En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
24 Nisan 2013

'MİLLİ İLAÇ ve AŞI MERKEZİ' NEDEN YOK ?



AŞI VE İLAÇ MERKEZİ NEDEN YOK? 


Bu yazı 2013 yılında yayınlandı. Bu yazıdan sonra Milli ilaç, aşı ve milli tıbbi teknoloji çalışmaları hız kazandı. TUSEB bu amaçla kuruldu. Virüs salgını, Milli kurtuluş savaşı anlayışı ile Milli ilaç, aşı ve milli tıbbi teknolojik devrimi hızlandıracak. Eylülde bazı aşılarımız piyasaya çıkacak. İsrail aşı tamam derken bizde tamam diyeceğiz. Bilim ve teknolojide mandacılık sona eriyor. Yıl 2013


https://www.kemalyesilcimen.com/?artikel,231/ 


Bir günde 69 milyar dolarlık nükleer santral ve İstanbu’a 3. Havaalanı gibi 2 büyük tesise imza atan ülkemiz, süpergüç olma yolunda hızla ilerliyor. Ancak bazı hayati çelişkileri yeni fark ediyoruz. Örneğin hayati öneme haiz bazı ilaç ve aşılar zaman zaman ülkemizde bulunamıyor. Çünkü ilaç ve aşıda % 100 dışa bağımlıyız. Afyon Alkoloid Fabrikasından dünyaya bir sürü ilacın hammaddesini ihraç ediyoruz ama bu hammaddeyi işleyerek yüzlerce kat fazlasına satacak Milli İlaç Sanayi'ni kuramıyoruz.  Yüzlerce milyar doları, taşa, toprağa, telefona, ithal taşıta, uçağa gömüyoruz ama tasarrufları ilaç ve aşı gibi zorunlu ve karlı işlere yatıramıyoruz. Un var, yağ var, şeker var ama dışarının helvasına mahkumuz. Erciyes Üniversitesi Rektörü’nün dediği gibi, Galatasaray'ın Sneider'e ödediği 25 milyon Euro gibi komik bir parayla bu bağımlılığı kırabiliriz, büyük devlet olmanın yolu buradan geçiyor. Ama kıramıyoruz. Aşağıdaki yazıda niye kıramadığımızın acı ama gerçek nedenlerini okuyacak ve bu engelleri aşmanın yolunu bulacaksınız.


Yıllardır söylüyoruz ama kulaklar tıkalı. Yerli elektrikli taşıta bile karşı çıkan, sürekli yapmayın diyen istemezük lobisi yüzünden en basit işleri bile yapamıyoruz. ABD’de bilim ve teknolojiye en büyük katkıyı yapan 1000 projenin hiçbirinde devlet yok ama orada keşfetmek için çırpınan özel teşebbüs var. Bizde ise hem yapmayan ve hem de yapmak isteyenleri baltalayan bir oligarşi var.


Emme-basma tulumba gibi milli kaynakları dışarıya pompalamak, bu anlayışın genlerine işlediği için, her milli girişim bunlar için intihar anlamına geliyor. Nedeni basit : Kökü dışarıda olan sistemin ithalatla sürekli sulanması gerekiyor yoksa kökleri kurur, yaşayamazlar. Güzel güzel kazanırken neden intihar etsinler?

Halbuki Japonya’da bunun tersi olur. Bir Japon iş adamı, bilim ve teknolojide başarılı olamazsa, ülkesinin yabancılara peşkeş çekilmesini gururuna yediremeyip intihar eder. Ülkemizin aydın ve bilim dünyası küreselleşme masalıyla nasıl yabancılaşmışsa, iş dünyası da maalesef ülkesine yabancılaşmış bulunuyor. Kendilerine zenginlik ve itibar kazandıran fedakar halkı ve ülkesi yabancıların sömürge pazarı olmuş, bunların zerre kadar umurunda değil. Bunların tek bildiği, sarımsağa kadar her şeyi Çin’den ithal edip içerdeki marketlerinde gece gündüz satsınlar. Yerli üretici de aldığı krediyi ödeyemediği için bunların kölesi olsun.

