En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
24 Ekim 2014

NASIL BAĞIMLI OLDUK?



TÜM YAZILAR İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ LİNK KUTUSUNU TIKLAYINIZ

70 yıldır aydını, solcusu, sosyalisti hatta sağcısı her yerde avaz avaz bağırdı :

Tam bağımsız Türkiye!

Bağımsızlık, bunların bir kısmı için Amerika’dan kurtulup sosyalist bloka bağlanmaktı. Diğer bir kısmı içinse, AB veya İngiltere adına Amerikan düşmanlığı yaparak AB’ye bağlanmaktı. Amerika ve Avrupa karşıtı bazı sağ gruplar ise Rusya ve BRİCS ile iş tutmayı savundu.

Geçen süre içinde beyinleri yıkanan aydın kesimi evrim geçirdi. Atatürkçülük, milliyetçilik, ulusalcılık gibi kavramlar, oligarşik yapı tarafından içi boşaltılarak ‘çağdaş uygarlık ve evrensel değerler’ gibi hedeflerle küresel (emperyalist) sisteme bağlanmaya dönüştü. Darbelere bağımlı, vesayete dayalı modern sömürgecilik düzeni böylece kurulmuş oldu. Sonuçta sömürüden beslenen gizli iktidar, ülkeyi her yönden bağımlı yaparken Hacıvat Karagöz oyunuyla kaynaklarımızı  sürekli dışarıya pompalıyor.

Sahte bağımsızlık grupları, bilimsel ve teknolojik bağımlılık, faiz lobisi, vesayet düzenini kaldırmak yerine İslam ülkelerinde olduğu gibi toplumu çatıştırmakla meşgul. Bunların kökü milli değil, sanki uzaydan gelmişler. Hepsi de batı taklitçisi. Milli olan her şeye karşılar. Milletin özüne dönüşü bunlar için gericilik. Bunlar için tarih, küresel emperyalizmin bölüp parçaladığı Osmanlının yıkılışıyla başlıyor. Küresel emperyalizmin cetvelle çizdiği sınırların ve etnik planın bekcisi bunlar. Pay edilen Osmanlı mirasının ve İslam coğrafyasının asırlık sömürüsü bu bekçiler sayesinde oluyor. Bunlar asla küresel emperyalizmden, modern sömürüden ve yöntemlerinden söz etmezler. Bu temel ayırımı kullanırsak kimin ne için ve hangi tarafa çalıştığını anlamış oluruz. Taraflar belli ; Küresel irade ya da Milli irade. İsimlere, maskelere veya söylemlere sakın aldanmayın.

Halbuki, sahte bağımsızlık yanlılarının dilinden düşürmediği Gazi Mustafa Kemal’in önderlik ettiği Milli Mücadele, koskoca imparatorluğu yıkan emperyalist küresel düşmana karşı yapılmıştı. Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 6 mart 1922’de yaptığı tarihî konuşmada, bunları ne güzel özetliyor :

Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre uygun yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatiyle, ecnebilerin planlarıyla yükseltilebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.

Türkiye’yi yok etmeye girişenler, Türkiye’nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkarları paylaşarak birleşmiş ve ittifak etmişlerdir. Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye’nin iç hayatına, iç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir.

Bu düşüş, bu alçalış, yalnız maddi şeylerde olsaydı, hiçbir önemi yoktu. Ne yazık ki Türkiye ve Türk halkı, ahlâk bakımından da düşüyor. Batı’ya yaklaştığımızı zannederken asıl mayamız olan Doğu maneviyatından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç şüphesizdir ki bundan, bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka bir sonuç beklenemez.

Bu düşüşün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır. Türkiye’de fikir adamları, âdetâ kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki: ‘Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur.’ Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. ‘Onlar bizi idare etsin’ diyorlardı.

İşte Atatürk küresel emperyalizmi, gizli oligarşiyi ve yöntemlerini böyle özetliyor. Söyledikleri komplo teorisi değil, son bir asırdır yaşadığımız acı gerçekler.

