En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
12 Şubat 2013

SİNSİ OYUN




TÜM YAZILAR İÇİN ALTTAKİ KUTUYU TIKLAYINIZ   

Dünya nüfusu 2012 ekiminde 7 milyarı aştı. Bu nüfus artışı dursa bile, tüketime dayalı Batı yaşam tarzının Çin’den Hindistan’a dünyaya yayılması halinde, küresel ısınma nedeniyle bu rakam kıyamet anlamına geliyor. Ünlü düşünür Chomsky, ’2014’e kadar önlem alınmazsa sonumuz yakın’ diyor ve çözümün, çıkmaz sokak olan ’modern ve çağdaş’ yaşam tarzından vazgeçip, Aborjinlerin doğaya zarar vermeyen ilkel yaşam tarzına dönmede olduğunu söylüyor. ABD eski başkan yardımcısı Al Gore, ‘Uygunsuz gerçek’ belgeselinde yine aynı fikirleri paylaşıyor. Tabii ‘doğa ile uyumlu’ yaşam tarzında, nüfusun 1 milyarın altına çekilmesi şart, yoksa ekim alanı kalmıyor. Benzer görüş, ‘Yeşil barış örgütü’ tarafından yıllar önce dile getirilmişti. Çünkü nüfus artışı demek; artan enerji ihtiyacı, gıda tüketimi, çevre kirliliği, emisyon artışı yani küresel ısınma demek.

Zihinsel işgalin aydın ve bilim dünyasını döndürüp dolaştırıp getirdiği yer burası: nüfusu azaltmak. Yeter ki dünyayı ve insanı hasta eden yaşam tarzı değişmesin, bu deli gömleği içinden kimse çıkmasın. Çünkü Batının yaşam kaynağı bu sistem ; emme-basma tulumba.

Peki tek çözüm buradan geçtiğine göre, nüfus nasıl azaltılacak? Savaşlar ve salgınlar çözüm değil. Neden mi? İki dünya harbinde ölen sayısı 30 - 40 milyon. Dahası, savaşların küresel ısınmaya zararı daha fazla yani savaşlar çözüm değil. İspanyol gribinde ölenlerin sayısına bakılırsa, salgın hastalıklar da çözüm olmaktan uzak.

Sihirli çözüm; GDO ile insan ırkını kısırlaştırma ve insanlığı tehdit edecek boyutta küresel bir salgına yol açan genetik değişime zorlama. Özellikle bilimsel mandacılığın etkisinde olanların böyle bir planı idrak edip önlem alması zor. Bu ülkeler her çeşit sorunun çözümünü yabancılara ve yabancılaşmış bilim adamlarına havale ettiği için, yönlendirmek çok kolay. Para her şeye kadir. Bir zamanlar, sigara bile stres ilacı diye reçeteye yazılmadı mı?

Bilimsel mandacılık ve vesayet, toplumları beyinsiz hale getirir. Bunları istenilen şekilde gütmek ve yönlendirmek bu yüzden çok kolay. Bilimsel geçmişi etkileyici 3-5 kişiyi ayarlayıp, karar vericileri ve toplumu teskin etmek yeterli. Özellikle kısırlığın hızla arttığı ülkelerde bu tehlikeye dikkat çekmek gerekirken, tam tersine nüfus planlaması bahanesiyle nüfusu azaltma projesi dayatıldı. Kaynaklarını tüketime harcayan ülkelerin, çok çocuğa bakacak ekonomik düzeyi olmadığı inancını yerleştiren beyin yıkama çalışmaları, zaten yıllardır yapılıyor.

