En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
30 Ekim 2008

İşte sağlıklı yaşamın bilimsel formülü...



TÜM YAZILAR İÇİN ALTTAKİ KUTUYU TIKLAYINIZ 

Prof. Dr. Kenan Demirkol’un mesleği cerrahlık. Ancak o insanlar hasta olmadan yaşayabilir diyor! Uzun yıllar beslenme üzerine yaptığı araştırmalar sonucu akıllı beslenmenin sırrını bulmuş. Demirkol insanları bıçak altına yatmaktan ve hasta olmaktan koruyup, sağlıklı ve dinç yaşamasını sağlayacak bilimsel formülü iyibilgiye açıkladı. iyibilgi özel

Demirkol'un mesleği cerrahlık olmasına rağmen, uzun yıllar beslenme üzerine yaptığı araştırmalar sonucu akıllı beslenmenin sırrını bulmuş. O bir “akıllı beslenme” uzmanı. İnsanları bıçak altına yatmaktan ve hasta olmaktan koruyacak formülü bilimsel olarak açıklıyor...

Açıklamalarına başlarken samimi bir dille “Ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum atalarımızın 60-100 sene önce Anadolu topraklarındaki beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum” diyor.

Farkında olmadan nasıl kronik hastalık yiyoruz? Kronik hastalıklara sebep mikro besin açlığı nedir? Gıdalardan aldığımız, sağlıklı yaşam için en önemli madde olan Omega-3, gıda emperyalizmi tarafından nasıl yok edildi? Kanser, kalp-damar hastalıkları, ajerji, romatizmal hastalıklar, depresyon ve ruhsal hastalıklarla Omega-3 arasındaki bağ ne?

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol iyibilginin sorularını yanıtladı..

İşte tüm bu soruların cevabı ve akıllı beslenmenin sırrı…

“16 Ekim’de Dünya Gıda Gününde Ankara’da Ziraat ve Kimya Mühendisleri Odasında Yüzyılımızın Utancı: AÇLIK başlıklı bir konferans düzenlendi. Orada da söylediğim ve şimdi size de açıklayacağım benim üzerinde durduğum konu mikronutrient yani mikro besin açlığıdır! Şimdi bu ne diyeceksiniz?

-İnsanlar nasıl kronik hastalık yiyor?

Dünya Sağlık Örgütü kronik hastalıkları önlenebilir hastalık olarak tanımlıyor. Kronik hastalıklara sebep olan faktörlerin başında; hatalı beslenme, tütün kullanımı ve hareketsiz yaşam geliyor. Son yıllarda yapılan araştırmalardan, dünyada bir yılda 58 milyon insanın öldüğü görülüyor, bu ölümlerin yüzde 60’ı kronik hastalıklardan kaynaklanıyor. 10 yıl içinde bu oranının yüzde 77’ye çıkması bekleniyor.

-Madem kronik hastalıklar önlenebilir hastalıklar niçin artması bekleniyor?

Günümüzde, kanser, kalp-damar hastalıkları, inme dediğimiz ölümcül hastalıklar, alerji, romatizma ve şeker gibi kronik hastalıklar, sinirsel ve ruhsal hatalıklar hızla artıyor. Bu artışın sebebini bilimsel olarak incelediğimizde, tüm bu hastalıkların ana kaynağının mikro besin açlığı ve makro besin fazlalığından oluşan hatalı beslenme ile ilişkili olduğu sonucuna varıyoruz.

-Peki nedir bu mikro besin açlığı?

Mikro besin açlığı insanların yedikleri gıdadan doğal olarak almaları gereken besin maddelerini alamamalarından ortaya çıkar. Bu mikro açlık gıda emperyalizminin yani yapay beslenmenin bir ürünüdür. Mikro besin açlığı ve makro besin fazlalığının önüne geçilirse kronik hastalıklar önlenebilir!

-Mikro besin açlığının ilk sebebi Omega-3 yağ asitleridir.

Omega-3 insan için hayati bir olaydır… Günümüzde tükettiğimiz gıdalardan ihtiyacımız olan Omega-3 asitlerini alamıyoruz. Bunun ana sebebi kara hayvanlarının ahıra tıkılmasıdır. Kara hayvanları meradan kopup ahıra girince, etinden ve sütünden Omega-3 alamaz olduk.

Ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum 60 – 100 sene önceki Anadolu beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum!

-Omega-3 eksikliğinden nasıl hasta oluyoruz?

İnsanda her hücre zarında Omega-3 vardır. Her hücre zarı protein ve yağdan oluşur. Buradaki yağ Omega-3 ve oleik asitten oluşur. Eğer hücreler ihtiyacı olan doğal yağı alamazsa damarlar sertleşiyor ve bu da pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp inme veya enfarktüs olmasına yol açıyor. Omega-3 eksikliği bağışıklık sistemine zarar veriyor alerjiler, şeker, romatizma, kanser kronik hastalıklara sebep oluyor. Beyine de hasar veriyor.

-Omega-3 kaynaklarımız çok azaldı

Omega-3’ün esas kaynağı yeşillik. Balıklar yosun yiyerek, merada beslenen büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar da yeşil ot yiyerek Omega-3 alıyorlar ve insanlar bunları tükettiğinde de ihtiyacı olan Omega-3’ü almış oluyorlar. Ancak yapay yemleme ile Omega-3 kaynaklarımız çok azaldı!

