En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
15 Kasım 2014

BU SİSTEM DEĞİŞMELİ



Bilim ve aydın dünyamız ünvan ve post kavgası yaparken dünyada olup bitenlerden habersiz.

Adamlar 500 milyon km uzaktaki kuyruklu yıldıza uzay aracı indirip bilimsel araştırma yaparken biz daha 20 yıl önce yaptığımız evleri çürük diye yıkmaya çalışıyoruz.

Peki bu zıtlığın nedeni ne? Onlar neden bilim ve teknolojide zirvedeler? Biz nasıl bu hale geldik?

Çin, Kore, Almanya, Japonya…

Savaş sonrası dümdüz olan ülkeler yeni binalar yapmak yerine eski evlerde, çadırlarda kaldılar. Dişinden tırnağından artırdıkları tasarrufları bilim ve teknolojiye yatırdılar. Bizim gibi inşaata, taşa, toprağa gömmediler. Cep telefonu ve tüketimle çarçur etmediler. Bunun yerine bilim, teknoloji ve sanayide büyük bir devrim yaptılar. Bu devrimler nasıl başarıldı?

Çinde eskiye ait köhnemiş ne varsa yok edildi. Vesayet sistemini korumaktan başka işe yaramayan ünvanlar ayaklar altına alındı. Tüm sistem baştan aşağı değişti.

Sonuçta ne oldu? Köhnemiş sistemi değiştiren ülkeler, bilim ve teknolojide hızla ilerliyor. Biz ise yıkmakla meşgulüz. Çürük evler yapan ve sonra da çürükmüş diye yıkan sistem yaşam tarzımız olmuş.

BU SİSTEM DEĞİŞMELİ

Bu sistem 70 yıldır çürük evler satarak bizi kazıklamakla kalmıyor. Yediğimiz içtiğimiz soluduğumuz her şeyi zehirliyor, bizi hasta ediyor, sağlık ve hayatımızı yok ediyor. Daha ne yapsın?

Yoğurttan süte, tavuktan GDOya her şey çürük, her şey bozuk. Şeker hastası sayısı son 20 yılda bu sistem yüzünden 10 kat arttı. Bu sistem yüzünden hastalık faturasının dörtte biri diyabete gidiyor. Çünkü sistem GDO'lu mısır şekeri yemeye mahkum ediyor. Hasta ederken de tedavi ederken de cebini dolduran sistem yüzünden sürünüyoruz.

Ciğerimize çektiğimiz hava, yediğimiz içtiğimiz her şey sağlığa zararlı partikül ve kimyasal zehir içeriyor. Hormonlu gıdalar, katkı maddeleri, tarım ilaçları... Ülkede neredeyse sağlam insan kalmadı. Herkes hasta. 2013 yılında poliklinik sayısı 700 milyon. Bu ne demek? 

Bizi gökdelen mezarlara hapseden bu sistem yüzünden asansörden trafiğe hayatımız esaret. Bu sistem yüzünden sokaklar taşıtlarla, evlerimiz eşyalarla, zihnimiz ise binbir TV kanalıyla işgal altında.

Derelere akıtılan zehirler, içme suyumuza karışan kanalizasyon suları, yemyeşil çevreye atılan kimyasal atıklar, filtresiz bacalardan üstümüze çöken zehirli dumanlar…

Einstein ne diyor : Sorunları yaratan anlayışla sorunları çözemeyiz. Sorunları kördüğüm haline getiren anlayışın mimarı, bu anlayıştan beslenen oligarşi. Bunlar sorunu çözmez, sorunlardan rant sağlar.

Çürümüş sistemi koruyan, sistemden beslenen ve sürdüren yapılar tasfiye olmadan köhnemiş sistem değişmiyor.

Bilim ve teknolojik gelişmenin önündeki en büyük engel, tüketim ve sömürüden beslenen bu çürümüş oligarşik yapılar.

Planlı olarak kıt kaynaklarımızı çarçur eden köhnemiş sisteme acı bir örnek verelim :

Beklenen Marmara depreminden korunmak için, önlem olsun diye 1998 öncesine ait binalar çürük ve riskli diye yıkılıyor.