AL-SATLA DÜNYA DEVİ OLUNMAZ

Bu anlayış yüzünden sadece aşı için bile, milyarl arca doları küresel sisteme ve yerli işbirlikçilerine ödüyoruz ama kimse milli aşı ve ilaç lafını telaffuz bile etmiyor. Keşfettiğimiz bize ait bir molekül, bir ilaç, bir aşı bile yok. Adamlar vermese hapı yuttuk. Apple trilyon dolara koşarken bizim iş dünyamız keşfettiği ile değil, ithal ettikleriyle fiyaka yapıyor, caka satıyor. Bütün öfkemiz bundan. Dünyada bu işi yapan tabii ki özel teşebbüs. Ancak bizdeki sistem al " sat " kaynakları dışarı pompala işiyle uğraştığı için, bu işi omuzlamak devlete kalıyor. Çünkü bu sömürü düzeni milli iradenin sabrını taşırdı. Çünkü uçaktan otoya satın almakla değil, bunları üretip satmakla dünya devi olunuyor. Astronomik satın almalarla, pazarın en güzel modeli olunur. Batı dünyasının ekonomik krizinin ilacı biz mi olacağız? Bu kadar üniversite, bu kadar sanayi, bu kadar yetişmiş insanla, petrol zengini ülkelerden farkımız olmalı.

İlaçtan aşıya, uçaktan silaha yüzlerce trilyon dolarlık teknoloji pazarlarının hedefi, bizim gibi bilim ve teknoloji üretemeyen, bir Afrika ülkesi gibi yıllarca fındık fıstık üzüm incir ihracıyla oyalanan ve uyutulan ülkeler. Bu kadar okumuş, yazmış, yetişmiş adamı olan, bu kadar üniversitesi olan ülkeler nasıl olur da oyalanır ve orta gelir tuzağına hapsedilir? Nasıl mı ? Çok basit. Sizin iş aleminiz, sanayiniz ve bilim dünyanız, birbirinden ve pazar olduğundan habersiz dışarının ağzına bakar, milli girişimlere ön ayak olmazsa olacağı bu.


Adamlar, bizi otla çöple, alternatif masallarla meşgul ederken milyarlarca dolarlık ilaç ve teknolojiyi bize satarak köşe oluyorlar. Bilim dünyamız ve aydınımız hacıağa gibi, başkasının keşfedip ürettiği teknolojiyle caka satıyor, fiyaka yapıyor ama başkasını zengin edeceğimize bunları biz üretelim demiyor, teşebbüste bile bulunmuyor. Bunları farkedecek beyinler yabancılaşıyor. Beyinleri işlemez hale getiren akıl oyunu işte böyle oynanıyor.


Sadece donanım, yazılım, bilgi teknolojileri ve telekomünikasyon pazarından oluşan rakam, yılda dört trilyon dolara yaklaşıyor. Dünya bu dört trilyon doları paylaşırken, halkımız sadece telekominikasyon cihazlarına ve geyik muhabbete inanılmaz para harcadı. Üretmeden, keşfetmeden, hazıra konduğunuz, tükettiğiniz her şey sizi de tüketir, ülkeyi de. Bu harcamalar, ne yazık ki akıl ve bilim olarak geri dönmüyor.


HER YER AVM DOLDU, NEFES ALACAK YER KALMADI


İşte bu sömürge anlayışı, küresel sistemin devşirip kurduğu, gövdesi içeri de beyni dışarıda olan sistemle besleniyor. Bunların görevi, ülkelerini dışarıdaki köklerine bağımlı hale getirmek. İşte bu yüzden üniversitelerdeki milli projelere destek vermezler, üniversiteler de bu yüzden havanda su döver, çocuklarınız da bu yüzden doğru dürüst bir iş bulamaz. Çünkü size iş sahası açmak, ilaç, aşı, yüksek teknoloji üretmek bunların derdi değil. Yabancıların tatlı pazarı, komisyoncusu, distribütörü ve kültür elçisi olmak daha karlı değil mi? Her yer AVM doldu, nefes alacak park kalmadı.