-Omega-3, dolayısı ile mikro besin açlığı yapay yem ile başlıyor!

Aslına bakarsanız şu anda dünyada bir gıda emperyalizmi var! İş yapay yem ile başlıyor, birileri para kazanmak istiyor, köylünün kapısına gidip daha fazla süt veriyor diye yapay yem pazarlıyor. Bir çobanın aylık maliyeti 2 – 2,5 milyar YTL ve merada otlayan inek daha az ama sağlıklı süt verir.

Köylüye yapay yemi daha ucuza pazarlayıp önce köylüyü alıştırıyorlar. Bu noktada köylü, kapısına servis yapılan hazır yemi, hem daha fazla süt veriyor hem de çoban masrafından kurtulurum düşüncesi ile ucuza alıp kar ettiğini sanıyor.

Kapıya gelen yapay yem; hem köylüyü tembelleştiriliyor, hem de köylüyü ve hayvanını doğal sağlıklı beslenmeden mahrum bırakıp sonunda her açıdan zarara uğratmış oluyor. Tabi burada sadece köylü değil köylünün ürettiğini yiyen halk ve beraberinde ülke ekonomisi de zarara uğramış oluyor. Yani zincir uzayıp gidiyor…

Bu arada, yine Omega-3 kaynağımız balıklar da daha fazla üretim için çiftliklerde yapay yem ile yetiştikleri zaman yeteri kadar Omega-3 içermiyorlar. Yani yapay yem hem denizden hem karadan Omega-3 kaynaklarımızı yok ediyor.”

www.iyibilgi.com           Nihal Doğan  30 Ekim 2008

 
İnsanlar nasıl kronik hastalık yiyor

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Kenan Demirkol ile “akıllı beslenme” üzerine yaptığımız röportajın bugünkü bölümünde mikro beslenme açlığının ve makro beslenme fazlalığının sonucu olan kronik hastalıklara karşı çözüm yollarının devamı geliyor…iyibilgi özel

Biz hayvanlarımıza nasıl hayvanlık ettik? Kara hayvanları ahıra, balıklar kafese tıkılınca insanlara neler oldu? İçtiğimiz süt neden zehir? Yeni çağın mesleğini neden psikiyatri? Omega-3’ün gelişme çağındaki çocuklarda üzerindeki mucize etkisi ne?

İşte Akıllı Beslenme Uzmanı Prof. Dr. Kenan Demirkol'dan geleceği aydınlatan altından değerli çok özel bilgiler...

-Biz hayvanlarımıza nasıl hayvanlık ettik?

"Hayvan ahırda yapay yem ile, sadece şeker pancarı küspesi, mısır, pirinç kırığı gibi ürünlerle tahıl ağırlıklı besleniyor. Daha fazla süt alabilmek için hayvana nişasta ağırlıklı yem dayatılıyor. Hayvanın ot ve yonca gibi yeşillikle beslenmesi gerekiyor çünkü doğal olarak ihtiyacı olan besin o!

Eğer ben 40 litre süt elde etmeyi verimlilik sayarsam, sütün tüketilmesi sonrası insanlarda ortaya çıkan kronik hastalıkların masrafını nasıl açılayabilirim?

-Nişasta içerikli yem verildiğinde hayvan çok süt yapıyor ama bu süt süt değil zehir!

Doğal beslenen ineğin sütünde Omega–3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar. Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde40 daha az görülmektedir.

Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. Yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda çevreyle ilgili hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor. Ekolojik hayvancılık denince akla "çevreyle ilgili tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi" geliyor. Affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. İneğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı?

-“Çağın mesleği psikiyatri”
 
Hücre duvarı bizim gümrük kapımız. Omega-3 olmayınca hücreler arşidonik asit kullanmaya başlıyor, ama bu arşidonik asit aynı zamanda stres hormonu üretiyor. Damar elastikiyetini kaybediyor ve damar hastalıkları ortaya çıkıyor, insanın şeker hastası olması kolaylaşıyor. Stres hormonları artınca aşırı pıhtılaşma oluyor ve bu da kalp hastalıklarına yol açıyor.

Omega-3’ten yoksun olduğumuz için ülkemizde depresyon oranı çok yüksek. Eğer önlem alınmazsa çağın mesleği psikiyatri!

Makro beslenme yani doymuş yağlardan fazla besnme de mikro beslenme açlığına sebep oluyor!

Omega-6'yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık Omega-3'ü de değerlendirmeden bağırsak yolu ile vücuttan hemen atıyoruz. Omega–3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz, hücre duvarı da Omega-3'ten oluşuyor, vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onunla hücreyi onarıyor, Omega–3 yerine, Omega–6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor, ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesidir. Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz, dışardan biri taş atsa havaya uçacak.

Omega-3'ten zengin beslenenlerde depresyon görülmüyor!

Omega-3'ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor. Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı Omega–3 olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.

Burada yinelemek istiyorum, ben Anadolu beslenmesini tanımlıyorum, onların bilimsel araştırmasını açıklıyorum. Tereyağı ile beslenen atalarımız da tereyağından Omega-3 ve oleik asitleri alıyorlardı. Ancak günümüzde tereyağı tüketeceksek sadece ve sadece yüzde100 merada beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağı tüketilmelidir. Diğer türlü ahırda beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağının faydadan çok zararı vardır. Burada gıdaları tüketirken düşünüp, matematiğini yaptıktan sonra almak en akıllısı…

Omega-3 ile beslenen çocuklar TV seyretmek istemiyor!