Bir kişinin rant için müracaat etmesi yıkım için yeterli. Geri dönüş yok.

Gerçekten çürük evleri yıkmaya kimsenin itirazı yok, bunlar yıkılsın.

Ama bütün evler çürük dediğiniz an, sistem çürümüş demektir. O zaman yıkmaya oradan başlamak gerekir.

Peki kesinlikle yıkım kararı çıkan 1998 öncesi riskli ve çürük denen binalar kaç yıllık? Mağara adamlarının binlerce yıllık binaları bile tarihe meydan okurken, 15 - 20 yıllık binalar neden çürük? Yoksa bu evler kaçak mı yapıldı veya gecekondu mu?  

Bu evlerin yapıldığı döneme damgasını basanlar ülkemizin en önemli üniversitesinin yetiştirdiği İTÜ mühendisleri değil mi? 

Peki üniversiteler bu riskli binalar yapılırken  neden uyarmadı? Üniversiteler ne işe yarıyor? Üniversiteler ve yetiştirdiği mühendisler böyle yaparsa halk ne yapsın.

Sürüyle üniversitesi, rektörü, dekanı, profesörü, doçenti, mühendisi, yazarı, çizeri olan bu ülkede herkes mi uyudu?

Bunu soran yok. Hesap soran hiç yok. Olan zavallı halka oluyor.  

1998 öncesi tüm binaların yıkılması israf ve savurganlık. Bunun Latince adı : Apoptoz. Yani kendi kendimizi yok ediyoruz. Başka düşmana gerek yok.

Diyelim ki yönetenler uyudu. Peki bu binaların projesini çizenler, yapanlar, kontrol edenler kim?

Bunlar kimin adına görev yaptı ve bunları hangi üniversiteler yetiştirdi?

Eğer bu binalar çürük ise buna göz yuman sistem çürük demektir ve yıkmaya oradan başlamak gerekir.

Devlete ve kurumlarına güvenerek birikimlerini bu evlere yatıran halkın suçu ne?

Sağlam diye satın aldığı evlere aynı devlet kurumları bugün çürük diyor.

Bu binaları, projeleri, planları yapanların, imzalayanların, kontrol edenlerin bugün yaptığı evlere nasıl güveneceğiz?

Yarın bunlarda çürük, riskli, yıkılacak derlerse ne yapacağız? Güleriz ağlanacak halimize.

Bu riskli ve çürük raporu verilen evleri yapanlar ve bu kararları alanlar nerede yetişti? Bunlar uzaydan mı geldi?

Bunları hangi hocalar ve hangi üniversiteler yetiştirdi? Üniversitelerin sayın hocaları post ve para kavgası yerine bu ayıbı ne zaman tartışacaklar?

Yıkılmaması gereken binalar rant için yıkılırken, acilen yıkılması gereken binaları yıkmak ise kimsenin aklına gelmiyor, çünkü bunlarda rant yok.

Acilen yıkılması gereken 70 yıllık köhnemiş sistem lime lime dökülürken bilim ve aydın dünyamız bu yanlış kararların altında kalıyor ama farkında değil.

Herkesin aklı fikri rant peşinde yapılan evlerin güya değeri artacakmış.

Milli servet heba oluyor, kıt kaynaklarımız israf ediliyor kimsenin umurunda değil.

Bu kadar ahmak ve zengin değiliz. Yazıktır, günahtır, israftır. Bu yanlıştan ne zaman döneceğiz?

Akıl ve bilimden uzak hal-i pür melalimizi bilmeyenler için bir kere daha özetleyelim, çürük bina işine dönmeden belki bunlara çözüm bulunur. İşte bilim ve teknolojiden nasibini alamayan zavallı bir toplumun içler acısı hali.