YENİ TÜRKİYE TAM BAĞIMSIZ VE ÖZGÜR OLACAK

Tam bağımsız olmak ; dünyadan ayrı kalmak, ittifaklardan ayrılmak veya içe kapanmak değildir. Tam bağımsızlık, diklenmeden dik durmaktır. Dik durmak için bedensel, ruhsal, sosyal, zihinsel yönden sağlıklı bir toplum olmalıyız. Hasta bir toplum çuval gibidir, ayakta bile duramaz. Sağlıklı bir toplumun yolu da akıl, bilim ve teknolojiden geçer. Bilim ve teknolojide nal toplayan ülkeler, bu zaafı diklenerek kapatırlar. İsrail gibi bilim ve teknolojide güçlü iseniz kodu mu oturtursunuz. Kimse size kafa tutamaz. Demek ki diklenmeden dik durmanın yolu da bilim ve teknolojiden geçiyor.

Artık Türkiye değişiyor. Batı dünyasına insanlık dersi veren, zulüm ve sömürü karşısında dik duran bir Türkiye var. Peki bu gelişmelere rağmen neden hala füze kalkanından ekonomiye, aşıdan ilaca dışa bağımlıyız? Milli irade faizler düşmeli derken Merkez Bankası neden bize bağımsızlık numarası çekiyor? Neden herkes FED’e bağımlı? Sebep basit :

Çağımızda telefondan bilgisayara, aşıdan enerjiye keşfeden ve üreten kazanıyor. Keşfettiği ile değil, tükettiği ile övünenin özgür yaşama şansı yok. Milletler ancak bu şekilde ayakta kalabilir, yoksa ayaklar altında kalır. Yeni dünyada milletler, ancak bilim ve teknoloji ürettiği kadar özgür ve bağımsız olabilir. Artık sokaklarda bağırarak özgür ve bağımsız olma dönemi bitti. Bağımlılığın dipsiz kuyusundan ancak bilim ve teknoloji ipiyle çıkabiliriz. Gerçek dünyada keşfettiğiniz kadar özgür, ürettiğiniz kadar bağımsızsınız. Bilim ve teknoloji üretemezseniz, yaşama hakkınızda yoktur, şansınızda. Filistin’den Afganistan’a İslam aleminin sefaleti ve zavallı durumunun asıl nedeni bu. Doğal kaynaklara sahip 57 İslam ülkesi bilim ve teknolojide bir İtalya etmiyor. İslam ülkelerine örnek olan Türkiye, bu yüzden bağımlılık zincirlerini kırmaya ve dört asırdır yapamadığı bilim ve teknolojide bir devrimi yapmaya çalışıyor.

KAFESTEKİ KUŞ ÖZGÜRLÜĞE UÇUYOR

Bilim ve teknoloji üretemeyen acizlikten, ALTAY tankını, GÖKTÜRK uydusunu, ANKA uçağını, ATAK helikopterini, elektrikli yerli otoyu yapabilen irade ve güce kavuşmamız, küresel ve yerli oligarşiyi çıldırtıyor. Trilyonlarca dolarlık ballı pazar ellerinden kaçıyor. Kafesteki kuş, özgürlüğe ve bağımsızlığa doğru uçuyor. Adamları ürküten ve panikleten bu. Türkiye kendilerine dişli rakip olacak. Halbuki krizler içinde kıvranan batının krizden çıkması için, bizim krize girmemiz gerekiyor. Bundan sonra her çeşit krize hazır olun.