Peki tüm insanlığı tehdit edecek boyutta küresel salgınlar, nüfusu ciddi olarak azaltabilir mi? Bu boyutta küresel bir salgın için genetik destek gerekiyor. Ancak bu çözüm, son yıllarda giderek artan uyanış nedeniyle bazı önemli güçlükler arzediyor. Çünkü günümüzde Afrika yerlileri bile GDO yemektense, açlıktan ölmeyi tercih ediyor. Bilindiği gibi Afrika Birliği, kendilerine güya gıda yardımı yapan ülkelere yıllar önce rest çekti ve bu numarayı yemeyiz dedi. Onların yemediğini dolaylı yoldan biz yiyoruz. İslam ülkelerinde haram sayılan fesat gıdaların binbir oyun ve düzenle yedirilmesi ise ayrı bir garabet.  

GDO ürünlerinin her çeşit gıdanın içine veya hayvan yemine yıllarca azar azar katılması, kısırlığa ve hastalıklara yol açar mı? GDO'ların bitkiler yoluyla insan ve hayvanlara geçtiği bir kez daha kanıtlandı. Gıda maddeleri içinde yediğimiz mikro RNA’lar, barsaktan emilerek kana ve  dokulara geçerek genlerimize müdahale ediyor. Örneğin pirinçten bize geçen mikro RNA’lar, kalp damar hastalığı riskini arttıran LDL kolesterolü yükseltiyor. Bu heyecan verici buluş, yediğimiz gıdalar içindeki fesat moleküllerin, doğrudan genlerimize müdahale ettiğini gösteriyor. Cikletten gofrete minik dozda konulan özütler gayet masum görünüyor ve dikkat çekmiyor. Yıllardır binlerce gıdanın içine katılan soya ve mısır özütü gibi maddelerin başka ne anlamı olabilir? Düne kadar bunların pahalı analizlerini bile yapamıyorduk. Bilim ve teknolojiden nasibini alamayanların bu oyunu idrak etmesi oldukça zor.

Nüfusun azaltılması söz konusu olduğunda diğer bir çözüm, son 50 yılda nüfusu 2 kat artıran nedenleri tersine çevirmek olabilir. Bilindiği gibi nüfusun hızla artmasının esas nedeni, bilimsel tıp sayesinde insan ömrünün uzamasıdır. Nüfusu artıran, insan ömrünü uzatan bilimsel tıp yerine, 200 yıl öncesine kadar hakim olan bitkisel tedavi dönemine dönüş çözüm olabilir. Malum bilimsel tıbbın olmadığı o dönemde insan ömrü 35 yıl cıvarında idi. Şimdi 90'a dayandı. İkna yeteneği olan sağlık mehdileri, otlarla aldatma konusunda yeni bir sektör yaratıyor. Giderek büyüyen bu sektör, bilinçli olarak kötülenen bilimsel tıbbın yerini alırsa, duyduğunu yapan yaşlı nüfus için hayat fani, ölüm ani demektir. Bu sahte ilaçların hepsi de patentli ve ruhsatlı ama içinde kimyasal bile var. İşte çözümlerden biri bu.

Yıllardır dünyayı kasıp kavuran ekonomik krizin temelinde, sosyal güvenlik fonlarını tüketen yaşlı nüfusun artan hastalık harcamaları ve emekli maaşları var. ABD, bir trilyon dolarlık bütçe açığı için kıvranırken, sosyal güvenlikteki esas kara delik, 60 trilyon doları aşıyor. Dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkelerinden biri olan Japonya’nın başbakan yardımcısı bile, açık ve net olarak yaşlıların ölmesini rica ederken, gerekçe olarak sosyal güvenlik açıklarını gösterdi. Kısırlık ve nüfus planlaması sonucu genç nüfusun azalması ve topluma yük olarak görülen yaşlı nüfus artışı, dünyayı krize sokuyor. Açıkca söylenen bu. ABD’de yaşlıların ölmeden önceki yoğun bakım masrafları bile mevzu ediliyor.

