En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
19 Ekim 2017

BEYİN NAKLİ NASIL YAPILIR?



Tüm yazılar için alttaki kutuyu tıklayınız


• Bilim iki ayak üzerinde yükselir.

• Birinci ayak; bilime harcanan paradan çok, bilimden kazanılan paradır.

• Bilimin ikinci ayağı ise üretilen bilgi ve teknolojinin günlük hayata yani yaşam tarzına yansımasıdır.

• Bu iki ayaktan yoksun ülkeler ilerleyemez, ayakta bile duramaz. Çünkü bilim bu iki ayak üstünde yükselir ve yararlar sağlar. Bu yararlar; sorunların çözümü, ekonomik gelişme, refah, konfor, yaşam kalitesinde artma, sağlıkta iyileşme ve insan ömrünün uzamasıdır.

• Bilimin birinci ayağı için her yıl harcanan para 600 milyar dolardır. Bu harcamanın amacı, araştırmalarla üretilen bilgi ve teknolojinin trilyonlarca dolarlık ebedi gelire dönüşmesini sağlamaktır. Aspirinden uçağa, aşıdan domates tohumuna kadar binlerce teknolojik üründen elde edilen bu servet, bilim üreten ülkelere sürekli hediye edilir. Patent ve teknoloji üreten ülkeler, bu hediye ile gelişir süpergüç olur. Bilim ve teknoloji üretemeyen ülkeler ise, bilimsel masallarla uyutulan sömürgelere dönüşür.

• Bilim dünyamız, ne yazık ki bu iki ayaktan yoksun

• Patent ve teknolojiye dönüşen bilimsel araştırmamız var mı?

• Kilitlenen sorunları çözecek bilgi ve teknolojiyi kim üretiyor ?

• Milli gelirin ne kadarını bilim ve teknolojiden kazanıyoruz ?

• Kendi aşı ve ilacımızı üretebiliyor muyuz ?

BİLİM VE TEKNOLOJİDE İFLAS

• Kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik araştırmalar yapamıyoruz. 5 yıldızlı otel ve tatil köylerinde yapılan bilimsel kongreler, bu iki bacaktan yoksun olan bilim dünyamızın ağır maluliyetine çözüm bulamıyor. Bu yüzden kötü kader yakamızı bırakmıyor. Bu yüzden her çeşit sosyal ve bedensel hastalıklardan telef oluyoruz. Bu yüzden her çeşit kriz bizim kaderimiz olmuş.

• Bilimsel yayın kalitesi yönünden 1981 - 1999 yılları arasında en çok atıf alan araştırmacı sayısı: İsrail için 44, İngiltere için 350, ABD için 3572 iken ülkemiz için maalesef sadece bir kişi. Bilimsel araştırmaların teknolojiye aktarılması ve teknolojik gelişmenin doğrudan ölçüsü olan milyon kişiye düşen patent sayısı ise ülkemiz için ne yazık ki sıfır. Yeni rakamlar da farklı değil. 27 bin makale basılıyor, patent sayısı 85. Buna Zihn-i sinir projeleri de dahil. İsrail'de 4 bin civarında makale basılıyor, patent sayısı 1.500. Gelişmiş ülkelere göre alınan patent ve proje sayısı ile bilimsel araştırmaların teknolojik üretime dönüşme oranı bile bilim dünyamızın ne kadar kısır olduğunu gösteriyor.

• Ülkemizin sorunlarını çözen, kötü kaderini değiştiren düşünce, bilgi, araştırma ve projeler üretemiyoruz. Gecekondu üniversiteler diplomalı işsiz yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Gösterişli binalar ve dev kampüsler ise dünyanın en iyi üniversiteleri arasına girmeye yetmiyor. Düşünen ve sorgulayan yetenekli çocuklarımızı bir servet ödeyerek gönderdiğimiz şaşalı okullar, insanımızı bilimsel düşünemeyen bir topluma dönüştürüyor. Bu nasıl eğitim ki, seçmen sayısını veya depremde ölenlerin sayısını doğru saymayı bile öğretemiyor. Göl olacak bölgeye havaalanı yapanlar, bizim üniversitelerimizde yetişiyor. Bilimden nasibini alamayan bir toplumun kaderi bu. Bilim dünyamız, keşfetmek ve üretmek yerine, ithal edilen ayfonlarla, aypedlerle gösteriş yapmayı marifet sanıyor. İthal ürünlerle caka satmak kimi zengin ediyor? Ürettiği ile değil, tükettiği ile övünenler yüzünden Apple trilyon dolara koşuyor. Üniversiteler, sarımsağın Çin’den ithalini bile sorgulamaktan aciz dünya vatandaşı yetiştiriyor.