Bizi krizle tehdit eden batının kibarca söylediği acı gerçek şu : Küresel sistemin üyesi olan ülkeler, küresel sistemin koyduğu kurallara uymak zorundadır. Bu sistemin nimetlerinden yararlanma karşılığında da küresel sistemin kurallarını, isteklerini, külfet ve sorunlarını kabul etmiş olurlar. İnternetten  e-postanıza giriyor, tweet atıyor, facebook’ta arz-ı endam ediyor, dev ekranı zevkle izliyor, uçakla geziyor, tıkanan damarınız stentle açılıyor… Bilimsel tıp sayesinde hayata  tutunuyorsunuz. Bunları siz mi keşfettiniz? Küresel yapının keşfettiği katrilyon dolarlık bu sisteme bağlananlar, sağlıktan ekonomiye, bilimden teknolojiye kadar onların koyduğu kurallara farkında bile olmadan harfiyen uyarlar. Hayatınız ve alışkanlıklarınız kökten değiştiğinde bu kuralları hissedersiniz. Bağımlı olmanın mekanizmasını bilmeden bağımlılıktan kurtulamayız, özgür olamayız.

BAĞIMLILIĞIN ÜÇ ALTIN KURALI

Birinci kural; parayı veren kuralı koyar. Kural denilen şey, parayı verenin çıkar ve isteklerinin hukuki metinleridir. Yoksa parayı veren kaybeder. O zaman parayı niye versin? Bu yüzden Merkez Bankaları bile küresel sisteme bağımlı, milli irade karşısında ise bağımsızdır. Hiçbir şekilde karışamazsınız ama maaşları dahil her türlü masraf ve harcaması size aittir. Bu yüzden batı dünyasındaki faiz negatife inerken, bağımlı ülkeler küresel iradeye yüksek faizi haraç olarak ödemek zorundadır.

İkinci kural; parayı veren düdüğü çalar, parayı alan dinler. Yani parayı verenin kural dışı isteklerini de parayı alan dinlemek zorundadır. Bu nedenle parayı verenin hukuku, bir gecede parayı alanın hukuku olur ve nasıl bir gecede her şey değişti diye de hayret edersiniz. Bebek mamasında GDO çıktığında bile, kanunlar bir dakkada aleyhinize değişir. Adamlar GDO’yu bağırta bağırta size yedirirler, gıkınız çıkmaz. Şeker hasta sayısı son 20 yılda on kat artmış, şişmanlık, yüksek tansiyon, kalp damar hastalığında dünya şampiyonu olmuşsunuz kimsenin umurunda değildir. Küresel sistem sizi hasta ederek ve her yıl milyarlarca dolarlık ilaç ve yüksek teknolojiyi size satarak sömürmek zorundadır. Zincir hastaneler boş mu kalsın? Kural basit : parayı alan kurala uyar.

Üçüncü kural; Bir şeyler alan bir şeyler vermek zorundadır, verdiklerine sağlık ve hayatı da dahildir. Bedava konforlu hayat yoktur. İlaçtan teknolojiye, füze kalkanından cep telefonuna onların payını vermek zorundadır. Acı gerçeklerle yüzleşelim.

BAĞIMLILIĞIN NEDENİ : BİLİMSEL MANDACILIK

Bilimsel mandacılık, sürüngenliğin ve bağımlılığın asıl nedeni. Geçen asır Hintlilere logaritma cetvellerini ezberleterek beyinleri körelten sömürge yöntemleri değişti. Modern sömürgecilik, artık teste dayalı ezberci ve dersaneci eğitimle beyinleri esir alıyor. Sömürünün temeli zihinsel esarete dayanıyor. Çağımızda asgari ücretli köleleştirmenin en kestirme yolu bu. Beyinleri kilitleyen bu şifreyi nasıl çözebiliriz?

Sahte bağımsızlık yanlıları, bizi bağımlı yapan bu yöntemlerden neden bahsetmezler? Sadece oto ithali bile modern sömürünün nasıl yapıldığını gösteriyor. Yergök ithal araç dolu. 30 milyon aracı ülkemizde üretseydik, bunlara harcadığımız yüzlerce milyar dolar içerde kalır, dış borcumuz olmazdı. Yüksek faizle borçlanmak ve borç verenlerin dayatmaları sonucu asgari ücretli bir ülke olmazdık. Modern sömürü budur. Kazandığımız parayı faize ödüyoruz. Borçlar ise sürekli artıyor. Sömürü lobisi ise bunları biz üretelim, dövizi teknolojik devrim için harcayalım demiyor. Aksine yerli otoda milli teşebbüslere karşı çıkıyor, şeftali üretin diye dalga geçiyor. Ülkeyi modern sömürü ve asgari ücrete mahkum eden bu lobi tasfiye edilmeden Türkiye düze çıkamaz.