İnanç ve kültürümüz de ise kadına ve yaşlıya hürmet, cennetin anahtarı. Bizim inanç ve kültürümüz, yaşlıları vahşi batı gibi yük olarak görmüyor. Onların hayır duasına muhtacız. Onlar bizim yaşam kaynağımız ve sigortamız. Başbakanımızın sürekli olarak 3 çocuk diye çırpınması boşuna değil. Yabancı kültür esirlerinin, bu insani ve vicdani yakarışı idrak etmesi zor.

Millet olarak hastalıktan sürünmek, vahşi batının yaşlıları gibi muhtaç olmak ve giderek artan kısırlık sonucu tarih sahnesinden silinmek istemiyorsak, her türlü hain planı idrak etmeli ve önlem almalıyız. 1970’lerde % 2 olan kısırlık oranı, günümüzde %25 oldu. 2030’da tavan yapması bekleniyor. Yabancı sperm bankaları boşuna açılmıyor. Artan diyaliz, diyabet, kanser ve kalp merkezlerine şimdi de tüp bebek merkezleri ekleniyor. Yazık değil mi bu millete?

Dünyadaki dipsiz krizin asıl nedeni; terörden her çeşit suça, israftan yolsuzluğa hastalık ve kötülük üreten yaşam tarzı. Bu yüzden ne dev hastaneler, ne dev adalet sarayları, ne dev hapishaneler, ne pahalı ilaç ve teknolojiler sorunu çözmüyor. Toplum her çeşit sosyal, ruhsal, bedensel hastalıktan sürünürken sağlık ve kaynaklarımız çarçur olup gidiyor, cari açık kapanmak bilmiyor.

Denize düşenin yılana sarıldığı gibi, bizi hastalığa iten anlayıştan medet umuyoruz. Halbuki sorunun çözümü kendi elimizde. Hastalık ve kötülüğü olmadan önlemeyi emreden ve israfı yasaklayan inanç ve kültürümüz, çözümün şifresi. Anadolu erenlerinin gönül anlayışı, zehirli emisyon üretmiyor aksine yok ediyor. Dünyanın ve insanlığın başına bela olan küresel ısınmanın yegane ilacı da bu. Ama bu ilacı dünyaya sunması gereken aydın ve bilim dünyamız, dünyayı ve insanlığı perişan eden tek dişi kalmış canavarın peşinden koşuyor, ‘Batı trenine bindik inemeyiz, kıblemiz Batı’ diyor. Beyin nakli nasıl yapılır?

Kaynaklar:

Yeşilçimen K: Hastalık Üreten Yaşam Tarzımız Nasıl Değişir. Hayy kitap www.aciamagercek.com      

 

Dünya için son 2 sene

  Modern yaşam tarzının akıl hocası Noam Chomsky bile dünyanın geleceğini iyi görmüyor. Küresel ısınmada 2 yıl içinde doğru adımlar atılmazsa geri dönülmez bir felaketin yakın olduğunu söylüyor. Aborjinleri bile perişan eden bu vahşi yaşam tarzından kurtuluşu, dün ilkel ve vahşi dedikleri çevreye saygılı tüketmeyen yaşam tarzında görüyor.

İlgili yazı ; http://gundem.milliyet.com.tr/asil-umut-chomsky-gibi-insanlarda-/gundem/gundemyazardetay/20.01.2013/1657706/default.htm

“İdeolojinin uçurumu ve kof adamlar”

Dr. Paul Sullivan Georgetown Üniversitesi

Yakın zaman önceki ve mevcut savaşlar ABD’ye trilyonlarca dolara patladı. Bankalara ve bazı başka kuruluşlara aktarılan paralar da trilyonu geçti. Piyasaları büyük miktarda paralar enjekte edildi.

Tüm bu harcamalar, özellikle Sosyal Sigorta ve Medicare (Sağlık sigortası) gibi kurumların açığına göre çok ufak miktarlar. Sosyal sigortanın gelecekte ödemesi gereken yükümlülüğü 60 trilyon dolar civarında ve daha çok insan yaşlanıp, emekli oldukça bu rakam artıyor.