Bu sistem, kaynakları dışarıya pompalayan emme-basma tulumba sistemidir. Yabancıların taşaronu haline getirilmiş şirketler pompa, başındakiler ise pompacıdır. Asırlardır bu sistem değişmiyor. Adamlar canla başla pompalıyor, ama dışarıya. Milleti tüketim toplumuna dönüştürmek ve dev AVM’lerle ülkenin kaynaklarını dışarıya transfer etmek, bunların eseri ve marifeti. Ha, bir de methiyeler düzerler. Aşağılık kompleksi böyle oluşuyor, hiç değilse bunu bilelim.


Bu zevat bilmiyor mu, yabancıların iştahına göre değil, kendi milli ihtiyacımıza göre yatırım yapan özgür ve bağımsız şirketlerimiz varsa, ilaçtan aşıya kötü kaderimiz değişir, yoksa sürünmeye devam ederiz. Bilimsel mandacılık yüzünden, Marmara depremine önlem olacak bilimsel araştırmalar için, soykırım yasaları çıkaran Fransız gemilerinden yıllarca medet umduk. Millet enayi yerine konurken bu zevat niye yatırım yapmadı, neden bir gemi tahsis etmedi? Bunlar uzayda mı yaşıyor? Neyse ki bu yüce millet oyunu fark etti de geminin kralını aldı. Yarın kendimizin yapacağı günlerde gelecek merak etmeyin.


DEVLET-İ ALİ NEDEN YIKILDI?


Bir devlet, yabancıların taşaronu haline gelmiş yapılara yalvararak, ricayla minnetle yaşayamaz. Devlet-i Ali O dur ki, bu yapılar milli oluncaya kadar, bilim ve teknoloji merkezlerini kendi himayesinde kurar. Devlet-i Ali O dur ki, milli yapıların gayri milli olmasına fırsat vermez. Devlet-i Ali, neden yıkıldı? Küreselleşme oyununun amacı, ülkeleri sağıldığından habersiz inek haline getirip öz kaynaklarını sömürmek. Cep telefonlarından GSM hatlarına kadar milyarlarca dolar sağıldığımızı kaç kişi biliyor?


Eğer zevki safa ve geyik muhabbet için harcanan paraların onda birini bilim ve teknoloji üretimi için ayırsaydık, sağlıktan ekonomiye kuralları biz koyardık. Ne farkeder demeyin, sağlıklı toplum olmayı seçtiğimiz için hastalık üreten canavarı beslemekten kurtulur, zincir hastanelerin konu mankeni olmazdık. Hasta olup hastane ve mezar doldurmak kader mi? Hastanelerde adım atacak yer kalmadı, her yer hasta kaynıyor, paranın tadını alan hastane üstüne hastane açıyor. Dünyadan haberimiz yok.


Çağımızda keşfettiği ile değil, tükettiği ile övünenin özgür yaşama şansı yok. Telefondan bilgisayara, aşıdan elektrikli otoya keşfeden ve üreten kazanıyor. Milletler ancak bu şekilde ayakta kalabilir, yoksa ayaklar altında kalır. Trilyon dolarlık bor madeninin üzerine oturup, bor kullanan elektrikli taşıt bile yapamazsanız, Afrika ülkesinden farkınız kalmaz. Yemeyenin malını her şekilde yerler. Artık sokaklarda bağırarak özgür ve bağımsız olma dönemi bitti. Gerçek dünyada keşfettiğiniz kadar özgür, ürettiğiniz kadar bağımsızsınız. Bilim ve teknoloji üretemezseniz, yaşama hakkınızda yoktur, şansınızda. Filistin’den Afganistan’a İslam aleminin sefaleti ve zavallı durumunun asıl nedeni bu. 57 İslam ülkesi, bir İtalya etmiyor.