Amerika’da gelişme çağındaki öğrenciler üzerinde bir deney yapıyorlar; bu deneyde öğrencilerin yarısı normal beslenirken, diğer yarısına normal beslenmelerine ek olarak her gün Omega-3  desteği balık yağı veriyorlar. Normal beslenen çocuklar sıradan yaşamlarına devam ederken, balık yağı içen çocuklar kısa bir müddet sonra gözlenen ilk gelişme, Omega-3 alan öğrencilerin kendiliğinden hocam bu okulda kütüphane var mı sorusunu sorarak, kütüphane aramaya başlamaları oluyor. İkinci gelişme ise anne babalar tarafından evde gözleniyor, Omega-3 alan çocuklar evde televizyon izlemek istemiyorlar, bunun yerine kendiliğinden kitap okumayı ve ders çalışmayı istiyorlar... Üçüncü gelişme ise yine okulda öğretmenler tarafından gözleniyor, Omega-3 alan çocuklar derslere daha ilgili oluyorlar ve başarı oranlarında yüzde 20 artıyor.

Mikro besin açlığının ikinci sebebi CLA eksikliğidir!

Doğal sütten mahrum kalan insanlar, CLA’dan ( Conjuge Lineoik Asit) mahrum kalıyorlar bu antioksidan bir maddedir. İnsanlardaki yaşlanma hücrelerdeki oksitlenme sonucu ortaya çıkar! İkinci ciddi açlık antioksidan açlığıdır.

Asla CLA hapı kullanmayın kalp hastalığı yapıyor.

Bu antioksidan eksikliğine çare diye aspir çiçeğinden elde edilmiş haplar CLA hapı olarak satılıyor. Ancak bu haplar izomer yani üç boyutlu açıdan bakıldığında zararlı. Vücudun yağ depolamasını engelliyor. Aspir çiçeğinde elde edilmiş CLA hapı, kalp kas hücrelerinde Omega-3’ü ayrıştırıyor ve bunun sonu kalp yetersizliğine yol açıyor.

Mikro besin açlığının üçüncü sebebi insüline benzer büyüme hormonu eksikliğidir

Merada otlamış hayvanın doğal sütünde ayrıca insüline benzer büyüme hormonu var ve bu hormon adeta gençlik aşısıdır.

Hayvanlar ahıra tıkılınca hatalı beslenme ve ani ölümler ortaya çıktı. Dedem 110 yaşında öldü. 100 yaşından sonra üçüncü dişleri çıktı, tereyağı çocuğuydu. Babam 59 yaşında yaşında öldü, margarin çocuğuydu.

Hayvanlar ahıra tıkıldıktan sonra, yeşillikten mahrum kaldılar, beraberine sütten Omega-3, CLA ve insülüne benzer büyüme hormonu alınamaz oldu.
 
Bunlar da mikro besin eksikliği ve makro beslenme fazlalığı ile beraberinde kronik hastalıkları getirdi. İşte kronik hastalıklar dediğimiz başta; alerji, astım, kalp-damar hastalıkları, romatizmal hastalıklar ve kanserin neden bu kadar artıyor sorularının yanıtı çok açık değil mi?"

www.iyibilgi.com   Nihal Doğan  31 Ekim 2008

Prof. Demirkol'dan çarpıcı açıklamalar

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Kenan Demirkol ile “akıllı beslenme” üzerine yaptığımız röportajın son bölümünde, Demirkol dünyayı kavuran beslenme ve sağlık sorunlarının perde arkasındaki gerçekleri  anlattı… iyibilgi özel

Hangi yağlar gıda emperyalizminin ürünü? Yapay gübre ile barut arasındaki bağ ne? Vücudumuz için en iyi yağ hangisi? Peynir neden çok zararlı? Et nasıl yenirse zararsız? GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma)nasıl mikro beslenme açlığına sebep oluyor? Evliya Çelebi 400 sene önce kızartmada hangi yağı tavsiye etti?

İşte tüm soruların cevapları…

-Makro besin fazlalığının sebebi: Doymuş yağ içeren besinler

“Balığı ayçiçeği yağında kızarttığımız zaman, balıktaki Omega-3 yok oluyor! Patates kızartması kolaya gelen ve çocuklara çok sevdirilen bir gıda haline geldi, patates ayçiçeği veya mısırözü yağında kızartıldığında 1 porsiyon patates 6gr.trans yağ içerir. İşte çocuklarda erken yaşlarda obezite başlamasının ana sebeplerinden biri budur.

Doymuş yağ içeren besinler mikro besin açlığına sebep olurken, diğer yandan makro besin fazlalığına sebep olmaktadırlar. Omega-6'yı çok tükettiğimiz için farkında olmadan Omega-3'ün yolunu kesiyoruz. İnsan vücudunda Omega-3 ve Omega-6’yı aynı enzimler tüketir, Omega-6’yı fazla aldığımız zaman ihtiyacımız olan Omega-3 bağırsaklardan dışkı yolu atılır.