• Eğitim ve öğretimin önündeki en büyük engel, insanları çözüm üretemeyen robotlara dönüştüren işte bu çoktan seçmeli, ezberci dayatma. Beyinleri kilitleyen bu şifreyi nasıl çözebiliriz? Sömürge ülkelerin bile direndiği kültür emperyalizmi, küreselleşme masalıyla dil silahını kullanarak reklam, dizi ve filmlerden okullara kadar yayılarak toplumu teslim alıyor. Güzel Türkçemiz bilim dili değil mi? En gözde okullarımızda bile anlatan, dinleyen, herkes bizim vatandaşımız ama kullanılan dil tarzanca. Böyle eğitim sömürge ülkelerde bile terk edildi. Böyle bir ortamda başkalarının nasihat ve projeleriyle çağ atlamaya çalışıyoruz. Doçentlik, profesörlük gibi akademik ünvanların kazanılması bile yabancı dergi editörlerine bağımlı. FETÖ davası gösteriyor ki, Prof. olacakları mahalle bakkalı belirlemiş. 4 yılda 560 tane dış yayın yapan fetöcü karşısında bilim dünyasının nutku tutulmuş. Çürümüş gayrimilli sistemin baştan aşağı değişmesi gerekiyor.

• Teknoloji üretemeyen, yaşamsal sorunlarımızı çözemeyen bilimsel anlayışımız ne işe yarıyor? Başkalarının ekmeğine yağ süren araştırmaların bize ne faydası var? Sadece makale yayınlamakla, atıf almakla sorunlarımız çözülmüyor. Nerede kendi sorunlarımızı çözen araştırmalar? Nerede kendimizin ürettiği teknolojiler? Nerede projeler? Nerede patentler? ABD’ de geçtiğimiz yıl 600.000 patent başvurusunun 100.000 ‘i patent alırken, bizler komik bir şekilde parmaklarımızı sayıyoruz.

• Üniversitelere getirilecek performans sistemi ise ülkeye para kazandıran araştırmalar yerine, kıt kaynakları tüketen göz boyamaya dönüşüyor. Hangi hayati sorunumuzu çözdüğü belirsiz araştırmalara, ayrıca performans adı altında para harcanacak. Altyapısı bile olmayan üniversitelerde bilim, akıl, zaman ve para gücünü tüketmek, kopya ve palavra araştırmalarla bilim yapıyor görünmek ne işe yarıyor bilen var mı? Bu aldatmaca sonucu, sarımsağı bile Çin’den ithal eder hale geldik. ‘Ulusal Araştırma Merkezi’ gibi bir bilim kurumunda kıt kaynakları toplamak, aşıdan depreme kadar ülkenin önemli sorunlarını çözecek araştırmalara yönelmek kimsenin aklına gelmiyor. Bu temel sorunu akıl etmek kimin görevi?

BİLİM VE TEKNOLOJİDE VESAYET

• Tüm hayatımızı teslim alıyor. Asıl vesayet bu! Bu vesayeti gizleyen diğer vesayetler bunun üzerine kuruluyor. Türkiye'ye dışarıdan gönderilen vesayetin bilim elçileri  bize akıl vermek için fedakarca(!) çalışıyor. Hangi konularda araştırma yapacağımızı ve lider olacağımızı bile onlar söylüyor (5). Peki bizim kendi sorunlarımız ve bunu çözecek aklımız nerede? Çağımızda akıl verme yoluyla ülkeleri yönlendirme işte böyle bilim ve teknoloji yoluyla yapılıyor.

• Son zamanlarda, yurt dışında çalışan Türk bilim adamlarının bireysel başarılarını parlatma dönemi başladı. Başarı hasretiyle yanan topluma bu haberler cansuyu gibi geliyor. Galibiyet sevinci içimizi kaplarken neden şu soruyu sormuyoruz? Beyin hücrelerimiz tek tek başarı kaydederken neden çözen ve yöneten akıl olamıyoruz? Bu beyin hücrelerini beyin haline kim dönüştürecek? Başka ülkelerde harikalar yaratan bilim adamlarımız, ülkemizde neden üretim yapamıyor? Burada bir eksik yok mu? Başka ülkelerde, başkaları adına kazanılan bu başarılar ne sorunlarımızı çözüyor, ne de kötü kaderimizi değiştiriyor. Bilincimize kazınan ‘onlar olmadan yapamayız’ anlayışı, bilimsel işgal ve sömürüyü gizlerken bilimsel mandacılığı teşvik ediyor. Aşağılık kompleksi beynimizi esir alıyor.