Hayati öneme haiz bazı ilaç ve aşılar zaman zaman ülkemizde bulunamıyor. Çünkü ilaç ve aşıda % 100 dışa bağımlıyız. Afyon Alkoloid Fabrikasından dünyaya bir sürü ilacın hammaddesini ihraç ediyoruz ama bu hammaddeyi işleyerek yüzlerce kat fazlasına satacak Milli İlaç Sanayi'ni kuramıyoruz. Yüzlerce milyar doları, taşa, toprağa, telefona, ithal taşıta, uçağa gömüyoruz ama tasarrufları ilaç ve aşı gibi zorunlu ve karlı işlere yatıramıyoruz. Un var, yağ var, şeker var ama dışarının helvasına mahkumuz. Erciyes Üniversitesi Rektörü'nün dediği gibi, Galatasaray'ın Sneider'e ödediği 25 milyon Euro gibi komik bir parayla bu bağımlılığı kırabilir, sağlık ve hayatımızı kilitleyen şifreyi çözebiliriz.

Büyük devlet olmanın yolu bilim ve teknolojinin ürettiği güç ve zenginlikten geçiyor ama göremiyoruz.

Daha geçen yıl medyaya yansıdı. Gerekli ekipmanları olmadığı için ilk araştırma gemimiz denize açılamıyor, 8 aydır limanda bekliyor. Bu cihazlar yurt dışından gelecekmiş. Sadece cihazları almak yeterli değil, araştırma yapılacak projede yokmuş. Sormak lazım : Acaba bu gemiyi biz niye aldık? Proje yok, gemi alıyoruz. Gemi alıyoruz, içinde cihazı yok. Halatları olmadan asma köprü yapmaya benziyor. Bunların hepsini bir araya getirecek bilgi, planlama, akıl ve zeka için ne gerekiyor? Üniversiteler böyle olursa gerisini siz düşünün… Bu kafayla yurt dışına açılsan, küresel dünya ile bütünleşsen ne olacak? Tüm sistemin baştan aşağı değişmesi gerekiyor.

Bilim, teknoloji, tasarım, üretim ve para, Da Vinci'nin şifresidir. Bu şifreyi kesintisiz çözen ülkeler zengin ve gelişmiş olur, parmağını yalarken bizim de ağzımız sulanır. Kendilerine rakip olabilecek ülkeleri de önce paran olacak, sonra bilim yapacaksın… diye bir güzel uyuturlar. Teşvik ettikleri bilim de harem ağası tipi bilimdir, bundan teknoloji, tasarım, üretim ve bizi zengin edecek bilim çıkmaz. Yıllardır güya bilim yapıyoruz da ne oluyor? Bilim dünyamız, ayfon 5′ lerle fiyaka yapmaktan başka ne biliyor, bu oyunu görüyor mu, bu şifreyi çözebiliyor mu?

Her yıl milyarlarca doları ithal etmek zorunda olduğumuz aşılara, şeker, tansiyon, kalp ve kanser ilaçlarına ödüyoruz. 150- 200 tane uçak için ödenecek para ne kadar? Son 10 yılda cep telefonlarına ve geyik muhabbete ödediğimiz çeyrek trilyon doları, Bilim ve Teknoloji Merkezleri için harcasaydık ve şimdiye kadar satın aldığımız teknolojik ürünleri, tam tersine biz üretip doğal pazarımız olan İslam alemine satar hale gelseydik,fena mı olur du?

Adamlar, bizi otla çöple, alternatif masallarla meşgul ederken 400.000 euro'luk yapay kalp cihazlarını, 50.000 dolarlık kalp kapaklarını(klips), 10.000 dolarlık kalp pillerini(ICD) bize satarak köşe oluyorlar. Yıllardır insanımızın korkulu rüyası olan Kanamalı Kırım Kongo hastalığının aşısını bile üretemedik ama lafa gelince herkes araştırma yapıyor. MERS ve EBOLA paniği karşısında ne yapacağımızı bilemiyoruz. Bu virüsleri yayan vahşi batı aşısını yapacak ve sonra da bize himmet edecek(!) Bilim dünyamızın beklentisi bu. Bilim ve teknolojik ilerleme idrak sınırlarımız ötesinde. Beklenen Marmara depreminden bizi koruyacak araştırmaları, soykırım yasası çıkaran Fransız araştırma gemileri yapmadı mı? Batı dünyası yapar, biz seyrederiz. Bilimsel mandacılık işte bu! Milletimizi tehdit eden öldürücü salgınlara karşı bizi koruyacak aşıları, Milli Aşı Merkezi ne zaman üretecek?