“Bu yağlar gıda emperyalizminin ürünü”

Omega-6’dan zengin yağlar ayçiçeği, mısırözü ve soya yağları insan sağlığı için çok zararlı olduğunu Başkan Bush ABD halkına yaptığı açıklamada itiraf etti ve “bu yağları tüketmeyin” dedi. Çünkü bu yağlar sebep olduğu hastalıklardan dolayı ekonomik dengeleri bozuyordu!
Aslına bakarsanız bu yağlar gıda emperyalizminin ürünüdür. İkinci Dünya Savaşından sonra ayçiçeği yağını ilk Rusya üretip tüketmeye başladı ve Balkan göçmenleri aracılığı ile Türkiye’ye ayçiçeği yağı kültürü girdi. Mısırözü yağı ABD emperyalizmi üzerinden dünyaya yayılmıştır. Şimdiki Kanola dayatması da yine ABD emperyalizminin işidir. Kanola, kolzanın GDO’lu tohumundan üretilir.

İkincisi bu yağlar 40 derecenin üstünde kolaylıkla bizim trans yağ dediğimiz yapay yağ asitleri üretmeye başlar, doğada olmayan yağları insan vücudu tanımadığı için biriktirir, insan vücudunda biriken bu yağ asitleri kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine sebep olur. Diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozabiliyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep olabiliyor.

Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği, mısırözü ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığı, kalp hastalıklarının oluşumunu kolaylaştırıyor. 

Kuzu şiş ve bonfileden korkmayın, asıl peynirden korkun!

Doymuş yağ asitlerinden 3 tanesi damar sertliğine yol açıyor, bu yağ asitleri ateorejenik yağ asitlerine dönüşüyor. Bunlar: Laorik asit, Mirsist asit, Palmitik asit

Ahırda beslenen hayvanın sütünde bu yağ asitlerinden bulunuyor. Peynir yemek çok sakıncalı, et yemek sağlıklı ama hayvanın yağsız et kısmı tercih edilmeli, kıyma ve kıyma ile yapılan etlerden uzak durmalı. Ateorojenik yağ asitleri hayvanın depo yağında var.

Doğal beslenen hayvanın iç yağında sterearik asit var yani Türkçesi zeytinyağı diyebiliriz. Hücre içi yağ asidi sterearik asit içerir, bu hayvanın iç yağı yendikten kısa süre sonra insan vücudunda oleik asite dönüşüyor. Atalarımız zeytinyağı bulamadıkları bölgelerde iç yağı yiyerek bir nevi zeytinyağı tüketmiş oluyorlardı.

Günümüzde sofralarda ağırlık kazanan doymuş yağ içeren besinler makro besin fazlalığı oluşturarak kronik hastalıkları arttırdı. Kuzu şiş ve bonfileden korkmayın, asıl peynirden korkun, kahveye süt değil de krema koymakla elinizle palmitik asit almış oluyorsunuz.

Mikronutrient (mikro besin azlığı) eksikliğine sebzelerde sebep oluyor…

Yapay gübre, GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) tohum, hibrit tohum kullanılarak üretilen gıda ürünlerde mikro besin oranı normalden yani doğal tohumla yetişenlerden çok düşük! Benim açımdan GDO’nun en önemli unsuru mikro besin eksikliğine yol açması!

Barut fabrikaları işsiz kalınca, gübre fabrikası oldu!

Yapay gübre nerden doğdu hiç merak ettiniz mi? Sebebi bugünde benzerini duyduğumuz hikaye ile biz açlığı yok etmek istiyoruz hikayesi başladı, işin altında yatan sebep ikinci dünya savaşında saklı! İkinci dünya savaşı döneminde savaş için gerekli barutu üreten fabrikalar, savaş bitince işsiz kaldı. Bilin bakalım barut neden üretilir: AZOT
Peki yapay gübrenin ham maddesi ne? İşte cevabı AZOT!

“Sömürü düzenini bozmak istemiyorlar”

Birleşmiş milletler açlıkla mücadelede 46 yılda toplam 30 milyar dolar kullanmış.

Peki bu 2008 yılı içinde sadece finans piyasasının içine düştüğü sıkıntıdan kurtulması için bankalara Avrupa ve ABD’den 2,5 trilyon dolar kaynak aktarıldı. Sırf sömürü düzeni bozulmasın devam etsin diye! Şahsen bu adaletsizlikleri göz önünde aldığımda Birleşmiş Milletlerin Hiçbir Kurumuna saygı duymuyorum. Hepsi Amerikan emperyalizmini sürdürmek için kurulmuş bir sistem.

“Zeytinyağı ile kızartma yapılmaz, yanınca kanser yapar iddiası tamamen emperyalist oyunun bir parçasıdır”

Tekrar yineliyorum, ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum 60 – 100 sene önceki Anadolu beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum!

İnsan beyninde de bütün hücrelerin duvarında olduğu gibi oleik asit ve Omega-3 vardır. Saf sızma zeytinyağı en iyi oleik asit kaynağıdır. İyi kolesterolü düşürmeden, kötü kolesterolü düşürür bu kalp için en sağlıklı yağ demektir.

Evliya Çelebi seyahatnamesinin Trabzon bölümünde hamsiyi zeytinyağında pişirme tarifi vardır. 400 sene önce zeytinyağında kızartma yapılırken, 100 sene önce mi yanıp zehirler oldu! Zeytinyağı yanınca kanser yapar iddiası tamamen emperyalist oyunun bir parçasıdır. Margarin ve mısırözü yağını dünyaya pazarlayabilmek için! Yunanistan’da yıllık zeytinyağı tüketimi kişi başı 20 kg. Türkiye’de ise 1 kg. Sağlık sorunları Türkiye’de neden artıyor gerisini siz düşünün!