• Teknoloji üretemeyen ve bunu ithal etmekle övünen ülkeler, bilim ve teknoloji pazarı olduğunu ne zaman idrak edecekler? Gözlükten kol saatine, telefondan bilgisayara teknoloji çöplüğü oluyoruz. Bunları almak için verecek neyimiz kaldı? Zihinsel ve bilimsel işgal işte budur! Çağımızda bilgiyi üreten, bu bilgiyi uygulayan ve pazarlayan kazanıyor. Bilim ve teknoloji üretiminde nal toplarken, başkalarından aşırdığımız bilgiden ne ölçüde yararlanabiliyoruz?

Maalesef başkasının ürettiği bilgiden de yararlanamıyoruz. Bilim çevreyi kirletmeyin diyor. Biz ne yapıyoruz: Cennet vatanımızın denizleri, gölleri, nehirlerini klozet olarak kullanıyoruz. Sonra da bu pisliği güya temizlemek için milyar dolarlar harcıyoruz. Hastalıktan çevre kirliliğine önlemek daha ucuz ve kolay olmasına rağmen tersini yapıyoruz. Bilimden nasibini almayan bir ülkenin kötü kaderi bu. Bilimin gereğini yapmadıktan sonra, milyon tane üniversiten olsa ne yazar?

Çevre kirliliğinden trafiğe, sel baskınlarından depreme, ekonomiden sağlığa kötü kaderimiz değişiyor mu? Bilim ve Teknoloji merkezi, Araştırma merkezi gibi tabelaları binalara asmakla sorunlar çözülmüyor. Eğer çözülseydi, bu merkezler yağmur yağdığında seller altında kalmazdı. Demek ki bilim ve teknolojiden nasibimizi alamamışız. Bütün bunları yapacak olan beyin işlevini yapamazsa vücut hasta olur. Bedensel, ruhsal, sosyal, ekonomik… tüm hastalıkların sebebi bu.

SAĞLIK VE HAYATIMIZ TEHLİKEDE

• Son yıllarda hipertansiyon, koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği, diyabet ve şişmanlık adeta salgına dönüşmüş durumda. 17 milyon kişi hipertansiyon hastası, çoğunun bundan haberi bile yok. Şeker hastası sayısı hızla artıyor, şimdiden 6 milyon oldu. ‘Vasküler Risk’ araştırmasına göre, Türkiye’de yüksek risk taşıyan kalp damar hastalarında tedavi, önleme ve koruma yetersiz durumda. Son 5 yılda stent ve baypas ameliyatı için hastaneye yatış oranı % 90 artarken, kalp krizi ve inmeye bağlı ölümler % 270 artmış bulunuyor. Birazcık aklı ve mantığı olan herkes şu soruyu sormaz mı? Milyarlarca dolara mal olan bu tedavilerin amacı kalp krizi ve inmeye bağlı ölümleri azaltmaksa, bu astronomik artışın nedeni nedir? Burada bir çelişki yok mu? Tedaviler artarken ölümler ve hastalıklar azalmıyor tam tersine inanılmaz derecede artıyor.

• Kalp yetmezliği oranı, dünya ortalamasının 3 katına çıkmış, dünya ve olimpiyat şampiyonu olmuşuz haberimiz yok. Madalyalar kime verildi bilmiyoruz. Bildiğimiz şu ki; bu şampiyonluk daha uzun yıllar devam edecek...4 milyon kişide kalp yetmezliği mevcut. Buna yol açan en önemli neden olan koroner kalp hasta sayısı ise 3 milyonu geçti. Temel nedenlerden biri olan kolesterol değerleri ise toplumun yarısında anormal olmasına rağmen, insanlar doğal tedaviyle uyutuluyor. Peki 90’lı yıllarda durum nasıldı? 1994-1999 yılları arasında da Kore’den Meksika’ya 37 ülke arasında kalpden ölümlerde dünya ve olimpiyat şampiyonu olduk. Koroner kalp hastalığı hızla arttığına göre önümüzdeki yıllarda da madalyaları garantilemiş bulunuyoruz.

