En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
17 Aralık 2010

SAĞLIKTA GERÇEK DEVRİM



twitter:@KemalYesilcimen

 

Eskiden hipertansiyon bu kadar yaygın değildi. Koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği, diyabet ve metabolik sendrom bu kadar yaygın değildi.   Kanserden depresyona günümüzde sık görülen daha bir sürü hastalıkta bu kadar yaygın değildi. Tedavide ise bugün kullandığımız modern ilaçların çoğu yoktu. Hasta sayısı az olmasına rağmen doktora, hastaneye ve ilaca ulaşmakta kolay değildi.

 

Geçen 30-40 yılda sağlık ve ilaç sektörü çok büyük gelişmeler kaydetti. Bugün artık mükemmel diyebileceğimiz yüzlerce ilaca sahibiz. Her çeşit inceleme ve tedavinin yapıldığı dev hastanelerimiz mahalle aralarına kadar yayılmış durumda. Herkes canı istediğinde, istediği hastane ve doktora gidebiliyor. Sen SSK’lısın, BAĞKUR’lusun bu hastanede geçmez dönemi bitti. Çok değil 7-8 sene öncesine kadar acil hastalar bile kan revan içinde hastane hastane gezerken telef oluyordu.

 

Şimdi artık hastalar, özel doktora gider gibi telefonla randevüsünü alıyor, kuyruklarda sürünmeden muayene oluyor, tetkik ve tedavisini yaptırabiliyor. İlaçlarını da kuyruklarda sürünerek değil, istediği eczaneden rahatlıkla alabiliyor. Aile hekimliği uygulaması da nihayet başladı. Eksik ve yanlışları olabilir, ancak imkansız görülen pek çok iş başarılmıştır. İnkar eden nankör olur. Beğenin veya beğenmeyin bu bir devrim.

 

Ancaaak…  Bu rüya yakında sona erebilir ve eski sürüngen yaşantı geri gelebilir. Neden mi?

 

‘Sağlıkta dönüşüm’ planı, hastalıkların önlenmesi planıyla birlikte uygulanmazsa, her an ‘hastalığa dönüşüm’ olabilir. Bu ise tam bir felakettir. Çünkü hasta toplum üretemez, sürekli olarak sağlığını, parasını, zamanını ve hayatını tüketir. Kurulan tüm sistemler çöker, toplum ve devlet hayatı tehlikeye girer. Yaptığımız felaket tellallığı değildir. Kötü bir şey demiyoruz: Kulak verelim ve önlem alalım. İnsanları rüya aleminden uyarmak, gerçek dünyanın acılarıyla yüzleştirmek herkesi, özellikle uyardıklarınızı rahatsız etse de güzel güzel izah edelim.

 

Aşağıdaki rakamlar bu felaketin sinyallerini veriyor :

 

2008 yılında muayene olan hasta sayısı 6 yıl öncesine göre % 500 artarak 500 milyon hastaya ulaşmış. Sağlığa harcadığımız para ise Sosyal Güvenlik Kurumu 2011 verilerine göre, son 9 yılda 8 kat artmış. Sağlığa harcadığımız para son 9 yılda % 800 artmış olsa da bu artış % 800 sağlık anlamına gelmiyor, harcadığımız para sağlık olarak geri dönmüyor. Adeta paramızla hasta oluyor ve hastalık satın alıyoruz. Burada bir çelişki, bir kısır döngü yok mu?

 

Küresel sağlık anlayışının ve bunların medyasının göz boyaması yüzünden bu çelişkiyi göremiyor ve çözemiyoruz. Sağlık ve hayatımızı kilitleyen bu çelişki hala devam ediyor. Hasta eden yaşam tarzı yüzünden, sağlık ve hayatımız tükeniyor. Bilim dünyamız ve aydınlarımız bu kötü kader için ne diyor acaba?  Bunca bilimsel ve teknolojik ilerlemeye ve sağlığa harcadığımız milyarlarca dolara rağmen, hem hasta sayısı hızla artıyor, hem de yaygın sağlık sorunlarının tedavisinde başarılı olamıyoruz.       