Zeytinyağı ısıya dayanıklıdır, zeytinyağının yanma derecesi 250 derecedir. Siz yakamazsınız, tam aksine ısıya en dayanıklı yağ zeytinyağıdır. Sızma zeytinyağında daha düşük ısılarda duman görürsünüz ama bunun hiçbir zararı yoktur. Evliya Çelebi’nin tarif ettiği gibi hep zeytinyağı.”

Şimdilik bitti…

Prof. Dr. Kenan Demirkol’a yoğun programı arasında bize zaman ayırıp bu bilgileri iyibilgi okurları ile paylaştığı için sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz…

Bir sonraki röportaj konumuz şeker! Prof. Dr. Kenan Demirkol “Kara Beyaz Şeker” gerçeği çok yakında tekrar iyibilgide… 

www.iyibilgi.com özel Nihal Doğan

Şeker, tatlı tatlı nasıl zehirler?

 

Şeker öldürmüyor, süründürüyor! Yıllardır tatlı tatlı zehirlendiğimiz yapılan araştırmalarla bir bir ortaya çıkıyor. Prof. Dr. Kenan Demirkol şekerin hastalıklarla ilişkisini, korunma yollarını, vücudun şeker ihtiyacını karşılamasının sırrını anlatıyor. iyibilgi özel

Yıllardır tatlı tatlı yedik. Ama yakınlarımızdan gelen acı haberler, kendi yaşadığımız sağlık problemleri üzerine sebeplerini araken her kapının arkasıdan şeker çıktı!  

Çayınız kaç şekerli olsun, tatlıyı nasıl alırsınız soruları hep iştahımızı kabarttı.

Meğer, şekerle bizi nasıl da kandırmışlar!

Prof. Dr. Kenan Demirkol "insanlar akıllı olacak" diyor ve uyarıyor.

İşte şekerle ilgili acı gerçekler...

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol iyibilginin sorularını yanıtladı..

 

Şeker günümüzde artan hastalıkların ana sebeplerinden diyorsunuz, peki eski insanlar ne yiyordu?

Taş devrinde insanlar şekerle tanışık değildi. Tarım ortaya çıktıktan sonra insanlar mevsimsel olarak bal ve meyve ile şeker alıyorlardı. O dönemdeki meyvelerin şeker oranı bugünkü meyvelerin şeker oranının 3/1’i kadardı.

Peki ne oldu da meyvelerdeki şeker oranı arttı?

Kültür üretiminin artması ile, melezleşmeden dolayı şeker oranı gün geçtikçe arttı. İnsanın genetik yapısı şeker tüketimine uygun bir yapı değil, genetik yapının uyum sağlama süreci on binlerce yıl ile ölçülür. Şeker gerçeğini doğru anlamak için tarihine bakmak gerek

Şekerin tarihine bakmak gerek diyorsunuz, şeker insanların hayatına ne zaman girdi?

İki yüzyıl önce başlayan "endüstri devrimi" ile gıda üretimi, işlenmesi ve dağıtımında radikal değişimler olmuştur. Ilıman iklimlerde yetişen bir bitki olan şeker pancarından şeker üretilmesinin de 1801 yılında başladığı unutulmamalıdır.

Daha önce şeker kamışından elde edilen ve zenginlerin sofrasında olan şeker, böylece gelir düzeyi çok yüksek olmayanların da kolay satın alabileceği hale gelmiştir.

İngiltere’de 1750'lerde 2,5-3 kg/yıl olan kişi başı şeker tüketimi, 1850'lerde 11 kg/yıl, 1950'lerde 54 kg/yıl, günümüzde ise 75 kg/yıl’a yükselmiştir. ABD'de 19. yüzyılın sonlarına doğru yıllık kişi başı şeker tükettimi 2,3 kg düzeyinde iken bugün 75 kg'a yükselmiştir.

İnsan sağlığının kırılma noktası vardır. Şeker üretiminin sanayileşmesi ile insanlık hem daha fazla şeker tüketir oldu, hem de hayvanlara küspesi verildi!

Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelişmiş ülkelerde bir yandan insanların alım gücü artarken, diğer taraftan gıda maddesi fiyatlaları düşmüş, bunun sonucu rafine şeker ve mısır şurubu gibi tatlandırıcıların meşrubat, bisküvi, pasta, kek ve diger hazır gıdalarla çok miktarda alınması, kronik hastalıkların artışını hızlandırmıştır.

ABD'de son 35 yılda früktozdan zengin mısır şurubu tüketimi kişi başına yılda 200gramdan 34 kg'a yükselmiştir.

Bulaşıcı olmayan hastalıklar salgını bugün tüm ölümlerin %60'ından sorumludur. Küresel ölçekte beslenme değişiminde aşırı yağ, tuz ve şekerli hazır gıdaların tüketiminin başlıca etkenler olduğu açıkça görülmektedir.

Şeker nasıl elde ediliyor, gün geçtikçe üretim ve tüketimi neden artıyor?

