemiyoruz. Bataklığı önlemek, kurutmaktan daha mantıklı ve bilimseldir. Bunun yolu ise hastalıklı sistemi ve tıp eğitimini değiştirmekten geçiyor. Eğitim sistemi sağlık odaklı yapılmadıkça, yeni tıp fakülteleri ve sağlık okulları açmak sorunu çözmüyor.

Hastalıkların önlenmesi, pahalı ve zor olan tedavilere göre çok daha kolay, ucuz ve mantıklı olduğuna göre hasta olup tedavi olmanın mantığı yoktur. Koyunların bıle tehlike anında üstüne takılı çipten çobanına mesaj gönderip önlem aldığı bir dünyada, bu önlemi biz de alabiliriz. İnancımızın ve milli iradenin hedefi : bedensel, ruhsal, sosyal ve zihinsel yönden sağlıklı toplumdur.

Özgürlüğün para ve güce devredildiği dünyada, insanlık alemi ters çevrilmiş kaplumbağa gibi debelenip duruyor. Bu karanlık savaşta teslimiyet kölelik, kaçmak ise imkansız. Direnmek ve sağlıklı yaşam alanları yaratmaktan başka çaremiz yok. Küresel akıntıya karşı koyacak irade, güç ve bilgiye muhtacız. İnsanlık tarihinin bitmek bilmeyen bu özgürlük savaşı, bizimle dış dünya arasında sonsuz cephede devam ediyor. İrademizi yok eden bu savaşın hedefi; zihnimizi ve bedenimizi ele geçirmek. Taşıdığımız bedeni kim yönetecek? Patron kim olacak? Dış dünyadan beynimize yüklenen programlar mı, yoksa biz mi? En küçük ayrıntısına kadar planlanan böyle bir dünyada biz kimin hayatını yaşıyoruz? Gasb edilen bizim hayatımız nerede?

Bu savaşın galibi, insan bedenine ve onu yöneten beynine hükmedecektir. Bu savaşı; ya biz kazanacağız ve gerçek anlamda özgür olacağız, ya da ipleri dış dünyanın eline teslim edecek ve gönüllü kuklalar olacağız. Bu nedenle, 'hastalık ve esaret üreten yaşam tarzımız nasıl değişir' sorusu içine, gerçekte 'nasıl özgür oluruz' şifresi gizlenmiş bulunuyor, yani insanlığın özgürlük savaşı.

 

Kaynak :


Yeşilçimen Kemal, Hastalık üreten yaşam tarzımız nasıl değisir? Hayy kitap, 2006


Bu yazı 2,100 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,435 µs