Adamlar, bizi otla çöple, alternatif masallarla meşgul ederken ithal malları bize satarak köşe oluyorlar. Yıllardır insanımızın korkulu rüyası olan Kanamalı Kırım Kongo  hastalığının aşısını ble üretemedik ama lafa gelince herkes araştırma yapıyor. MERS ve EBOLA paniği karşısında ne yapacağımızı bilemiyoruz. Bu virüsleri yayan vahşi batı aşısını yapacak ve sonra da bize himmet edecek(!) Bilim dünyamızın beklentisi bu. Bilim ve teknolojik ilerleme idrak sınırlarımız ötesinde. Beklenen Marmara depreminden bizi koruyacak araştırmaları, soykırım yasası çıkaran Fransız araştırma gemileri yapmadı mı? Batı dünyası yapar, biz seyrederiz. Bilimsel mandacılık işte bu! Milletimizi tehdit eden öldürücü salgınlara karşı bizi koruyacak aşıları, Milli Aşı Merkezi ne zaman üretecek?

Bu kadar okumuş, yazmış, yetişmiş adamı olan, bu kadar üniversitesi olan ülkeler nasıl bağımlı oluyor? Nasıl mı? Çok basit. Bilim kadrolarımız, pazar olduğundan habersiz, bir işe yaramayan, üretime dönüşmeyen uzmanlık tezleriyle, palavra araştırmalarla oyalanıyor, uyutuluyor. Kaynaklar, emekler, hevesler heba ediliyor ve bu akıl oyununu hala farkedemiyoruz. Altyapısı bile olmayan üniversitelerde zaman ve para gücünü tüketmek, kopya ve palavra araştırmalarla bilim yapıyor görünmek bir işe yaramıyor. Çağımızda İlaçtan aşıya, uçaktan silaha yüzlerce trilyon dolarlık pazarın hedefi, bizim gibi bilim ve teknoloji üretemeyen, fındık fıstıkla oyalanan ve uyutulan ülkeler.

Bilimsel araştırma sonuçlarına göre, insanımızın %86’sı önlenebilir nedenlerden dolayı hasta oluyor ve ölüyor. Önlenebilir demek önlemiyorsunuz demektir. Bilim dünyamız bu felaketi görmüyor, bilmiyor, duymuyor, okumuyor, anlamıyor, düşünmüyor, umurunda değil. Neden? Herkesin elinde başkasının keşfettiği akıllı telefon ama neden bu kadar hastayız, neden ölüyoruz, nasıl önleriz kimse çözmeyi akıl etmiyor. Kıt kaynaklarımız dışardan ithal edilen ilaç ve teknolojiye harcanırken kimse bu bağımlılıktan nasıl kurtuluruz diye kafa yormuyor. Bilim dünyamız ve aydınımız hacıağa gibi, başkasının keşfedip ürettiği teknolojiyle caka satıyor, fiyaka yapıyor ama başkasını zengin edeceğimize bunları biz de üretelim demiyor, teşebbüste bile bulunmuyor. İşte bu yüzden bağımlıyız. Sahte bağımsızlık yanlıları, bizi bağımlı yapan bu yöntemlerden neden bahsetmezler?

Kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik araştırmalar yapamıyoruz. Bu yüzden kötü kader yakamızı bırakmıyor. Bu yüzden her çeşit sosyal ve bedensel hastalıklardan telef oluyoruz. Bu yüzden her çeşit kriz bizim kaderimiz olmuş.Bilimsel yayın kalitesi yönünden 1981 - 1999 yılları arasında en çok atıf alan araştırmacı sayısı: İsrail için 44, İngiltere için 350, ABD için 3572 iken ülkemiz için maalesef sadece bir kişi. Bilimsel araştırmaların teknolojiye aktarılması ve teknolojik gelişmenin doğrudan ölçüsü olan milyon kişiye düşen patent sayısı ise ülkemiz için ne yazık ki sıfır. Yeni rakamlar da farklı değil. 27 bin makale basılıyor, patent sayısı 85. Buna Zihn-i sinir projeleri de dahil. İsrail’de 4 bin civarında makale basılıyor, patent sayısı 1.500. Gelişmiş ülkelere göre alınan patent ve proje sayısı ile bilimsel araştırmaların teknolojik üretime dönüşme oranı bile bilim dünyamızın ne kadar kısır olduğunu gösteriyor.

Ülkemizin sorunlarını çözen, kötü kaderini değiştiren düşünce, bilgi, araştırma ve projeler üretemiyoruz. Gecekondu üniversiteler diplomalı işsiz yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Gösterişli binalar ve dev kampüsler ise dünyanın en iyi üniversiteleri arasına girmeye yetmiyor. Düşünen ve sorgulayan yetenekli çocuklarımızı bir servet ödeyerek gönderdiğimiz şaşalı okullar ve dersaneler, insanımızı bilimsel düşünemeyen bir topluma dönüştürüyor. Bu nasıl eğitim ki, seçmen sayısını veya depremde ölenlerin sayısını doğru saymayı bile öğretemiyor. Göl olacak bölgeye havaalanı yapanlar, bizim üniversitelerimizde yetişiyor. Bilim dünyamız, keşfetmek ve üretmek yerine, ithal edilen ayfonlarla, aypedlerle gösteriş yapmayı marifet sanıyor. Ürettiği ile değil, tükettiği ile övünenler yüzünden Apple trilyon dolara koşuyor. Üniversiteler, sarımsağın Çin’den ithalini bile sorgulamaktan aciz dünya vatandaşı yetiştiriyor.

Binlerce yıl öncesinde mağara adamlarının yaptığı evler zamana meydan okurken, 20 -30 yıl önce yapılan evleri neden yıkıyoruz? Yazıktır, günahtır, israftır. Bunların çoğu, sırf iş olsun diye gereksiz yere yıkılıyor. Bu kadar zengin ve aptal değiliz. Çürükse, bunlar yapılırken neden mani olunmadı? Bunlara izin veren, kontrol eden, imzalayan üniversiteler ve belediyeler devletin organı değil mi? Halkın ne suçu var? Taşa toprağa gömülen kaynaklar ne zaman bilim ve teknolojiye harcanacak? Unutmadan söyleyelim :

Belediyeler otobüs ithalinden ne zaman vazgeçecek? Sürekli ithal edersek milli sanayi nasıl gelişecek? Dünyanın en büyük güneş enerji tarlasını Konya’da kurmak çok güzel ama rüzgar dahil her çeşit enerji tribünini ithal etmek yerine biz ne zaman üreteceğiz? Bunların betonunu dökmek marifet değil. Bor madenini yüksek teknolojide kullanmak yerine Afrikalı gibi satmak ne iştir? Elektrikli yerli taşıtta olduğu gibi acilen sanayi �" üniversite işbirliği gerekiyor. Zenginlerimiz ellerindeki parayı taşa toprağa yatırmak yerine bu çeşit milli hedeflere yöneltecek irade istiyor.