 

Örneğin hipertansiyonda başarı oranımız bunca hastane, bunca doktora ve bunca ilaca rağmen oldukça düşük. Hastaların % 86’sında hedeflenen tedavide başarılı değiliz. Aynı durum kolesterol, şişmanlık, metabolik sendrom, koroner kalp hastalığı, kalp yetmezliği gibi yaygın sağlık sorunları için de geçerli. Sonuçlar gerçekten kötü, gerçekleri görelim. Başarısızlığın nedenleri ve çarelerinden habersiz, önce hasta oluyor sonra tedavi oluyoruz. Git-gel yollar ıssız kalmasın, telef oluyoruz. Boyun eğdiğimiz bu kaderi sorgulayacak bir Allah’ın kulu yok mu? Her konuya el atan medyamız, bu konuya neden duyarsız? Zincir hastaneler ile medya arasındaki ortaklık ve reklam ilişkisi bu kısır döngüden besleniyor olmasın?

  

Hipertansiyon, koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği, diyabet ve şişman hasta sayısı rekor düzeyde artmış, adeta bir salgına dönüşmüş. 17 milyon kişi hipertansiyon hastası, çoğunun bundan haberi bile yok. Şeker hastası sayısı TURDEP II - 2010 verilerine göre 10 milyonu aştı. Hastalık artış hızında dünya ve olimpiyat şampiyonuyuz. Bütün madalyalar bizim. Son 10 yılda 2 kat artan ve önümüzdeki 10 yılda 2 kat artacağı öngörülen koroner kalp hastalarının teşhis ve tedavi sorunlarıyla uğraşmaktan sağlık sistemimiz yorgun.

  

Sonuçta ne mi oluyor? Hastalıklar daha şimdiden rekora koşuyor. Kanser çığ gibi artıyor, önümüzdeki yıllarda 1 numaralı ölüm nedeni olacak. Kalp hastalıkları ise zaten 1 numaralı ölüm nedeni. Herkes anjiyo yaptırmak için sırada. En pahalı cihazlarda anjiyo olmak, parmağa yüzük takar gibi damarlara stent taktırmak, baypas ameliyatı olmak moda oldu. Bu gidişle haftanın her günü ayrı bir uzmana ihtiyacımız olacak: Kalp, damar, akciğer, böbrek hastalıkları, kanser, diyabet… Buna SGK dayanır mı? Sivrisinek kurbanlarıyla uğraşmak çözüm mü?  Hastalık üreten bataklığı kurutmak kimin görevi?

 

Kalp yetmezliği oranı ülkemizde yapılan HAPPY isimli araştırmanın erken sonuçlarına göre, dünya ortalamasının 3 katına çıkmış, yani dünya ve olimpiyat şampiyonu olmuşuz haberimiz yok. Bu hastalara ne kadar yoğun bakım yatağı lazım bilen yok. Kıt kaynaklarımızı hastalıkları önlemek ve sağlığı korumak yerine organ nakillerine harcıyoruz. Binde 1-2 hastayı kurtaralım da diğerleri ne olacak?

 

Türk Nefroloji Derneği tarafından Sağlık Bakanlığı ve TÜBİTAK desteğiyle yapılan CREDİT isimli araştırma ise, sekiz milyon" kişinin böbrek hastası olduğunu gösterdi. Yani her yetişkin 6 kişiden birisinde kronik böbrek hastalığı bulunuyor. Diyaliz ve böbrek nakline aday olan bu hastaların tedavisi için harcanacak emek, organizasyon ve kaynakları, hastalıkları önlemek için kullansak daha mantıklı olmaz mı? Hasta eden ve süründüren kaderimiz ne zaman değişecek? Medyamız bu konuya ne zaman el atacak? Çok mu önemsiz? Hastaları bireysel olarak ekrana çıkarıp vicdanları kanatmak yerine koruyucu ve önleyici programlar yapmak daha mantıklı değil mi?