TÜM SİSTEMİN BAŞTAN AŞAĞI DEĞİŞMESİ GEREKİYOR

Yapılacak iş basit: ‘Bilim ve Teknoloji Merkezleri’ kurmak için zaman kaybetmeden üniversiteleri ve milli eğitimi, sanayi ile entegre olacak şekilde baştan aşağı değiştirmek. Ülkeleri sömürge yapmanın yolu da basit: Eğitim, öğretim, bilim kurumları, sanayi ve üretimi birbirinden kopuk, dünyadan habersiz hale getirerek bu entegrasyonu engellemek.

Eğer birazcık kafamız çalışıyorsa, birazcık aklımız kaldıysa, tek sığınağımız olan devletimize güvenelim ve onun ‘Elektrikli yerli taşıt’ projesini destekleyelim. ‘Bilim ve Teknoloji Merkezi’ ‘Milli İlaç ve Aşı Merkezi’ kurması ve cari açığı kapatacak 10 alanda ciddi yatırım yapması için kamuoyu oluşturalım. Gerçek milliyetçilik ve vatanseverlik budur. Yoksa halimiz harap. Milli ilaç, aşı, tıbbi teknoloji merkezi olmadan yarın bir salgın hastalık halinde hayati önemi olan ilaç, aşı ve tıbbi teknolojiyi bize kim verecek? Adamlar yarın aşı ve ilaç vermezse, işte o zaman hapı yuttuk demektir.

MİLLİ AŞI ve İLAÇ MERKEZİ NEDEN YOK?

Aşı konusunda yapılan kısır tartışmalar asıl hayati sorunu gizliyor. Bilim dünyamız ve aydınlarımız şu sorulara cevap vermelidir. Ulusal felakete yol açabilecek biyolojik teröre karşı ‘Milli Aşı ve İlaç Merkezi’ neden yok? Ne zaman ve nasıl kurulacak? Kim kuracak? Altı ay gibi kısa bir sürede aşı üretilen bir dünyada biz kanamalı Kongo virüsünden neden ölüp gidiyoruz? Milyonlarca insanın ölümüne yol açabilecek salgın halinde hiçbir ülke kendi halkına bile yetecek aşıyı zamanında üretemiyor. Peki bu durumda biz ne yapacağız? Böyle bir felaket karşısında dilencilik yapmanın yararı olmayacağına göre, ‘Milli Aşı ve İlaç Merkezi’ için acilen düğmeye basılmalıdır.

Bu amaçla TÜBİTAK, gerekli bilim ve teknoloji transferi için, bilim ve iş dünyası arasındaki organizasyonu yapmalıdır. Çünkü sorun milli güvenlik sorunu, çözümü de bilim ve akıl oyunudur. Yüzlerce üniversitesi ve binlerce nitelikli bilim adamı olan dünyanın 16. büyük ekonomik gücü Türkiye’ye yakışan budur. Kriz ortamında kıvranırken her yıl yabancılara kaptırdığımız milyarlarca doların çok az bir kısmıyla can güvenliğimiz için zorunlu olan bu merkezi acilen kurmalıyız. Koskaca İslam coğrafyası, Asya ve Afrika üreteceğimiz aşı için onlarca milyar dolarlık dev bir pazar. Hedefimiz ; Güvenli aşı, insani görev. Milyarlarca insana en büyük sağlık hizmeti. Büyük Türkiye işte böyle olur.

MİLLİ GÜVENLİĞİMİZ TEHLİKEDE

Her yıl yapılan milyarlarca dolarlık ithalatın ekonomik boyutu bir yana milli güvenliğimiz de risk altında. Artık biyoterör sadece mikrop veya virüslerle yapılmıyor. Aşı ve GDO'nun biyoterör için kullanımına karşı uyanık olmalıyız. Kullanılan birçok aşının sonradan çıkan yan etkileri veya etkisiz olmasının sakıncaları ihmal edilemez. Domuz gribi veya kuş gribi numarasıyla, başkasının ağzına bakan koskoca bilim dünyamızın bile nasıl aldatıldığını bizzat yaşadık. Farklı ülkelerden alınan bir sürü aşının etkinlik ve güvenlik takibi de kolay değildir. En güvenli yol kendimizin üretmesidir.