Çay şekeri sakaroz bir molekül glikoz, bir molekül früktozdan oluşan kimyasal bir maddedir. Glikoz/früktoz oranı %50/%50'dir. Mısır şurubunda ise bu oran %80/%20 ile früktoz lehine kayar. Früktoz, glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcıdır.  Bu nedenle daha az kalori ile aynı miktarda tatlandırıcı etki sağlanarak kaloriden tasarruf edilebileceği düşünüldüğünden, bir dönem ciddi savunuculuğu yapılmıştır. Ancak kek, bisküvi yapımında olduğu gibi früktoz ısıtıldığında, früktozlu hamur fırında pişirildiğinde tatlandırıcı etkisi azalmakta ve glikozla aynı kalori miktarında früktoz kullanımı gerekli olmaktadır.

İster rafine şeker, isterse "mısır şurubu" kaynaklı olsun ince bağırsaktan emilen früktoz portal ven sistemi ile karaciğere varır. Früktozun insülin salgılatıcı etkisi yoktur ve metabolize edilmesi için insüline gereksinim duymaz. Değişik metabolik süreçler için çok az früktoz kullanılabilmektedir. Geri kalan tüm früktoz trigliseridlere dönüşür.

Früktoz tüm şekerler arasında en hızlı yağa dönüşenidir, böylece kan trigliserit düzeyini çok yükseltir!

Diğer taraftan früktoz insülinin glikoza ilgisini azaltarak hiperinsülinizme yol açmaktadır, bakır metabolizmasını baskılayarak bakır eksikliğine böylece kemiklerin zayıflamasına, anemi, bağ dokusu hasarı, damar hasarı, kısırlık, aritmi, kan kolesterol yüksekliği ve enfarktüse yol açabilir

Ülkemizde de son yıllarda mısır şurubu üreten 5 fabrika kurulmuştur. 2001 yılında çıkartılan "Şeker Yasası" ile "mısır şurubu" üretim kotası %10 olarak belirlenmiş, daha sonra Bakanlar Kurulu kararıyla kota %15'e yükseltilmiştir. Bu kota ABD'de %2, Almanya'da binde 8.9, Fransa da ise binde 4.9'dur.

Karbonhidrat tüketimi insan biyolojisine bu kadar aykırı iken USDA (United States Department of Agriculture) onlarca yıldır yayınladığı besin piramitlerinde temel besin maddesi olarak karbonhidratları önermiştir. USDA'nın bu tutumu ABD'de son 30 yılda ürkütücü boyutlara varan şişmanlık epidemisine katkıda bulunmuştur. Früktoz kullanımı olasılıkla en büyük zararı yaratmıştır. Ülkemiz bu gerçekten ders çıkartmalıdır! Mısır şurubu kotasına çok dikkat edilmelidir!

Şeker insan vücudunu sinsi sinsi tahrip ediyor ama nasıl?

Şeker ile ilgili anahtar kelime: “İNSÜLİN”dir.

Yüz yaş üstü yaşayan insanların ortak özelliğine bakıldığında, kan insülin düzeylerinin çok düşük olduğu görülüyor. İnsülin, giderek artan şeker ve nişasta tüketimiyle aşırı salgılanır hale geldiği için obezite arttı.

‘İnsülin’in asıl görevi enerji depolamaktır. Basit şeker ya da glisemik endeksi yüksek karbonhidratlar ince bağırsaktan emildiğinde, glikoz ve/veya früktoz portal ven ile karaciğere taşınır. Portal ven kanındaki glikoz miktarı, damardaki reseptörler ile saptanarak insülin salgılanır. Glikoz yüksekliğine eşdeğer oranda insülin salgılanmaktadır. Glikoz insülin aracılığı ile kas ya da karaciğer hücresine sokulur ve burada glikojene dönüşür. İnsan vücudunda toplam 120 gram kadar bir glikojen deposu vardır. Bu depo dolunca glikoz yağ hücresine sokularak trigliseride dönüştürülür.

Sürekli çok miktarda glikozun hücre içine sokulmaya çalışılması sonucu hücrelerde zamanla direnç gelişir. Buna insülin direnci denir. Insülin direnci arttıkça daha fazla insülin salgılanır. Böylece insülin direnci sonucu hiperinsülinizm gelişir (postprandial hipoglisemi - kendini doyuramama hissi, aş erme!) Bunun uzun süre devam etmesi sonucu bir tükenme fenomeni olan Tip II diyabet gelişir.
Sürekli fazla şeker ya da karbonhidrat alınması insan vücudunun yağlanmasına yol açan ana etkendir.

Şişmanlık beslenme hatasının en önemli sonucudur. şişmanlığın ana nedeni, tüketilebileceğinden fazla kalori alınmasıdır. Son iki yüz yıldır rafine şeker tüketiminin giderek artması, şişmanlığın en önemli nedeni olarak görülebilir. Çünkü şeker bilimde (boş kalori) olarak adlandırılır. Bu ifade ifade ile dile getirilmesindeki neden; şeker tüketimi sırasında hiçbir besin içerisi olmaksızın sadece kalori alınmış olmasıdır.

Sınav öncesi şeker büyük hata!

Okurlarımız hemen itiraz edebilirler! Beyin enerji kaynağı olan glikozu kullanmaktadır diyebilirler, hatta bu nedenle her sınav öncesi şeker verilir diye örnek de gösterebilirler.

Evet, beyin enerji kaynağı olarak glikoz kullanır. Ama insan vücudu diğer besin öğelerinde olduğu gibi bu glikozu da kendisi üretebilir.