• Sağlık Bakanlığı ile Başkent Ünversitesi işbirliğiyle 2005 yılında açıklanan araştırmada ise; Türkiye'nin hastalık haritası çıkarıldı. 250 bin kişi üzerinde yapılan ve üç yılda tamamlanan araştırmanın çarpıcı sonucu tam bir felaket. Ülkemizde ölen 430 bin kişiden 372 bininin, sırf yaşam alışkanlıklarını değiştirmediği ve önlenebilir riskler dikkate alınmadığı için öldüğü ortaya çıktı. Sağlığa dikkat edilse pisipisine ölen bu insanların çoğu hayatta olacaktı. Yani sağlığa dikkat edilse toplam ölümlerin yüzde 86'sı önlenebilir. 250 000 kişi üzerinde yapılan bu kadar kapsamlı bir araştırma daha var mı? Bu araştırmanın parasını kim vermiş? Bilen var mı? Aydınlar ve bilim adamları niye bu konuları TV’de tartışmıyor? Çok mu önemsiz?

• 1923 yılı hekim sayısı 554 iken, 1960 yılında 9826, 2011 yılında ise 130.000 oldu. Hastalık üreten akvaryumu kirlenmesini önlemek, kirlenmiş akvaryumu temizlemek yerine, 100.000 doktor ve hemşire ithal edilecek. İlk 9 ayda ilaca 19,5 milyar euro harcandı. Son 9 yılda SGK sağlık harcaması ise % 800 arttı. Bu kadar harcamaya rağmen daha sağlıklı değiliz. Çünkü sistem hasta olmak ve güya tedavi olmak üzerine kurulu. Akvaryum temizlenmediği için tedavi sonuçları ortada.

• Dünya Ekonomik Forumu'nun Harvard Halk Sağlığı Fakültesi ile yürüttüğü araştırmaya göre, 5 kronik hastalık olan kanser, şeker, ruhsal bozukluklar, kalp ve solunum rahatsızlıklarının gelecek 20 yıl içinde küresel ekonomiye getireceği yükün 47 trilyon ABD dolarını bulması bekleniyor. Dünya Sağlık Örgütü ise kişi başına yıllık 1,2 dolar (2 TL) harcanarak bu hastalıkların önemli oranda önlenebileceğini açıkladı. Örgüt, özellikle fakir ülkelerin küçük miktarlarda yapacağı sağlık harcamaları sayesinde, sağlık sistemlerinin iflas etmesinin de önüne geçilebileceğini bildirdi. En zengin ülkeler bile hastalıkların önlenmesi konusunda ciddi araştırmalar yaparken biz ne yapıyoruz? Artan hasta sayısına yetişmek için ya doktor ithal etmek için çırpınıyor, ya da kıt kaynaklarımızı birilerini zengin edecek şekilde çarçur ediyoruz.

• Halbuki, Atatürk döneminde savaşın getirdiği yokluğa rağmen az sayıdaki doktor ve bilim adamıyla salgın hastalıkları önleme ve aşı üretiminde imkansızı başarmıştık. Şimdi doktor ithal edecek ülke durumuna düşürüldük. Savaş sonrası salgınlardan kırılan bir toplumu sağlığına kavuşturmak için sadece 554 doktorla mücadele ederken şimdi ‘200 bin doktor gerekli’ deniliyor. Nüfus 6 kat artarken, doktor ihtiyacı 200 kat artar mı? Bu artış ne anlama geliyor? Sağlık felaketine yol açan yaşam tarzını idrak edecek bilimsel öngörüyü bile yitirmiş bulunuyoruz.

• Siz ecnebilerin ve onların sözcüsü yarım aydınların ağzına bakmayın; ‘şu kadar nüfusa bu kadar doktor ve hastane lazım’ laflarına… Bize yaşlı ve çökmekte olan Avrupa'yı örnek göstermeyin. Biz, bedensel ruhsal ve sosyal yönden sağlıklı toplumdan bahsediyoruz, bize dayatılan hastalık üreten yaşam tarzından ve hasta toplumdan değil. Sağlıklı toplumla hasta bir toplumun doktor ve hastane ihtiyacı aynı mıdır? İnancımızın temeli sağlıklı hayat tarzı değil mi?