  

Hepatit B- C taşıyıcısı 5-6 milyona ulaşmış. Karaciğer nakline aday binlerce hasta çaresiz kötü kaderini beklerken, tam sayfa alkol ve fastfood reklamları çocukları bile özendiriyor. Hastane acil kapılarında ve restoranlarda insanlar fosur fosur sigara içerken, medyada dizi ve filmlerde sigara, alkol ve sağlığa zararlı her şeyin gizli reklamı yapılırken biz neyi tartışıyoruz?       

Hasta sayısı artmış, muayene sayısı rekor kırmış herkes bununla övünüyor. Sanki hasta olmak imtiyaz, tedavi olmak bir lütuf ! Ne biçim bir moda, nasıl bir anlayış? Sağlıklı yaşamanın toplumsal formüllerini uygulamak neden kimsenin aklına gelmiyor?  

Nedeni çok basit: 

Artan hastalıklardan beslenenlerin kazancı, halkın hasta olmasına bağlı. Sağlıklı bir toplum yaratılırsa, hastalıklara harcanan paradan yılda 20-30 milyar dolarlık tasarruf, kimin kaybıdır ve kimin kazancıdır? Hasta toplum tüketir, sağlıklı toplum üretir. Bu kadar büyük tasarruf sağlıklı bir toplumu coşturur. Nasıl mı? Bu tasarrufla Anadolu’nun bozkırlarına ülkemizin hayati ihtiyaçlarını karşılayan ‘Bilim ve Teknoloji Merkezi’ kurmak, aşıdan enerjiye, uzaydan bilişime kadar yaşamsal alanlarda çağ atlamak mümkündür. Ayrıca sağlığı koruma sonucu azalan hasta sayısına daha iyi sağlık hizmeti verilir, artan hekim sayısı da ihraç edilir.

Sağlıklı bir toplumun çözemeyeceği sorun, kazanamayacağı başarı yoktur. ‘Her işin başı sağlık’ lafı boşuna söylenmemiştir. Siz ecnebilerin ağzına bakmayın; ‘şu kadar nüfusa bu kadar doktor ve hastane lazım’ laflarına… Biz, bedensel ruhsal ve sosyal yönden sağlıklı toplumdan bahsediyoruz, bize dayatılan hastalık üreten yaşam tarzından ve hasta toplumdan değil. Sağlıklı toplumla hasta bir toplumun doktor ve hastane ihtiyacı aynı mıdır?      

Sorun doktor azlığı değil, toplumun bilinçli bir şekilde hasta edilmesi ve hastalıktan kırılmasıdır. Çözüm ise doktor ithali değil, hastalıkların önlenmesidir. Mısır şekerinden çevre felaketlerine…seyirci kalmanız halinde ithal ettiğiniz doktorlar da hasta olacaktır.   

Bu kirlenmiş akvaryumda çözüm diye dayatılan her şey, trilyon dolarlık küresel sektörü şişirmekten başka işe yaramıyor. Artan sağlık harcamalarına rağmen, toplum daha sağlıklı değil. Şişmanlıktan kansere, hipertansiyondan diyabete kadar bir dizi sağlık sorununa getirilen çözümler, yaşam tarzını değiştirmek yerine yaratılan sektörü daha da büyütmek esasına dayalı. Daha şimdiden, 5-6 ilacın ayrı ayrı veya bir tek tablet halinde alınacağı ilginç bir döneme giriyoruz. Sadece yüksek tansiyon için bile çok sayıda ilaca mahkum olabiliriz. Bunu alamayanların akibeti ise kötü. Yüksek tansiyon ve kalpten ölümler bu yöntemle kontrol altına alınabilirse, şeker hastalığı ile boğuşan şişman bir dünyada yaşıyor olacağız.   

Bu sinsi sağlık savaşında ülkemizin kayıpları, günümüzün işgallerinden, tsunamiden ve beklenen depremde tahmin edilen kayıplardan daha fazla. Yaygın hastalıklar tsunami gibi zavallı halkımızı ve ekonomiyi ezip geçerken, morfinli diziler ve programlar narkoza devam ediyor.      