Bu kadar okumuş, yazmış, yetişmiş adama, bu kadar üniversiteye rağmen neden bu haldeyiz?

Nasıl mı? Çok basit. Bilim kadrolarımız, pazar olduğundan habersiz, bir işe yaramayan, üretime dönüşmeyen uzmanlık tezleriyle, palavra araştırmalarla oyalanıyor, uyutuluyor. Kaynaklar, emekler, hevesler heba ediliyor ve bu akıl oyununu hala farkedemiyoruz. Altyapısı bile olmayan üniversitelerde zaman ve para gücünü tüketmek, kopya ve palavra araştırmalarla bilim yapıyor görünmek bir işe yaramıyor. Bizim araştırmalar para kazanmıyor, kıt kaynakları tüketiyor. Çağımızda İlaçtan aşıya, uçaktan silaha yüzlerce trilyon dolarlık pazarın hedefi, bizim gibi bilim ve teknoloji üretemeyen, fındık fıstıkla oyalanan ve 70 yıldır gelişmekte diye uyutulan ülkeler.

İşte bu oyunu anlatmaya çalışıyoruz. Da Vinci şifresini çözmek bu nedenle önemli. Bu şifreyi çözemediğimiz için kendini bilim adamı zanneden yüzbinlerce insanımız yıllardır havanda su dövüyor. Herkes bilim yapacağız diye kıt kaynakları, kuruş para getirmeyen sözde araştırmalara gömüyor. Arabın gülyağı misali, her yerine sürüyor, çarçur ediyor. Trilyon dolarları cebe indiren batı dünyası da bizim bu ahmaklığımızı, bu zavallı halimizi zevkle izliyor.

Bizim gibi bilim ve teknoloji yarışına daha yeni başlayan ülkelerin yapacağı şey, kıt kaynakları oraya buraya saçıp savurmak değil, belli yerlerde bilim ve teknoloji merkezleri açarak ülkenin cari açığını artıran 10 konuda çalışarak bu açığı kısa sürede kapatmak. Yoksa her yerde bilim yapmak gerekmiyor ama her vatandaşın bilimsel anlayışa sahip olması gerekiyor. Bu ise hem çok kolay hem çok zor. Zor olan şu : Köhnemiş olan tüm sistemin baştan aşağı değişmesi gerekiyor.

Üniversiteler, bilim ve düşünce kuruluşları, ulusal sorunları çözmeye yarayacak bilginin üretildiği ve akıl eden, planlayan, yöneten derin aklın oluştuğu ulusal bir beyine dönüşmelidir. Yaşamsal sorunlar karşısında dağıtılan ve işlevsiz bırakılan akıl ve bilim gücümüzü, sağlam bir kafatası içinde toplayarak ulusal bir beyin olmalı yani aklımızı başımıza almalıyız. Bu beyin naklini başarmadan kendi geleceğimizi kendimiz tayin edemeyiz.

Üniversiteler, düşünce kuruluşları ve strateji merkezleri hangi sorunları çözen ulusal bilgi üretiyor, bunları kim nasıl uyguluyor? Sonuç ne? Bu yeterli mi? Kötü kaderimiz değişiyor mu? Eksik olan nedir? Başkalarının çıkarlarına hizmet eden reklam ve pazarlama yerine, kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik bilimsel araştırmalar ve kongreler yapmayı ne zaman akıl edeceğiz? Bilimsel yozlaşma ile teknolojik, ekonomik ve kültürel işgalin yol açtığı yaşamsal sorunlara çözüm arayan 'Ulusal Bilim Kongreleri' ne zaman ve kimin tarafından düzenlenecek? Kongreler yabancı beyinlerin pazarı ve gösteri merkezi olmaktan ne zaman kurtulacak? Ünvanların arkasına sığınarak halkı bilim ile aldatmaya son verelim artık. Binlerce ilaç ve teknoloji ürünü içinde bir tane keşfettiğimiz bir şey var mı?