• Sağlığa harcadığımız para ise Sosyal Güvenlik Kurumu 2011 verilerine göre, son 9 yılda 8 kat artmış. Bu artış % 800 sağlık anlamına gelmiyor, harcadığımız para sağlık olarak geri dönmüyor. Adeta paramızla hasta oluyor ve hastalık satın alıyoruz. Burada bir çelişki, bir kısır döngü yok mu? Hasta sayısı artmış, muayene sayısı rekor kırmış herkes bununla övünüyor. Sanki hasta olmak imtiyaz, tedavi olmak bir lütuf ! Ne biçim bir moda, nasıl bir anlayış? Sağlıklı yaşamanın toplumsal formüllerini uygulamak neden kimsenin aklına gelmiyor? Sivrisinek kurbanlarıyla uğraşmak çözüm mü? Hastalık üreten bataklığı kurutmak kimin görevi? Reform diye bunca yıldır yapılan, hastalık sektörünü beslemek. Sağlık otoritelerinin görevi, hastalıkları önlemektir yoksa onların peşinden koşmak değildir. Hastalık üreten bataklığı kurutmak yerine, bu bataklığın ürettiği hasta bir toplumla uğraşıyoruz. Her yer hastane dolarken yenilerini açmaktan gurur duyuyoruz. Hastalıkları önleme ve sağlığı koruma ise kimsenin aklına gelmiyor. Bu akıl oyununda çözümleri ithal beyinlere devredenlerin işi çok zor.

• İçinde yaşadığımız akvaryumu hastalık üreten bataklığa çeviren her çeşit kirlenme, felaketlerin asıl nedeni. Bu yüzden, Ne bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, ne mahalle aralarına kadar yayılan dev hastaneler ve ne de giydiğimiz kırmızılar kötü kaderimizi değiştiremiyor. ‘Şunu yiyin, bunu yapmayın’ türünde öneriler de, sağlığımızın kilitlendiği kara kutunun şifrelerini çözemiyor. Bizler bu öneriler peşinden koşarken, yaşam tarzımız hastalık ve hasta üretmeye devam ediyor. Sağlığa harcanan bunca parayla yaptığımız, kirlenen hasta balıkları güya tedavi edip yine aynı kirli akvaryuma atmak. Akvayumu temizlemek ve kirlenmesini önlemek ise idrak sınırlarımız ötesinde. Halbuki kültürümüz ve inancımızın temeli bu. 

• Bitmek bilmeyen hastalıklarla uğraşmak yerine, bunlara yol açan sebepleri yok ettiğimizde, yaşadığımız kirli akvaryumu temizleyen ‘gerçek sağlık devrimi’ işte o zaman gerçekleşmiş olacaktır. Bunun yolu ise, değerli beyin hücrelerinden beyin oluşturmaktır. Yani en kısa zamanda ‘Milli Sağlık Akademisi’ni kurmaktır. İçinde yaşadığımız akvaryumun kirlenmesini önleyecek ve temizliğini yapacak merkez burasıdır.

BİLİMSEL MANDACILIK

• Bilimsel mandacılık; kendi yaşamsal sorunlarımızın çözümünü dışarıdan beklemektir. Marmara denizi fay hatlarını incelemek üzere sismik araştırma yapacak 40 milyon dolarlık bir gemi için, dünyanın 18. ekonomik gücü olan ülkemizin yabancılara avuç açması, birbiriyle didişen bilim dünyamızın iflas ettiğinin belgesi değil mi? Soykırım yasası çıkaranlar bizi depremden koruyacak(!) aklımızı mı yitirdik? Deprem silahının konuşulduğu bir dünyada fay hatları dâhil gizli neyimiz kaldı? Geçirdiğimiz depremin derecesini bile başkalarının ağzına bakıp düzeltiyoruz. Bilimsel ve teknolojik vesayet altındaki ülkeler, yaşamsal sorunlar karşısında çözüm üretemez, ne yapacağını şaşırır, başkasının ağzına bakarak kopya çekmeye çalışır. Bilimsel ve zihinsel işgalin kafamıza geçirdiği esas çuval, felaketler karşısında bocalama ve çaresiz kalmadır.

• Küresel şirketler kendi çıkarları için yer-altımızı oyarken madencilik gelişiyor diye toplumu aldatıyor. Dünyadaki çelik üreticisi ülkelerin ham krom yatağı olmakla övünüyor ama ağır sanayinin temeli olan krom alaşımlı nitelikli çelik üretemiyoruz. Çevreyi, ormanı, doğayı, toplumu talan eden sömürgeci dayatmaya karşı, kendi çıkarlarımızı gözeten, akla ve bilime uygun projeleri biz ne zaman üreteceğiz? Küresel beyinlerin aptal ayakları olmanın faydası kime?