Bilim ve teknoloji üretiminde nal toplarken, başkalarından aşırdığımız bilgiden ne ölçüde yararlanıyoruz? Çevre kirliliğinden trafiğe, sel baskınlarından depreme, kötü kaderimiz değişiyor mu? Başkalarının ürettiği bilgiyi kullanabiliyor muyuz? Ne gezer… Aşırdığımız bilgiyi uygulamayı da beceremiyor, ağzımıza yüzümüze bulaştırıyoruz. Domuz gribi ve kolesterolle ilgili zavallı halimiz ortada. Ne işe yaradığı belirsiz tezler ve araştırmalar yapmakla, Bilim ve Teknoloji merkezi, Araştırma merkezi gibi tabelaları binalara asmakla, yapılan binlerce tezi depolara veya bilgisayar ortamına atmakla sorunlar çözülmüyor. Eğer çözülseydi, yağmur yağdığında bu merkezler ve içindekiler seller altında kalmazdı. Demek ki bilim ve teknolojiden nasibimizi alamamışız. Bütün bunları yapacak olan beyin, bilim dünyamızdır. Beyin işlevini yapamazsa vücut hasta olur. Bedensel, ruhsal, sosyal, ekonomik… tüm hastalıkların sebebi bu.

Eğitim ve öğretimin önündeki en büyük engel, insanları çözüm üretemeyen robotlara dönüştüren işte bu çoktan seçmeli, ezberci dayatma. Bu ortamda başkalarının nasihat ve projeleriyle çağ atlamaya çalışıyoruz. Doçentlik, profesörlük gibi akademik ünvanların kazanılması bile yabancı dergi editörlerine bağımlı. Bazı bilimsel dergilerin ardındaki istihbarat örgütleri bu yolla ülkelere paralel beyin nakli yapıyor, kimsenin ruhu duymuyor. Tüm sistemin baştan aşağı değişmesi gerekiyor.

Teknoloji üretemeyen, yaşamsal sorunlarımızı çözemeyen bilimsel anlayışımız ne işe yarıyor? Başkalarının ekmeğine yağ süren araştırmaların bize ne faydası var? Sadece makale yayınlamakla, atıf almakla sorunlarımız çözülmüyor. Nerede kendi sorunlarımızı çözen araştırmalar? Nerede kendimizin ürettiği teknolojiler? Nerede projeler? Nerede patentler? ABD’ de geçtiğimiz yıl 600.000 patent başvurusunun 100.000 ‘i patent alırken, bizler komik bir şekilde parmaklarımızı sayıyoruz.Bilimden nasibini alamayan bir toplumun kaderi bu. Dünya alem telekulakla bizi dinlerken, bilim ve teknoloji üretmeniz mümkün mü? Adamlar sizden öğrendiğini size satar. Devletin en gizli kararları bile paralel hatla yabancıya gidiyor. Az sayıdaki nitelikli bilim insanımızı ve keşiflerini bile koruyamıyoruz.

Sadece donanım, yazılım, bilgi teknolojileri ve telekomünikasyon pazarından oluşan rakam, yılda dört trilyon dolara yaklaşıyor. Dünya bu dört trilyon doları paylaşırken, halkımız sadece telekominikasyonda şimdiye kadar 250 milyar dolar harcadı. Nasıl mı? Geyik muhabbetle! Her yıl yeni modelini aldığımız telefon, ayfon, aypedlerle… Bu harcamalar, ne yazık ki akıl ve bilim olarak geri dönmüyor. Üretmeden, keşfetmeden tükettiğiniz her şey sizi de ülkeyi de bağımlı yapıyor. Adamlar Patriotları sökeriz deyince sudan çıkmış balığa döndük. Hani Çin’den alacaktık? Daha eski teknoloji penisilini bile yapamıyoruz. Adamlar vermese hastalıktan sürünüp öleceğiz.

Bilim dünyamız ve üniversiteler, asırlardır bilim ve teknolojik yönden hadım edilmiş ve ülkeyi pazar haline getiren küresel sisteme harem ağası gibi bağlanmış bulunuyor. Harem ağası yapmanın yolu, önce bilim ve teknoloji üreten yolu budamak, sonra da teknolojik üretime ve kazanca dönüşmeyen sözde bilimsel çalışmalarla kıt kaynakları tüketmek : Yani bilimsel masturbasyon. Anlamsız araştırmalara harcanan kaynaklar ve ithal edilen ileri teknoloji, kendini tatminden ve pazar olmaktan başka bir işe yaramıyor.