Beyin hücreleri ne kadar yetenekli olursa olsun beyin değildir. Beyin; sorunları idrak eden, araştıran, çözen ve yöneten akıldır. Beynimizi üstün kılan, vücudun mükemmel çalışmasını sağlayan beyin hücrelerinin arasındaki network yani iletişim ağıdır. Öncelikle yapılması gereken iş, nitelikli beyin hücrelerinden bu anlamda bir beyin oluşturmaktır. İkinci aşamada yapılacak operasyon ise bu özelliklere sahip beyin naklidir. Bunun anlamı, Ulusal Araştırma Merkezi, Milli Sağlık Akademisi, Bilim ve Teknoloji Merkezi gibi ağların kurulmasıdır. Yaşamsal sorunlarımızı çözecek bilimsel araştırmaları akıl eden, planlayan ve yöneten beyin organizasyonunu ve beyin naklini başarmak zorundayız. Kötü kaderimizi değiştirecek olan bu beyin naklini yapmadan, iki ayaktan yoksun olan belden aşağısı tutmayan bilim ve aydın dünyamızı diriltmek mümkün değil. Siz tabib odalarının bu konularda hiç laf ettiğini duydunuz mu?

Çağımızda bilgi ve teknolojiyi üreten ve pazarlayan kazanıyor. Gerçek dünyada keşfettiğiniz kadar özgür, ürettiğiniz kadar bağımsızsınız. Bilim ve teknoloji üretemezseniz, yaşama hakkınızda yoktur, şansınızda. Keşfettiği ile değil, tükettiği ile övünenin özgür yaşama şansı yok. Milletler ancak bu şekilde ayakta kalabilir, yoksa ayaklar altında kalır. Artık sokaklarda bağırarak özgür ve bağımsız olma dönemi bitti. Filistin'den Afganistan'a İslam aleminin sefaleti ve zavallı durumunun asıl nedeni bu. Bilim ve teknolojide 57 İslam ülkesi, bir İtalya etmiyor.

Tüm sistemin baştan aşağı değişmesi gerekiyor. Yapılacak iş basit: 'Bilim ve Teknoloji Merkezleri' kurmak için zaman kaybetmeden üniversiteleri ve milli eğitimi, sanayi ile entegre olacak şekilde baştan aşağı değiştirmek. Ülkeleri sömürge yapmanın yolu da basit: Eğitim, öğretim, bilim kurumları, sanayi ve üretimi birbirinden kopuk, dünyadan habersiz hale getirerek bu entegrasyonu engellemek.

Bilim ve teknolojide devrim için ya acı gerçeklerle yüzleşeceğiz, ya da tatlı yalanlarla sömürge ve tüketim toplumu olacağız. Ya enerji, aşı, cep telefonu… gibi cari açığı artıran on konuda bizi dünya devi yapacak 'Bilim ve Teknoloji Merkezi' kuracağız, ya da futbol, televole, UFO'lar, melekler kaç kanatlı gibi geyiklerle toplumu uyutmaya devam edeceğiz. Daha önce söylenmiş bir sözü değiştirip özetleyelim : Bilim ve teknoloji, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen ülkeler uçar ve özgür olur. Uçamayan ülkeler ise tavuk olur, başkasının eline bakar. Tavuk ülkeler, önüne atılan yemi yerken yumurtalarının alındığını farketmez, sömürge olur. Tek kanat ise uçmaya yetmez. Ya tavuk ülke olup altımızdan alınan yumurtalardan habersiz başkaları için çalışacağız, ya da bilim ve teknoloji kanadını çırparak dünya devi olacağız.

www.aciamagercek.com

 

 



Bu yazı 1,909 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,902 µs