• Genetiği ile oynanmış ürünlerden, her türlü ilaç ve teknolojiye milyarlarca doları, küresel gücün payı olarak vermek zorundayız. Domates tohumundan bilgisayar programlarına, ilaçtan teknolojik cihazlara onların payını, lisans ve patent hakkı olarak zaten peşin ödüyoruz. Küresel yapı bu yolla payını alırken GDO’lu ürünlerle genetik yapıyı saptırmaya devam ediyor. Saptırma sadece biyolojik genlerle sınırlı değil. İnternetten medyaya her teknolojiyi kullanarak sosyal ve ruhsal genetiği de saptırıyor. İnsan fıtratı ve doğa, küresel şeytanın emrettiği şekilde acımasızca değişime zorlanıyor. Bitkilerden hayvanlara yaratılan her şey deneme tahtası. İnsanlar endişe ve vesvese içinde. Küresel şeytanın yaptıklarını savunan, planlarına alet olan dostları ise, bilim adına toplumu aldatmaya ve her çeşit belayı başımıza dolamaya devam ediyor.

• Yaşamsal sorunlarımız çözüm beklerken, başkalarının güdümündeki araştırmalarla oyalanmamız, sürüngenliğin ve bağımlılığın asıl nedeni. Medya ise yabancı ülkelerde yaşayan Türklerin başarıları ile toplumu uyutuyor. Başka ülkelerde, başkaları adına kazanılan başarılar ne sorunlarımızı çözüyor, ne de kötü kaderimizi değiştiriyor. Bilincimize kazınan ‘onlar olmadan yapamayız’ anlayışı, bilimsel işgal ve sömürüyü gizlerken bilimsel mandacılığı teşvik ediyor. Aşağılık kompleksi beynimizi esir alıyor. Zihinsel ve bilimsel işgal işte budur!

Sorun özgürlük sorunu, çözüm ise bilim ve akıl oyunu

• Marmara gibi insandan yoğun bir bölgeye Avrupa’nın en kirli sanayisi kaydırılır ve bir çevre felaketi yaşanırken sessiz ve çaresiz kalıyoruz. Avrupa'dan ülkemize kaydırılan kirli sanayiyi gelişme zannediyoruz. Brezilya'ya çimento ihraç ediyoruz masalıyla toplum uyutuluyor. Brezilya çimento üretmeyi bilmiyor mu? Dünyanın öbür ucuna mazot tüketmenin mantığı ne? Yaratılan istihdam ve kazanç, yol açtığı hastalıkların ilaç parası bile değil. Bu oyunu idrak eden beyin hücrelerinden mahrum bulunuyoruz. Mazot bile olmayacak yanmış yağlar, yemeklerde kullanılır veya denizlerimize dökülürken seyrediyoruz. Deniz analarından denize giremediğimiz zaman aklımız başımıza geliyor ama sebepleri göremiyoruz. Çin’de çevre kirlenmesine bağlı ölümler birinci sıraya yükseldi bilen var mı? (6) Yarın çevre kirlenmesine bağlı ölümlerde dünya şampiyonu olursak şaşırmayın. Çevre sağlığını düşünmeden yapılan yatırımlar, ölüme ve felakete yatırımdır.

• Genetik yapısı değiştirilmiş gıdaları AB ülkeleri yasaklarken bizler ne yediğimizi bilmiyoruz. GDO'lu gıdalardan hem şikayet eden hem de afiyetle yiyen başka ülke var mı? Sonuçta ne mi oluyor? Kısırlık nedeniyle tüp bebek merkezleri moda olurken, artan sağlık harcamalarına rağmen hastalıklar azalmıyor tersine hızla artıyor, hasta toplum oluyoruz.

• Sağlığa ve çevreye zararlı bu ürünleri bize uzaylılar mı yediriyor? Sel baskınlarından zehir saçan fabrikalara kadar bizi felakete sürükleyen kararları uzaylılar mı alıyor? Neden ağlaşıp duruyoruz? Bunların sağlığa ve topluma zararlı etkilerini önlemek için neden birşeyler yapamıyoruz? Ve neden aklın ve bilimin gereğini yapmaktan aciz durumdayız? Nerede ahkam kesen aydınlarımız ve bilim adamlarımız?