Milyonlarca insanın ölümüne yol açabilecek salgın halinde hiçbir ülke kendi halkın bile yetecek aşıyı zamanında üretemeyeceğine göre, bize aşı veremeyecekler demektir. Diyelim ki verdiler. Bedavaya mı verecekler? Zamanında vermeleri imkansız. Salgın yapıldıktan sonra vermeleri ise işe yaramaz. Ayrıca milyarlarca doları bize şantaj yapan ülkelere hediye edeceğiz. Halbuki bu paranın yüzde biriyle Milli aşı merkezi kurabiliriz. Türkiyenin bunu yapacak bilim insanı gücü var. Sadece Galatasaraylı futbolcu Sneidere ödenen miktar kadar paraya ihtiyacımız var. Bir de bunu idrak edip yapın diyecek iradeye.


Biyoteknolojiyle her çeşit saldırının yapılabildiği çağımızda, dışarıdan alınan aşılar milli güvenliğimizi tehlikeye sokuyor. Örneğin bu aşıların toplumları kısırlaştırmak için denendiğini biliyoruz ve ülkemizde kısırlık giderek artıyor. Oligarşik yapıların, dış güçlerin himayesinde yaptığı nüfus planlamasını da unutmayalım. Kendimizin yapmadığı hiçbir teknoloji bizim değildir ve her türlü tehlikeye açıktır. Başkasının ipiyle kuyuya inemeyiz. Geçtiğimiz yıllarda başka ülkelerden ithal edilen aşılar yüzünden aşıya rağmen nükseden salgınlar, aşımızı mutlaka kendimizin yapmasını zorunlu kılıyor. Yarın biyolojik terörün salgınlarına teslim olmak istemiyorsak bugünden tezi yok Milli aşı merkezini kurmalıyız.

Kötü kaderimizi değiştirecek beyin nakli olan; ‘Milli Araştırma Merkezi’, ‘Milli Sağlık Akademisi’, ‘Milli Aşı ve İlaç Merkezi’ ve Bilim Teknoloji Merkezi’ni başarmak dileği ile… 30 Ekim 2009


“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamayı alışkanlık haline getirmiş milletler, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, sonra da istiklal ve istikballerini kaybederler.” Atatürk.



KAYNAKLAR

1. "İlaç sanayii kurulması için Galatasaray'ın Sneider'e ödediği kadar para lazım" http://www.medimagazin.com.tr/hekim/universiteler/tr-ilac-sanayii-kurulmasi-icin-galatasarayin-sneidere-odedigi-kadar-para-lazim-2-15-49502.html

2. SGK sordu: 1700 ilaç piyasada niye yok? http://www.sgmder.org.tr/tr/Haberler/98-sgk-sordu-bin-700-ilac-piyasada-niye-yok.html

3. Prostat kanserinin aşı ile tedavisi 90 bin $. http://www.aciamagercek.com/?p=7664

4. Neden aşı üret(e)miyoruz ? http://www.aciamagercek.com/?p=7552

5. Diyabetin devlete maliyeti 13 milyar TL http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/18054163.asp

6. http://www.kemalyesilcimen.com/haber.php?haber_id=34

7. Yatırımda Cumhuriyet tarihinin rekoru dün kırıldı. 3. havalimanı ve Sinop'taki nükleer santral için Hazine'ye tam 69 milyar dolarlık kaynak sağlandı.

http://ekonomi.milliyet.com.tr/cilgin-turkler-/ekonomi/detay/1703272/default.htm



İLGİLİ YAZILAR :

KIYAMET VİRÜSÜNE 5 YIL KALDI

Bilim insanlarına göre tüm dünyaya yayılacak ve ölüm vakaları giderek artacak. Bilim insanları Kırım-Kongo kanamalı virüsün, 5 yıl içinde tüm dünyada etkili olacağı konusunda uyarıda bulundu. Kenelerden insana geçen virüsün, 5 yıl içinde tüm dünyaya yayılacağı ve ölüm vakalarının giderek artacağı söyleniyor. Buna göre ilk septomlara göre hastalarda aniden başağrısı, yüksek ateş, mide ve eklemlerde ağrı ve kusma meydana geliyor. Daha sonra hastalarda kontrol edilemeyen iç kanama oluşuyor.