 

Medyanın üstün gayretleri ve tam sayfa reklamlarıyla çocuklar bile alkole özendirilirken, içki tüketimi 2008 yılında % 20 artmış bulunuyor. Şarap tüketiminde  ise % 66 artışla tarihi bir rekor kırdık. İçki tüketimi bu kadar hızla artan başka ülke var mı? Avrupa Birliği alkole karşı tarihinin en büyük savaşını açarken, alkole vergi indirimi yaparak içki tüketimini artırmak ve yabancı şirketleri korumak bize düşüyor. Alkolizme sürüklenen bu toplumu kim koruyacak?  Alkolün yol açtığı hastalıklar ve sosyal felaketleri, olmadan önlemek aklın ve bilimin gereği değil mi? Toplumu alkole alıştırdıktan sonra alkol bağımlılığını tedavi merkezleri açmanın mantığı ne?    

 

Sigara, alkol ve bunların yol açtığı sorunlara ödediğimiz 50 milyar dolar, sağlığa harcadığımız parayı çoktan geçiyor. Yani kendimizi hasta etmek için harcadığımız para, tedavi için harcadığımızdan daha fazla. Aydınlar bu konuyu ne zaman tartışacak? Meleklerden, hurilerden, öbür dünyanın mevzularından, yaşadığımız dünyanın sorunlarına ne zaman sıra gelecek? Toplumu tarihi masallarla uyutarak hipnoz etme, zihinsel operasyonlar yapma görevi ne zaman bitecek? Yazık değil mi bu millete?

Sağlık Bakanlığı - Başkent üniversitesi işbirliği ile yapılan araştırma, hastalık ve kayıpların % 86’sına hastalıklı yaşam tarzının sebep olduğunu söylüyor. Bilim, ‘sebepleri yok edin, hastalık ve ölüm üreten bataklığı kurutun’  diyor, biz ise kedinin kuyruğu peşinde dolandığı gibi hastalıkların vahim sonuçlarıyla ömür tüketiyoruz. Sebepleri yok edecek farkındalık yaratmak kimsenin işine gelmiyor.

 

Sigara yasağının kısmi uygulanması bile, anlatmak istediğimiz gerçeği kısa sürede ispat etti:

 

Bu yılın ilk 5 ayında sigarayla ilgili hastalıklardan hastanelerin acil servislerine yapılan başvurular, bir önceki yılın ilk 5 ayına göre % 20 azaldı. Kalp hastalığı ve enfarktüse bağlı başvurular % 33, astıma bağlı başvurular % 20, kronik obstrüktif akciğer hastalığına bağlı başvurular % 21,  zatüre % 33, akut bronşit % 19,  akut alt solunum yolu enfeksiyonlarına bağlı başvurular ise % 61 azaldı. 

 

Başka söze gerek var mı? Sıra gerçek uygulamada ve diğer zararlı maddelerde...

 

Derelere akıtılan zehirler, içme suyuna karışan kanalizasyon suları, yemyeşil çevreye atılan, toprağa gömülen kimyasal atıklar, kirli sanayinin zehirli dumanları her çeşit hastalık, kanser ve ölümlere yol açarken, bizler hastane - doktor şifa arıyoruz. Yediğimiz içtiğimizi zehir eden kanserojen maddeler, sağlığa zararlı kimyasallar, katkı maddeleri ve kirletilen hava her çeşit kanser, kalp, damar ve akciğer hastalığına davetiye çıkarırken bizler seyrediyoruz.  

 

Yapılan araştırmalar tehlikeyi gözler önüne seriyor. Sanayi tesislerinin bacalarından çıkan gazlar Marmara bölgesinde havaya zehir saçarken, annelerin memesinden kansere yol açan ağır metaller akıyor. Dilovasından Herekeye, Gebzeden İzmit'e havayı kirleten bu zehirli gazlar sağlığımızı tehdit ediyor. Öyle ki, bölgede kanser vakalarının oranı dünya ortalamasının otuz kat üzerinde... Aynı kirlenme tüm Marmara bölgesini tehdit ediyor. 1350 sanayi tesisinin zehirli atıkları yüzünden Trakya’da Ergene nehri ölüm kusuyor. Çocuklarda bile kanser hızla artıyor. İnsanlar felaketten habersiz ölümü bekliyor. Bu katliam ne zaman sona erecek? Yazık değil mi bu millete? 