Eğer Sosyal Sigorta ve Medicare harcamaları kısılırsa, o zaman ortalama bir Amerikalının ömür boyu zenginliğinin en büyük kaynağı kısılmış olacak. Amerikalılar yaşlandıkları zaman geri almak üzere bu iki kuruma çok büyük paralar yatırdılar.

Yazının tamamı ;

http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=559763

Japon Bakan: Yaşlılar ölmek için acele etmeli

Ülkede yaşlıların tıbbi bakımı için harcanan paraların devlete yük olduğu gerekçesiyle yaşlıların yaşamaya zorlanmaması gerektiğini belirtti.     

Aynı zamanda başbakan yardımcısı olan Taro Aso, vergi mükelleflerinin yükünü hafifletmek için yaşlıların ölmekte acele etmesini tavsiye etti.

Aso bu sözleri, nüfus küçülüp yaşam beklentisi büyürken, demografik krizle nasıl mücadele edileceğini tartışırken söyledi.

Ulusal Konseyin sosyal güvenlik reformları konulu bir toplantısında konuşan Aso, ”devlete yük olmaktan nefret ettiğin ve keşke ölmek istediğin zaman yaşamaya zorlanmayın” dedi.

Yeni kesintilerini önümüzdeki günlerde açıklanması bekleniyor

Kaynak: www.ensonhaber.com

BİZDEKİ YÖNTEM KİM VURDUYA GİTTİ YÖNTEMİ

Bakan Eker’den korkutan uyarı : ‘Kullananlar hayatından olacak’

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, kök çiçekten oluşan gıda takviyelerine zayıflatıcı kimyasal koyulduğunu belirterek, “Kullananlar hayatından olacak” dedi. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, bal ve gıda takviyelerindeki sahtekârlığın ortaya çıkmasının ardından, organik tarım ürünlerini de mercek altına aldıklarını açıkladı. Eker, “Organik tarıma olan güveni ve inancı korumak gerekiyor. Demokrasiye ve hukuka olan inancın azalması ne kadar tehlikeliyse, bir toplum için organik tarım ve organik ürünlerden şüphe edilmesi ve insanın içine kurt düşmesi de o kadar tehlikelidir” diye konuştu. Eker, TBMM’de bazı gazetecilerle özel sohbetinde, kilo vermesi ve beden sağlığını nasıl koruduğuna ilişkin sırlarını anlattı. Beslenme alışkanlığına dikkati çeken Eker, “Hepsinden yiyorum, hepsini yemiyorum. Bunu beslenme sloganım haline getirdim” dedi. Sahte bal ve gıda takviyeleri adı altında halkın aldatılmasını “teşhir” mekanizmasıyla önlemeye çalıştıklarını dile getiren Eker, “Kök çiçekten oluşan gıda takviyelerinin içine zayıflatıcı özelliği olan resmen kimyasal ilaç koyuyorlar. Allah korusun kullananlar hayatından olacak, oluyor da… Sık sık duyuyoruz” dedi. Sipariş vererek denetim Eker, başta sahte bal olmak üzere bu tür aldatmacalara başvuranların denetimi atlatmak için raflara orijinal ürün yerleştirdiklerini, ancak telefonla veya internet üzerinden siparişlerde sahte ürünler gönderildiğini kaydetti. Eker, “Bunu bildiğimiz için telefonla veya internet üzerinden sipariş veriyoruz. Bu siparişler üzerinde denetim yapıyoruz” dedi.

http://haber.gazetevatan.com/Haber/508289/1/Gundem

 

'300 milyar dolarlık yalan'

Dünyaca ünlü kolesterol uzmanı Philippe Even, "kötü kolesterol"ün ilaç endüstrisinin ürettiği bir yalan olduğunu iddia etti. İlaç şirketlerinin son 15 yılda "kolesterol yalan"ı ile 300 milyar dolar kazandığı belirtildi. 