• İnsanlar bu dünyanın sorunları altında ezilirken, toplum öbür dünyanın ayrıntıları ve televoleyle oyalanıyor, uyutuluyor. Küresel sistem, teravih namazı var mı yok mu, melekler kaç kanatlı, ahirette kaç tane huri gibi konularla bizleri meşgul ederken uçaktan aşıya, cep telefonundan bilgisayara ben size gönderirim, kafa yormayın siz öbür dünyayı kurtarın, sürekli öbür tarafı tartışın diyor. Öbür dünyayı tartışmaktan, bu dünyanın sorunlarını çözecek bilim ve teknolojiye zaman kalıyor mu? Dün Hintlilere logaritma cetvellerini ezberleterek beyinleri körelten anlayışın bugünkü yöntemi çok farklı. Tehlike ve felaketleri algılayan beynimiz başkalarının kontrolüne geçiyor. Ey aydınlar ve bilim adamları, kansız ve vicdansız bir savaşın kurbanı oluyoruz haberiniz var mı? Ey din adamlarımız, ‘bilim Çin’de bile olsa gidip alınız’ emrini niye sürekli tartışmıyorsunuz?

• Yaşam tarzı denilen kirlenmiş akvaryumda ekonomik, sosyal, ahlaki her çeşit hastalığın dipsiz bataklığında çırpınan kadersiz bir toplumun acı hikayesi bu !

Beyin nakli neden gerekli ?

• Beyin hücreleri ne kadar yetenekli olursa olsun beyin değildir. Beyin; sorunları idrak eden, araştıran, çözen ve yöneten akıldır. Beynimizi üstün kılan, vücudun mükemmel çalışmasını sağlayan beyinhücrelerinin arasındaki network yani iletişim ağıdır.Öncelikle yapılması gereken iş, nitelikli beyin hücrelerinden bu anlamda bir beyin oluşturmaktır. İkinci aşamada yapılacak operasyon ise bu özelliklere sahip beyin naklidir. Bunun anlamı, Ulusal Araştırma Merkezi, Milli Sağlık Akademisi, Bilim ve Teknoloji Merkezi gibi ağların kurulmasıdır.

• Üniversiteler, düşünce kuruluşları ve strateji merkezleri hangi sorunları çözen ulusal bilgi üretiyor, bunları kim nasıl uyguluyor? Sonuç ne? Bu yeterli mi? Kötü kaderimiz değişiyor mu? Eksik olan nedir? Başkalarının çıkarlarına hizmet eden reklam ve pazarlama yerine, kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik bilimsel araştırmalar ve kongreler yapmayı ne zaman akıl edeceğiz? Bilimsel yozlaşma ile teknolojik, ekonomik ve kültürel işgalin yol açtığı yaşamsal sorunlara çözüm arayan ‘Ulusal Bilim Kongreleri’ ne zaman ve kimin tarafından düzenlenecek? Kongreler yabancı beyinlerin pazarı ve gösteri merkezi olmaktan ne zaman kurtulacak?

• Yaşamsal sorunlarımızı çözecek bilimsel araştırmaları akıl eden, planlayan ve yöneten beyin organizasyonunu ve beyin naklini başarmak zorundayız. Kötü kaderimizi değiştirecek olan bu beyin naklini yapmadan, iki ayaktan yoksun olan belden aşağısı tutmayan bilim ve aydın dünyamızı diriltmek mümkün değil.

• Üniversiteler, bilim ve düşünce kuruluşları, ulusal sorunları çözmeye yarayacak bilginin üretildiği ve akıl eden, planlayan, yöneten derin aklın oluştuğu ulusal bir beyine dönüşmelidir. Yaşamsal sorunlar karşısında dağıtılan ve işlevsiz bırakılan akıl ve bilim gücümüzü, sağlam bir kafatası içinde toplayarak ulusal bir beyin olmalı yani aklımızı başımıza almalıyız. Bu beyin naklini başarmadan kendi geleceğimizi kendimiz tayin edemeyiz.

İşte Türkiye’nin beyni : Bilim ve Teknoloji Merkezi

• Bilim ve teknoloji alanında Anadolu bozkırlarında silikon vadisi benzeri şehirler kurmak yerine, ithal edilen uçak, silah, rüzgar trübinleri ve nükleer teknoloji için kıt kaynaklarımızı harcıyoruz. Patente, projeye, üretime ve teknolojiye dönüşmeyen palavra araştırmalarla göz boyayıp, bilim adamı pozlarında medyada fiyaka yapın yeter.