Sınav öncesi alınmış yapay şeker ise hızla insülin salgıladıkça kişide kan şeker oranının düşüşüne yol açar, bu da beynimizin daha az çalışmasına neden olur.

Sınav öncesi şeker büyük hata! Şeker yiyerek beyninizi daha iyi çalıştıramazsınız. Beynin enerji kaynağı glikozdur ama vücut bunu kendi üretebilir.

Örneğin: spermin enerji kaynağı da fruktozdur ama bunu dışardan almıyorsunuz, vücut kendi üretiyor!

Şeker bağımlılık yapıyor haberleri son günlerde gündemden düşmüyor, şeker bağımlılık yapar mı ?

Gıda maddelerinin hiçbiri fiziksel bağımlılık yapmaz, psikolojik bağımlılık yapar. Şeker de böyle, ancak kısmen fiziksel bağımlılık yapıyor diyebiliriz.

Genetik yapımıza aykırı her gıda bizim ömrümüzden çalar!

İnsanlar akıllı olacak. Genetik yapımıza uygun besinler tüketmek zorundayız. Genetik yapımıza aykırı her gıda bizim ömrümüzden çalar!

Tamam o zaman, genetik yapımıza uygun besinlerden, mesela doğal kuru meyvelerden tüketerek şeker ihtiyacımızı karşılasak olmaz mı?

Akrep zehiri de doğal! Doğal deyip sadece şekerli meyveler yerseniz olmaz. Çok az miktarda tüketmek gerekiyor.

Örneğin; bal çok kuvvetli bir antioksidandır. Her gün az miktarda tüketilebilir. Ama bal yediyseniz meyve yemeyeceksiniz. 

Ölçü ne olmalı?

Günlük bal tüketimi 30 gr.’ı (1 tatlı kaşığı) aşmamalı. Meyvede en fazla 200 gr. tüketilmeli.

Örneğin; 1 elma ve 1 portakal yerseniz başka şekerli yemeyeceksiniz. Bal yerseniz de meyve yemeyeceksiniz. 

Şekeri bırakan hangi hastalıklardan kurtuluyor?

Şekeri bırak obezite, diyabet, kalp, eklem romatizması hastalıklarından, diş çürüklerinden, sinir ve stresten, ruhsal hastalıklardan, bazı kanser hastalıklarından kurtul diyebiliriz!

www.iyibilgi.com özel Nihal Doğan

Dikkat: Omega-3 alırken tuzağa düşmeyin!

 

Balık yağında nasıl bir tuzak kuruluyor?Prof. Dr. Kenan Demirkol uyarıyor!

 

İşte Prof. Dr. Kenan Demirkol ile akıllı beslenme üzerine iyibilgi okurlarına özel yeni bir röportaj daha! Günlük Omega-3 ihtiyacımızı nasıl karşılarız? Balık yağı satarken nasıl bir tuzak kuruyorlar?  iyibilgi özel

Hastalanmadan sağlıklı yaşamın sırrı akıllı beslenmede, akıllı beslenmenin sırrı da Omega-3’te saklı!

Peki sağlıklı yaşamın anahtarı Omega-3 ihtiyacı hangi gıdalardan alınır? Hayvansal ve bitkisel Omega-3 içeren gıdalar neler? Hangi balıklar zararsız? Keten tohumunun sırrı ne? Tuzağa düşmeden balık yağı nasıl alınır?

Ve Omega-3 hakkında merak edilen soruların cevapları…

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol iyibilginin sorularını yanıtladı..

Günlük Omega-3 ihtiyacımızı doğal yolla nasıl karşılarız?

 Omega-3 kaynakları hayvansal ve bitkisel olmak üzere ikiye ayrılıyor. İnsan vücudunun günde 1-1,5 gr. hayvansal Omage-3’e ihtiyacı vardır. Hayvansal Omega-3  kaynakları arasında, ilk sırada yumurta yer alıyor. Her gün bir yumurta Omega-3 ihtiyacının büyük bölümünü karşılar.

Yumurtanın yıldızı son günlerde iyice parladı, peki özgür tavuk yani doğal köy yumurtası mı tercih edilmeli?

Eğer bulunabilirse tabiî ki doğalı tercih edilmeli. Ancak büyük şehirlerde marketlerde ambalajlı satılan, doğal yemle beslenmiş ve Omega-3 açısından zenginleştirilmiş yumurtalar alınabilir. Ben de bu yumurtalardan yiyorum.

Yumurtadan sonra ikinci sırada yer alan Omega-3 kaynağı nedir?

Balık… Haftada 3-4 defa balık yiyerek hem sağlıklı beslenmiş, hem de Omega-3 ihitiyacımızı karşılamış oluruz.

Balık ama hangi balıklar?

Özellikle küçük balıklar tercih edilmeli, çünkü büyük balıklar denizlerdeki ağır metaller açısından risk içeriyor. Ağır metaller balıkların yağlarında birikir, onları yediğimizde vücudumuzda serbest radikallere dönüşerek hastalıklara zemin hazırlar. Bu yüzden hamsi, sardalya, istavrit gibi küçük deniz balıklarını öneriyoruz. Kızartma yapılabilir, ancak kesinlikle ayçiçeği veya mısır yağı ile değil! Balığı ayçiçeği yağında kızarttığımız zaman, balıktaki Omega-3 yok oluyor!  Sadece ve sadece zeytinyağı ile kızartılmalı.