"Kolesterol sanıldığı gibi öldürücü değil, damarları tıkamıyor", "Kötü kolesterol ilaç endüstrisinin ürettiği bir yalan". Zira Even, kitabında, kolesterolün kesinlikle sanıldığı gibi insan sağlığı için zararlı olmadığını, damarları tıkamadığını, kalıtsal ve aşırı olanları dışındakilerin ölüme yol açmadığını tam tersine vücüt için kesinlikle gerekli olduğunu savunuyor.

'İLAÇ ŞİRKETLERİ İÇİN ÇALIŞIYORLAR'
Dev ilaç firmaları ve laboratuarları kolesterol konusunda yalan söylemekle suçlayan Profesör Even, kolesterol düşürücü ilaçlar sayesinde ilaç endüstrisinin son 15 yılda 300 milyar dolar kazandığını söylüyor. Fransız uzman, kolesterolün zararları üzerine bilimsel makalelere imza atan bilim insanlarının da "ilaç endüstrisi hesabına çalıştıklarını" iddia ediyor.

KISIRLIK NEDEN ARTIYOR ?

   

70'li yıllarda kısırlık oranı %2 iken günümüzde bu oran % 35'e çıkmış bulunuyor. yani her 100 kişiden 35'i artık kısır. Bu hızla, önümüzdeki yüzyılda tarih sahnesinden silinebiliriz. Peki neden? Uzmanlar, Türkiye’de de yaygın olarak kullanılmaya başlanan hibrit yani kısır tohumlar sebebiyle yeni evlenen her 100 çiftten 35’inin çocuğunun olmadığını söylerek, bu tohumlardan üretilen ürünlerin tüketilmemesi noktasında uyarıda bulundu. Gıda Güvenliği Hareketi Genel Başkanı Kemal Özer, hibrit tohumların zararları hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu. Hibrit tohumlar yüzünden Türkiye’de yeni evlenen 100 çiftten 35’inin kısır olduğunu ifade eden Kemal Özer, “Türkiye ve Dünya’nın en önemli sorunu gıda sorunudur. Gıdada kontrolünün en etkili yolu tohumu ele geçirmekten geçer. Hibrit tohumlar ise tohumunun geninin azaltılmasıyla oluşur. 1 kez ekilebilir. O yüzden her yıl yeniden tohum almak zorunda kalınır” dedi. Hibrit tohumların en tehlikeli özelliğinin kısırlaştırıcı olması olduğuna dikkat çeken Özer, “Gıdalar üremeyi doğrudan etkiler. Bir buğday un yapılırken ayırırken ruşeymini ayırsanız bu buğdaydan üretilen unu tüketen insanların üremesini bozarsınız. Türkiye’deki tohumların çoğunluğu da hibrit tohum olduğu için büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız” diye konuştu. 2000 yılında 100 çiftten en fazla 5’inin kısır olduğunu belirten Özer, bu rakamın 2012 yılında yüzde 35’e çıktığını belirtti.

TÜRKİYE’DE TEHLİKE BÜYÜK

İnsan sperm değerlerinin 20 milyon milimetreküpün altına indiğini ve bunun büyük bir tehlike oluşturduğunu dile getiren Özer, 15 milyon milimetreküplük sperm değerine düşüldüğünü ve 15 milyon milimetreküpün altına düşen herkesin kısırlaşabileceğini ifade etti. Türkiye’yi 2050’li yıllarda büyük tehlikenin beklediğini aktaran Kemal Özer, “Jinekologi Derneği 2. Başkanı Pro Dr Bülent Turaç, ‘2050’de her 100 kişiden 5’inin normal yollarla çocuk sahibi olabilecek’ dedi. Başka nedenleri de olmakla beraber bunun en büyük nedeni tohumlardır. Hükümet 3 çocuk talep ediyor ama çocuk yapacak sperm ya da yumurta kalmayacak” ifadelerini kullandı. Genetiği ile oynanmış tohumlarda katil gen denilen genin bulunduğunu kaydeden Özer, bu genin aynı zamanda tehlikeli protein ve enzimler ortaya çıkarak vücut sağlığını da bozduğunu ifade etti.