 

Dünyayı hastalıktan kırıp geçiren küresel paranın gücü, bilime ve devletlere diz çöktürürken, TV’lerde toplum sağlığını korumak için çırpınan özgür bilim adamlarını yok etmeye çalışıyor. Asıl vahim olan ise halkın sağlığını korumakla yükümlü olanların, küresel çıkarları korumak için çırpınması. Halkın sağlığını kim koruyacak? Mısır şekerinden çevre kirliliğine kadar, toplumu hastalıklardan korumakla yükümlü devlet gücü neden seyirci? Bu konuda gereken kanıtları, çözümleri ve önlemleri alması gereken toplumun örgütlü gücü nerede? 

Temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamak insan hakkı yani kul hakkı değil mi? Kul hakkı yiyenlerin ve göz yumanların yakasına bu dünyada yapışmadan sağlıklı yaşamak mümkün değil. 

 

Küresel sağlık mehdileri ve medya güzelleri ise sihirli gıdalarla, mucize bitkilerle ve teknolojik rüyalarla toplumu uyutmaya devam ediyor. Yeter ki bu kirli akvaryumu temizlemeyi, kimse aklına bile getirmesin! Zaten mümkün değilmiş. Verilen mesaj bu! Dayatılan kirli yaşam tarzını zorunlu olarak yaşıyoruz.

Bunca bilimsel ve teknolojik ilerlemeye rağmen hasta sayısı azalacağına artıyor. Neden acaba? Nerede hata yapıyoruz? Eksik olan nedir?    

Dünya Ekonomik Forumu'nun Harvard Halk Sağlığı Fakültesi ile yürüttüğü araştırmaya göre, 5 kronik hastalık olan kanser, şeker, ruhsal bozukluklar, kalp ve solunum rahatsızlıklarının gelecek 20 yıl içinde küresel ekonomiye getireceği yükün 47 trilyon ABD dolarını bulması bekleniyor.  Dünya Sağlık Örgütü ise kişi başına yıllık 1,2 dolar (2 TL) harcanarak  bu hastalıkların önemli oranda önlenebileceğini açıkladı. Örgüt, özellikle fakir ülkelerin küçük miktarlarda yapacağı sağlık harcamaları sayesinde, sağlık sistemlerinin iflas etmesinin de önüne geçilebileceğini bildirdi (20). En zengin ülkeler bile hastalıkların önlenmesi konusunda ciddi araştırmalar yaparken biz ne yapıyoruz? Artan hasta sayısına yetişmek için ya doktor ithal etmek için çırpınıyor, ya da kıt kaynaklarımızı, hastalıklar peşinden koşarak çarçur ediyoruz.

İçinde yaşadığımız akvaryumu hastalık üreten bataklığa çeviren her çeşit kirlenme, felaketlerin asıl nedeni. Bu yüzden, Ne bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, ne mahalle aralarına kadar yayılan dev hastaneler ve ne de giydiğimiz kırmızılar kötü kaderimizi değiştiremiyor.  ‘Şunu yiyin, bunu yapmayın’ türünde öneriler de, sağlığımızın kilitlendiği kara kutunun şifrelerini çözemiyor. Bizler bu öneriler peşinden koşarken, yaşam tarzımız hastalık ve hasta üretmeye devam ediyor. 

Milli gelir artışı, topluma sağlık olarak değil hastalık olarak yansıyor, milli gelirimiz artarken daha çok hasta oluyoruz. Burada bir çelişki yok mu? Altından çanağın olsa, her gün içine kan kustuktan sonra neye yarar? Bütün bunlar hastalıktan sürünmek için mi?   