• Bilim savaşının hedefi bu : Ne işe yaradığı bilinmeyen sözde araştırmalarla kıt kaynakları tüketmek ve teknolojik kastrasyonla ülkeleri kendilerine bağımlı hale getirmek. Bilim ve teknolojide bağımlı ülkelerin demokratik ve özgür yaşama şansı yok. Osmanlı neden yıkıldı? Bilim ve teknoloji devriminden uzak tutmanın yolu da tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi, aydın ve bilim adamlarını öbür dünyanın sorunlarıyla oyalamak. Bu yöntem oldukça başarılı. Ülkemizin en hayati sorunlarını çözmek amacıyla Bilim ve Teknoloji Merkezi kurmak ve ülkeyi pazar olmaktan kurtarmak kimsenin aklına gelmiyor. Çağdaş uygarlık düzeyine, bu amaçtan yoksun eğitim - öğretim anlayışıyla ve ithal mallarla gelemeyiz.

• YÖK sistemi, acilen ‘Ulusal Araştırma Merkezi’, ‘Milli Sağlık Akademisi’ ve Bilim - Teknoloji Merkezi’kurulmasını organize edecek şekle dönüşmeli, tüm eğitim ve öğrenim kurumları bu merkezin hedeflerine uygun olarak düzenlenmeli ve çalışmalıdır. Bu devrimi yapmamız halinde, Türkiye kısa sürede dünya devi olacaktır. Aksi halde milyarlık bütçeleri, bu amaçtan yoksun üniversitelere harcamak, bilim ve teknolojide kastrasyon anlamına gelir. Milli sanayi ile bilim dünyamızı buluşturan bu merkezlerin kurulması, her türlü dış baskıdan korunması ve bağımsız olarak çalışması elbette devlet eliyle olacaktır. Bağımlı ülkelerin bunu başarması zordur. Temel sorun burada yatmaktadır. Baskılara karşı çıkan ülkelerin karşılaştığı güçlükleri ise görüyoruz. Bilim ve Teknoloji savaşlarının acımasız şekilde sürdüğü çağımızda, nadide bilim adamlarımızın can güvenliğini bile sağlamaktan aciz durumdayız. Kapalı sistem Bilim ve Teknoloji Merkezleri olmadan bu güvenliği sağlamak mümkün değil.

• Özgür ve bilimsel düşünmeyi yok eden ezberci ve teste dayalı sistem yerine, ilaçtan aşıya, enerjiden milli güvenlik ve uzay teknolojisine… temel sorun ve ihtiyaçlarımıza yönelik Bilim ve Teknoloji seferberliği hemen başlatılmalıdır. Bu amaca yönelik olarak bilim adamlarımızın dış merkezlerde çalışması, bilgi ve deneyim transferi için şarttır. Son 30 yılda trilyonlarca dolar harcadığımız ilaç ve teknolojinin ülkemizde üretimini tartışan ve planlayan Milli kongreler acilen yapılmalıdır.

• Kötü kaderimizi değiştirecek, arkası bitmez sonuçlarla boğuşmak yerine temel çözümleri sağlayacak beyin nakli olan; ‘Ulusal Araştırma Merkezi’, ‘Milli Sağlık Akademisi’ ve Bilim - Teknoloji Merkezi’ ni başarmak dileği ile…

• Cumhuriyet; fikir, ilim, teknik ve beden bakımından kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister.

Kaynaklar :

1 http://www.medimagazin.com.tr/hekim/sgk/tr-salk-harcamalar-9-ylda-8-kat-artt-2-18-34892.html

2 Çelebi S S: Bilim ve ulusal teknoloji: Niçin ve nasıl? Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi.sayı 1099, 2008

3 Yetiş N: Geçmişten Geleceğe Türk Bilim ve Teknoloji Politikaları. TÜBA yayınları, 2005

4 Yeşilçimen K: Hastalık Üreten Yaşam Tarzımız Nasıl Değişir. Hayy kitap 8. Baskı, 2008

5 http://www.hurriyet.com.tr/pazar/15002528_p.asp

6 http://www.skyturk.net/haber/cin-cevre-kirliligine-bagli-olumlerde-ilk-sirada-yeryuzu-12291.html

7. http://www.medimagazin.com.tr/ilac-sanayi/genel/tr-ilk-9-ayda-ilaca-195-milyar-euro-harcandi-8-60-37665.html

8. http://www.medimagazin.com.tr/ana-sayfa/dis-haberler/tr-hastalklarn-maliyeti-47-trilyon-dolar-bulacak-1-76-37482.html




Bu yazı 1,318 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,436 µs