Evli kadın başına düşen çocuk miktarların yıllara oranlı verileri hakkında da bilgiler veren Özer, 2000 yılında 2. 53, 2001’de 2. 37, 2003’te 2. 09, 2004’te 2. 11, 2005’te 2. 12, 2006’da 2. 12, 2007’de 2. 15, 2008’de 2. 15, 2009’da 2. 07, 2010’da 2. 03, 2011’de 1. 94’e kadar evli kadın başına düşen çocuk sayısının düştüğünü belirtti. Özer, bu rakamın 1925’de 6.6, 1930’da ise 7. 1 olduğuna dikkat çekerek, nüfusun durağan olabilmesi için bu rakamın en az 2.5 olması gerektiğini kaydetti.

Türkiye’de çocuk sayısının giderek azaldığını vurgulayan Özer, şunları kaydetti: “Bugün 3 çocuk çağrısı yapılıyor. Bu sayı 5’e çıkarılmalıdır. Böyle gittiği müddetçe 50 yıl sonra Türkiye’de deli kanlı kalmayacak, 100 yıl sonra ise nesil bitecek. 20 yıla kadarda Türkiye’de okulların çoğu boşalacak çünkü çocuk sayısı hızla düşüyor. Bugün tüp bebek merkezleri kasabalara kadar inmiş durumda. Bunun nedeni işte bu tüketilen tohumlardır.”

TÜB BEBEK MERKEZLERİNE AKIN EDİYORLAR

İstanbul Aydın Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölüm Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu ise, kısır tohumların yakın zamanda zürriyeti tüketeceğini kaydetti. Hibrit tohumların kadınlarda yumurta çatlaklığı gibi problemler ve erken menopoz gibi problemler oluşturduğunu dile getiren Saraçoğlu, erkeklerde ise sperm sayısında azalma meydana getirdiğini belirtti. Saraçoğlu, “Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki kardeşlerimize bakın 6, 7, 8 çocuğa kadar çocukları oluyor. Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgesi’ne gelindiğinde vatandaşlar tüp bebek merkezlerine akın ediyorlar. Çünkü doğu bölgelerindeki vatandaşlarımız kışın hormonlu sebze alacak ekonomiye sahip değiller. Batıdakiler ise sürekli kısır tohumdan üretilmiş sebze ve meyveleri tüketiyor. Böyle olunca dü tüp bebek merkezlerine akın ediyorlar” dedi. Kısır tohumdan üretilmiş ürünleri tüketen kadınlara tüp bebeğin de tutmadığını vurgulayan Saraçoğlu, kısır tohumdan üretilen ürünlerin tüketilmemesi gerektiği ve bunları üretenlerinde denetlenmesi noktasında uyarıda bulundu.

İbrahim Çiçekçi / Merhaba Gazetesi

GDO'ların bitkiler yoluyla insan ve hayvanlara geçtiği bir kez daha kanıtlandı.

 

İşte konuya dair Doç. Dr. Nezih Hekim'in makalesinin özeti :

 

20 Eylül 2011’de Nature dergisine ait Cell Research’de çok önemli bir makale yayınlandı. Özetlersek, İnsan kanında yenilen bitkilerden geçen genetik materyaller bulundu. Gıda maddelerinin içerisinde yenilen bitkilere ait bu mikro RNA’lar, insanların bağırsaklarından emilerek kan dolaşımına geçiyor. Dokulara ulaşan bu mikro RNA’lar o bireyin genlerine müdahale ediyor. Örneğin pirinç yiyen insanlar, pirinçten LDL kolesterolü kanda yükselerek kalp damar hastalığı riskini arttıran bir mikro RNA’yı almaktadır. Bu çok heyecan verici buluş, yediğimiz gıdaların doğrudan doğruya vücudumuzun genlerine müdahale ettiğini göstermektedir.