Yapılan araştırmalarda, İngiliz bilim insanlarının Armegeddon (Kıyamet) olarak adlandırdığı Kırım-Kongo kanamalı virüs hastalıklarının yüzde 30′u ölümle sonuçlanabiliyor. İngiltere’de 38 yaşındaki bir adam Afganistan’daki kardeşinin düğününe gittikten sonra İngiltere’ye gelmiş ve Kırım-Kongo kanamalı virüse yakalandığı tespit edilen bu kişi Londra’daki Royal Free Hastanesi’nde hayatını kaybetmişti. Adı açıklanmayan adamın İngiltere’deki ilk kurban olduğu açıklandı. SARS virüsü de 2003 yılında tüm dünyada etkili olmuş ve yaklaşık 1000 kişi hayatını kaybetmişti. Yine İspanyol gribi de dünyanın en büyük salgın hastalıklarından biri olarak kabul ediliyor. Etkili olduğu 1918-1919 yıllarında dünyada 50-100 milyon kişinin ölümüne neden olmuştu. GAZETE HABERTÜRK , DIŞ HABERLER SERVİSİ

ÖZEL SEKTÖR ÜNİVERSİTEYE NEDEN FON SAĞLAMAZ?

Sadece İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi bünyesinde 50’den fazla deneye dayalı araştırma devam ediyor şu anda. Bir o kadarı da çoktan tamamlanmış durumda. Bundan kat be kat fazlası için de ya başvuru yapılmış ya da başvuru evrakları hazırlanmakta. Peki bütün bu projelere, bazıları bir hayli pahalı aletlerle yapılan deneylere para nereden geliyor? Üç temel kaynak var:

1. Üniversitenin kendi döner sermayesi;

2. TÜBİTAK;

3. Avrupa Birliği başta bazı uluslararası fonlar.

Sanmayın ki İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi tekil bir örnek, böylesi bilimsel çalışmalar, araştırmalar sadece orada yapılıyor. Hayır, neredeyse bütün üniversitelerimiz bu durumda. Özellikle pozitif bilimlerle uğraşan bilim insanları arasında gerçek bir araştırmaya, deneye dayalı bilim patlaması yaşanıyor.

Gazeteci olarak gittiğim her yerde şikayet dinlemeye alışkınım. Fakat bunca yıllık meslek hayatımda ilk kez, o da NTV için yaptığım bilim programı sayesinde, tanıma onuruna eriştiğim bilim insanlarının hiçbirinin şikayet ettiğine tanık olmamanın şaşkınlığını yaşıyorum. Bazılarını program sonrası sohbetlerde tahrik etmeye de çalıştım, acaba sahiden hiçbir şikayetleri yok muydu? Yoktu. Para vardı, destek vardı. Hatta bazılarına göre ‘Gerekmediği kadar çok para vardı.’

Şimdilik bu yemek kapalı labaratuvarlarda, deney ortamlarında pişiyor. Bazıları başarılı olacak, bir kezzet verecek, bazıları olmayacak. Ama emin olun, bir süre sonra o başarılı olan projelerde pişen yemek soframıza gelecek, önümüze sunulacak. Ve yine emin olun, o labaratuvarlardan çıkacak yemek, Türkiye’ye yeni bir eşiği atlatacak, o bilimi bir biçimde teknolojiye, patente çevireceğiz ve Türkiye yeni bir lige katılmış olacak.

Özel sektör nerede?

Türkiye ilginç bir model uyguluyor. Belki Çin ve Hindistan gibi ülkelerde de bu model geçerlidir, bilemiyorum. Bizde gayrı safi milli hasılanın yüzde 1’ine yeni çıktı araştırma-geliştirmeye harcanan para. Hedef, on yıl sonra Ar-Ge’ye ayrılan kaynağı milli gelirin yüzde 3’ü seviyesine getirmek. Yeni çıkmasının sebebi de, hükümetin bir süreden beri TÜBİTAK bütçesine eklediği bilim teşvikleri. Yani, Ar-Ge harcamasındaki artış aslında büyük ölçüde kamu parasının harcanmasından kaynaklandı.