Sağlığa harcanan bunca parayla yaptığımız, kirlenen hasta balıkları güya tedavi edip yine aynı kirli akvaryuma atmak. Akvayumu temizlemek ve kirlenmesini önlemek ise idrak sınırlarımız ötesinde. Halbuki kültürümüz ve inancımızın temeli bu.

Bitmek bilmeyen hastalıklarla uğraşmak yerine, bunlara yol açan sebepleri yok ettiğimizde, yaşadığımız kirli akvaryumu temizleyen ‘gerçek sağlık devrimi’ işte o zaman gerçekleşmiş olacaktır.  

Kirlenmiş akvaryumda yaşamaya çalışırken hastalıkların dipsiz bataklığına gömülen ve sonra da tedavi için çırpınan kadersiz bir toplumun acı hikayesi bu !  Türkiye'nin doktor ithal eden değil, ihraç eden bir ülke olması dileği ile…

Hangi İstiklal var ki, ecnebilerin nasihat ve planlarıyla yükselebilsin.  ATATÜRK 6 Mart 1922, TBMM     

Kaynaklar:   

1.  Yeşilçimen K: Hastalık Üreten Yaşam Tarzımız Nasıl Değişir. Hayy kitap 8. Baskı, 2008

2.  Soframızda radyasyonlu çatal var. Hürriyet 14 nisan 2006 S:24

3.  Dilovası boşaltılıyor. Hürriyet, 2 temmuz 2006, s:16

4.  Yılda 372 bin kişi pisi pisine ölüyor. http://arsiv.sabah.com.tr/2005/07/24/gun101.html

5.  Böbrek hastalığında dünya şampiyonuyuz. http://bizimsaglik.com/c/ho.asp?Pagenum=11&id=6455&yid=-1

6.  Duran E.:Kalp ve damar cerrahisi. Sönmez B.:Koroner arter hastalıkları Cilt II, s 1344, 2005.

7.  Altun B,Arıcı M, Nergizoglu G, et al . Hypertens. 2005 ;23(10):1817-23  

8.  ''Vasküler Risk Çalışması''    sonuçları açıklandı. http://www.sdplatform.com/Haber.aspx?HID=2510

9.  Türk Kardiyoloji Derneği Ulusal kalp sağlığı raporu – 2007 http://www.tkd.org.tr/pages.asp?pg=432

10.  'Happy' araştırması. http://www.medimagazin.com.tr/medimagazin/tr-kardiyologlar-istanbul8217da-toplandi-676-405-6680.html

11. Arici  M, Turgan, C, Altun B, et al. J  Hypertension 2010; 28(2): 240-44.

12. TURDEP-1 ve TURDEP-2 (2010) HEM BEL HEM KALÇA BÜYÜYOR. http://kongresunumgazetesi.com/archives/933

13.  Türkiye'de şişmanlık ve diyabet alarmı ! PURE – 2010. http://www.sagliktagundem.com/haber/turkiye_de_sismanlik_ve_diyabet_alarmi.htm

14.  Organ naklinde 'can alıcı' gerçekler. http://www.saglikaktuel.com/haber/organ-naklinde-can-alici-gercekler-3683.htm                                                                                                                         

15.  ABD sağlık sektörü : 2.4 trilyon $. http://www.medikalteknik.com.tr/web/devam_yazi.asp?idyazi=223

16.  ACCF/AHA Guidelines for the Diagnosis and Management Heart  Failure in Adults. Circulation 2009;119(14):1977-2016.

17.  ESC Guidelines for the diagnosis and treatment of acute and chronic heart failure 2008 Eur. Heart J. 2008;29:2388-2442 (1).

18.  Yeşilay alkol raporu - 2009. http://www.yesilay.org.tr/Raporlar/2009_Alkol_Raporu.pdf

19.  Sigaraya yılda 15 milyar dolar harcıyoruz. http://www.ntvmsnbc.com/id/25101255/

20.  http://www.medimagazin.com.tr/ana-sayfa/dis-haberler/tr-hastalklarn-maliyeti-47-trilyon-dolar-bulacak-1-76-37482.html

 



Bu yazı 3,737 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,438 µs