 

Kaynak: The Scientist ve  L. Zhang, et. al.ın orijinal makalesi; “Exogenous plant MIR168a specifically targets mammalian LDLRAP1: evidence of cross-kingdom regulation by microRNA,” Cell Research, doi:10.1038/cr.2011.158, 2011. (Beslenmebulnet.com) 

 

http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=285833

GDO ��" kanser bağlantısı bulundu

 

Avrupa gıda güvenliği kurumu, genetiği değiştirilmiş mısır tüketimi ile kanser arasındaki bağlantıları gözler önüne süren raporunu açıklıyor. Avrupa gıda güvenliği kurumu, genetiği değiştirilmiş mısır tüketimi ile kanser arasındaki bağlantıları gözler önüne süren raporunu açıklıyor.(http://www.efsa.europa.eu/) Geçtiğimiz kasım ayında bazı Avrupalı bilim adamları gdo’lu ürünle beslenen farelerin kansere yakalanma riskinin yükseldiğini duyurmuştu. Bu tarz haberler medyada çıkınca hemen ardından pek çok “ciddi müessese” bu duyurunun bilimselliğini sorgular olmuştu.
Tüm dünyaya zehir ve felaket saçtığı vicdanlı ve gerçek manada “bağımsız” bilim adamları tarafından iddia edilen gdo ve tohum devi “Monsanto” firması, bu konularda çok başarılı lobi faaliyetleri yürütüp pek çok ülkede devlet kurumlarına baskılar yaparak “gdo’lu ürünlerin zararsızlığının” duyurulmasını sağlıyor.
Belki de bu yüzden European Food Safety Authority, Avrupa gıda güvenliği kurumu, web sayfalarında gdo’lu mısır ile kanser arasındaki bağlantıyı belirten raporu halkın kullanımına açıyor.
Kurumdan yapılan açıklamaya göre böylece bağımsız sağlık ve bilim kuruluşları bu raporu alıp çalışmalarından kullanabilecekler.
Biz çok daha yalın düşünüyoruz bu konuda, kanser yapsın yapmasın, düz anlamda bu gezegenin vatandaşları olarak, herhangi bir ABD firmasının bizim soframıza giren her hangi bir gıdanın genetiği ile oynamasından dolayı “kıllanma” hakkımızı kullanmak istiyoruz. Yani bu anlamda “European Food Safety Authority”‘nin herhangi bir açıklama yapmasına bile gerek yok ama yapmışlar işte: http://phys.org/news/2013-01-eu-gm-corn-linked-cancer.html

Ancak devletler nezdinde gdo karşıtı böyle girişimlerin olması önemli, bundan bir kaç sene önce gdo nedir bilmezdik, tadı yapay görüntüsü fiyakalı bir takım ürünleri gider alırdık ama bu tarz haberler çıktıkça en azından tüketiciler daha çok bilinçlenecek orası kesin. European Food Safety Authority’nin bu çıkışından sonra bazı saygın ABD dergilerinde Monsanto firmasını öven yazılar, “bilimsel” makaleler çıkarsa hiç şaşırmayız.
Haricihaber.com

BU BİLİMSEL GERÇEKLERE RAĞMEN ÜLKEMİZDE GDO NEDEN YASAK DEĞİL? NEDENİ İÇİN AŞAĞIDAKİ İKİ YAZIYI OKUYUNUZ :

http://www.aciamagercek.com/?p=1219

http://www.aciamagercek.com/?p=6013       

 

TÜM YAZILAR İÇİN ALTTAKİ KUTUYU TIKLAYINIZ 



Bu yazı 2,856 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,993 µs