Nitekim, üniversitelerdeki araştırma projelerinin parasal kaynağı da bu: Ya üniversitenin kendi parası ya da TÜBİTAK parası. (Bir de AB başta olmak üzere dış fonlar var.)

Peki nerede özel sektör? Neden bizim büyük şirketlerimiz üniversitenin bilimsel araştırmalarına fon sağlamazlar?

Çok basit bir sebebi var bunun: Bizim en büyük 500 şirketimize baktığınızda kendi tasarımı olan ürünleri veya hizmetleri pazarlayan şirket sayısının çok ama çok az olduğunu görürsünüz. Kendinizin değil başkasının tasarımını üretiyorsanız, Ar-Ge ihtiyacınız da çok ama çok az olur. Yeni bilime ihtiyacınız ise sıfırdır. Eğer Türkiye değişiyorsa, o ‘500 büyük’ denen şirketler de değişecek; bunların bir kısmı tamamen yok olacak, yerlerine de bilime ve teknolojiye dayalı yeni işler yapanlar gelecek.

Yazının tamamı : İsmet Berkan- Hürriyet

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22663148.asp?yazarid=386 


Satılan her 100 otomobilin 77’si ithal...

Güngör Uras  - MİLLİYET

Türk markası ile yerli otomobil üretilsin istiyoruz, Volkswagen Türkiye’de üretim yapsın istiyoruz ama, halkımız Türkiye’de yapılan otomobilleri satın almıyor. Satılan her 100 otomobilin 77’si ithal.
Türkiye’de 5 otomobil, 6 kamyon ve otobüs, 3 hafif ticari araç üreticisi var. 2012 yılında 577 bin otomobil, 495 bin ticari araç olmak üzere toplam 1 milyon 73 bin araç üretildi. Üretilen toplam araçların 730 binini (yüzde 68’ini) ihraç ettik.
2012 yılında iç pazarda toplam 812 bin otomobil ve ticari araç satıldı. Satılan toplam araçların yüzde 65’i ithal araç. Her yıl toplam satışlarda ithalatın payı da artış gösteriyor.

Yabancı otoya meraklıyız
Türkiye’de 2012 yılında üretilen toplam 1 milyon 73 bin aracın, 577 bin adedi otomobil. Bir yılda üretilen 577 bin otomobilin 412 binini (Yüzde 72’sini ihraç ettik). 2012 yılı üretiminden elimizde 165 bin araç kaldı.
Bunların sadece 127 bini 2012 yılında iç piyasada satılabildi.
2012 yılında iç piyasada satılan toplam otomobil sayısı 556 bin ama, halkımız yerlisini değil yabancısını tercih ediyor. 127 bin yerliye karşılık 429 bin ithal araç satıldı.
2012’de satılan otomobil ve ticari araç toplamı 812 bin aracın yüzde 65’i ithal araç.

Yerliler ihracatla yaşıyor
İhracat pazarı olmasa yerli otomobil ve hafif ticari araç sanayinin yaşaması imkansız. 2012 yılında ana otomotiv sanayinin ihracat geliri 11.1 milyar dolar, yan sanayinin 8.2 milyar dolar.
 En lüks sınıftaki ithal otomobillerden 497 Porsche, 84 Jaguar, 21 Ferrari, 18 Bentley, 18 Maserati, 10 Austin Martin satılmış. Diğer lüks markalardan 15 bin Mercedes, 13 bin Audi, 15 bin BMW alıcı bulmuş.
On yılın ortalaması olarak Türkiye’de yılda toplam 372 bin otomobil satılıyor. Pazarın büyüklüğü bu kadar.
İşte bu rakamlara bakan üretici firmalar Türkiye’de Türk markası ile otomobil üretmeye veya Türkiye’de yeni bir otomobil fabrikası kurmaya korkuyorlar.