Aksini iddia edenlere hatırlatalım : Bilim iki ayak üzerinde yükselir. Birinci ayak; bilime harcanan paradan çok, bilimden kazanılan paradır. Bilimin ikinci ayağı ise üretilen bilgi ve teknolojinin günlük hayata yani yaşam tarzına yansımasıdır. Bu iki ayaktan yoksun ülkeler ilerleyemez, ayakta bile duramaz. Çünkü bilim bu iki ayak üstünde yükselir ve yararlar sağlar. Bilim dünyamız, ne yazık ki bu iki ayaktan yoksun. Patent ve teknolojiye dönüşen bilimsel araştırmamız var mı? Kilitlenen sorunları çözecek bilgi ve teknolojiyi kim üretiyor? Milli gelirin ne kadarını bilim ve teknolojiden kazanıyoruz? Kendi aşı ve ilacımızı üretebiliyor muyuz? Penisilin dahil pek çok ilacı 2 senedir ne üretebildik, ne de ithal edebildik.

Halkın imkanlarıyla kurulan üniversiteler, sanayi ile işbirliği yapmadan bu haremağası modelinden kurtulamayız. Kaynakların bilimsel anlayışla ve akıllı kullanımı gerekiyor. Aksi halde aspirinden uçağa, aşıdan domates tohumuna kadar binlerce teknolojik ürüne harcanan para, bilim üreten ülkelere sürekli hediye edilir. Patent ve teknoloji üreten ülkeler bu hediye ile gelişir süpergüç olurken 70 yıldır gelişmekte masalıyla uyutulan ülkeler sömürge olur. İşin özü bu.

Modern sömürgecilik adı verilen bu sistemin amacı, cep telefonundan uçağa, ilaçtan aşıya ülkeleri acıtmadan sömürmektir.

Oyunun kuralı bilim ve teknolojide mandacılıktır. Teknolojik kısırlığın nedeni bu aşağılık duygusudur.

Sahte bağımsızlık yanlıları, bizi bağımlı yapan bilimsel mandacılığa karşı neden mücadele etmezler?

Peki çözüm ne? Tekrar özetleyelim :

YÖK sistemi, ‘Milli Araştırmalar Merkezi’, ‘Milli Sağlık Akademisi’ ve Bilim Teknoloji Merkezi’ kurulmasını ve sanayi ile bütünleşmesini organize edecek yapıya dönüşmelidir. Beyin olmadan organların sağlıklı çalışması ve yönetimi mümkün değildir.

Bilim Teknoloji Sanayi Bakanlığı beyin olarak, TÜBİTAK ile birlikte mükemmel bir uyum içinde çalışıyor ancak YÖK buna uyum sağlamalıdır.

‘Ulusal Araştırma Merkezi’ gibi bilim kurumlarında kıt kaynakları toplayarak, aşıdan enerjiye kadar ülkenin önemli sorunlarını çözecek araştırmalara yönelmek gerekiyor. Palavra araştırmalar karın doyurmuyor.

Üniversite �" Sanayi işbirliğinin kurulduğu ‘Bilim ve Teknoloji Merkezleri’nde, ithal etmek zorunda olduğumuz teknolojik ürünleri ve hayati ihtiyaçlarımızı üretmek zorundayız.

Tüm eğitim ve öğrenim kurumları ve sanayi, bu merkezin hedeflerine uygun olarak düzenlenmeli ve çalışmalıdır.

Bilim ve teknolojide bu devrimi yapmamız halinde, Türkiye kısa sürede dünya devi olacaktır.

TÜM YAZILAR İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ LİNK KUTUSUNU TIKLAYINIZ

 



Bu yazı 1,612 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,511 µs