Hyundai’den önce yola çıkmıştık! (Kaçan balık büyük oluyor)

 

Güngör Uras                      

Şimdilerde dünyanın 5’inci büyük otomotiv grubu olan yılda 3 milyon aracı satılan Kore’deki Hyundai fabrikası, Anadol’dan sonra, bizim Anadol projemiz örnek alınarak kuruldu.
Üstüne üstlük bizim Anadol’u üretenlerin daha önceleri az çok bir otomotiv sanayi birikimi varken, Hyundai’nin üretimine soyunanlar sektöre yabancı idi.
Ford 1920 yılında İstanbul’da bir montaj fabrikası kurmuştu. 1950’lerde ordu için Jeep Willys üretimi yapılıyordu. Bu arada değişik gruplar kamyon montajına başlamıştı.
Anadol projesinin arkasında olanlar uzun yıllardır otomotiv sektöründe pazarlama deneyimine sahip olmuşlardı. 1966 yılında, daha önceleri kamyon montajı yapılan Otosan Fabrikası’nda Anadol’un üretimine başlanıldı.

Anadol örnek oldu
Anadol temel olarak fiberglas gövdeye ve çelik tam şasiye sahipti. Fiberglas tekniği Reliant’tan öğrenilmiş, motor, şanzıman ve diferansiyel teknolojisi de Ford İngiltere’den alınmıştı.
Otosan’ın Kadıköy’deki fabrikasında, 1966-1984 yılları arasında çeşitli modellerden toplam 63 bin adet binek Anadol üretildi. 36 bin adet üretilen kamyonet modeli ise 1991 yılı sonuna kadar üretimde kaldı. Otomobil ve kamyonet üretimi toplamda 100 bini buldu.
Koreli Chung Ju Yung inşaat işi ile uğraşıyordu. Otomotiv deneyimi yoktu. 1947 yılında Hyundai Motor şirketini kurdu. Anadol projesini örnek alarak otomobil üretmeye niyetlendi. İngiltere’den Ford Cortina modeli araçları kit halinde Kore’ye getirerek Hyundai tesislerinde monte etmeye başladı.
Chung Ju Yung, baktı ki iş montaj ile büyümüyor, İngiltere’de Austin-Morris’in genel müdürlüğünü yapan George Turnbul’u 1974 yılında Kore’ye getirdi. İşin başına geçirdi. George Turnbul’dan “İki yıl içinde Kore markası ile Kore malı bir otomobil yapmasını istedi”. George Turnbull, İngiltere’deki fabrikadan 5 uzman arkadaşını Kore’ye davet etti. Mitsubishi Motors’un teknolojik desteğini aldı. İtalyan tasarımcı Giorgio Giugiaro’ya tasarımını yaptırdı. Ve 1975 yılında ilk Kore otomobili Pony’nin üretimini gerçekleştirdi.

Talebi olmayan mal üretilemez
Hyundai’nin Pony modeli teknolojik yetersizlikler nedeniyle ABD ve Kanada pazarına giremedi. Doğu Avrupa ülkelerinde satılabildi. Ama üreticiler yılmadılar. Teknolojiyi geliştirdiler. 1986 yılında Excel modeli ile ABD pazarına ve diğer gelişmiş ülke pazarlarında Hyundai otomobillerinin satışı başladı.
Şimdilerde Hyundai 70 milyar dolar geliri 7 milyar dolar net karı olan bir otomotiv devi. Üçü Kore’de diğerleri ABD, Japonya ve Hindistan’da 6 araştırma ve geliştirme merkezi var.
Biz Anadol’dan doğru dürüst yerli üretime geçemediğimizden fırsatı kaçırdık. Kuş serisinden de yerli üretime geçme fırsatı vardı. Onu da değerlendiremedik.
Kaçan balık büyük oluyor diye üzülmek işe yaramıyor. Dünyada şartlar değişiyor. Piyasalardaki değişimi iyi değerlendirmeye mecburuz.
 

TÜM YAZILAR İÇİN AŞAĞIDAKİ KUTUYU TIKLAYINIZ



Bu yazı 2,344 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    9,604 µs