İnsan beyninde de bütün hücrelerin duvarında olduğu gibi oleik asit ve Omega-3 vardır. Saf sızma zeytinyağı en iyi oleik asit kaynağıdır. İyi kolesterolü düşürmeden, kötü kolesterolü düşürür bu kalp için en sağlıklı yağ demektir.

Evliya Çelebi seyahatnamesinin Trabzon bölümünde hamsiyi zeytinyağında pişirme tarifi vardır. 400 sene önce zeytinyağında kızartma yapılırken, 100 sene önce mi yanıp zehirler oldu! Zeytinyağı yanınca kanser yapar iddiası tamamen emperyalist oyunun bir parçasıdır. Margarin ve mısırözü yağını dünyaya pazarlayabilmek için! Yunanistan’da yıllık zeytinyağı tüketimi kişi başı 20 kg. Türkiye’de ise 1 kg. Sağlık sorunları Türkiye’de neden artıyor gerisini siz düşünün!

Zeytinyağı ısıya dayanıklıdır, zeytinyağının yanma derecesi 250 derecedir. Siz yakamazsınız, tam aksine ısıya en dayanıklı yağ zeytinyağıdır. Sızma zeytinyağında daha düşük ısılarda duman görürsünüz ama bunun hiçbir zararı yoktur. Evliya Çelebi’nin tarif ettiği gibi hep zeytinyağı.”Bu arada kızartma sevmeyenler balık buğulama yapabilirler.

Çiftlik balıklarındaki Omega-3, deniz balıkları ile aynı oranda mıdır?

Bazı çiftlik balık üreticileri iki kat Omega-3 içeriyor diyorlar. Ancak bir gerçek var ki çiftlik balıkları yapay yem ile besleniyor ve bu çiftlik balıkları deniz balıklarının yediği yosunu, yeşil Omega-3 kaynaklarını yiyemiyor, işte bu çerçeveden baktığımızda çiftlik balıkları, deniz balıklarına oranla % 50 daha az Omaga-3  içeriyor diyebiliriz.      

Bitkisel Omega-3 kaynakları nelerdir?

Bitkisel Omega-3 kaynaklarına geçmeden önce, bitkisel Omega-3’lerle ilgili önemli bir noktanın altını çizelim. İnsan vücudunun günde 1-1,5 gr. hayvansal Omega-3’e ihtiyacı olduğunu söze başlarken de belirtmiştim. Hayvansal Omega-3 içeren gıdalar, insan vücudunda 3 gramda 1,5 gram Omega-3’e dönüşür. Bitkisel Omega-3’ler ise insan vücudunda 7 gramda 1,5 gram Omega-3’e dönüşür. 

Örneğin; Ceviz Omega-3 kaynağı olarak bilinir, cevizden vücudumuzun ihtiyacı olan Omega-3’ü alabilmek için çok fazla kalori alabileceğimiz noktasına dikkat edilmelidir.    

Peki bitkisel Omega-3 kaynaklarından fazla kalori almadan sağlıklı olarak faydalanmak mümkün değil mi?

Bitkisel Omega-3’ü en çok bulunduran besin maddesi “keten tohumu”dur. Bu nedenle günde 1-2 tatlı kaşığı tatlı kaşığı keten tohumu, tane olarak özellikle salatalara konarak tüketilebilir. Keten tohumlu ekmekler tercih edilebilir. Yurtdışında ekmek hamuruna katılır. Ancak, hazırdan ziyade, tam buğday unu ile evde yapılan ekmek hamurunun içine tane olarak keten tohumu katılmasını öneririm.

Keten tohumu ekmek ile beraber pişince vitamin değerinde bir eksilme olur mu?

Hayır olmaz. Keten tohumu öğütüldükten 24 saat sonra vitamin değerini kaybeder. Bu yüzden tane olarak alınmalıdır ve mümkünse çiğnenmelidir. Öğütüp tüketenler ise evde kendileri öğütüp, 24 saat içinde tüketmelidirler.

Keten tohumunun sürekli alınmasında bir sakınca var mı?

Hayır yoktur. Keten tohumu rahatlıkla her gün kullanılabilir. Ancak, kullanırken dikkat edilmesi gereken nokta; 1 tatlı kaşığı keten tohumunu birden ağza alıp çiğnemeye çalışılmamalıdır. Kendi ağırlığının 7 katı su tutucu özelliğinden dolayı ağızda hemen şişer ve boğulma riski doğurabilir. Bu yüzden salata veya ekmek içine koyarak ve çiğnenerek tüketilmesini tavsiye ediyoruz.

Peki başka hangi bitkiler Omega-3 içerir?

Tüm yeşil otlar… Semizotu bu yeşil otların başında gelir. Salatada tercih edilecek yeşillikler iyi birer Omega-3 kaynağıdır.

Hazır olarak satılan Omega-3, diğer adıyla balık yağı kapsülleri faydalımıdır?

Elbette. Ben de her gün bir tane Omega-3 kapsülü kullanıyorum.

Omega-3 kapsülleri alırken nelere dikkat etmeliyiz, en iyi balık yağı kapsülü hangisi?

Bu kapsülleri alırken tuzağa düşmemek gerek. Bazı ambalajların üzerinde 1,5 gram Omega-3 içerir yazıyor, iyi de bu yağın hepsi Omega-3 değil ki, toplam yağların yani kapsülün miktarı o kadar!

Ambalajın üzerinde EPA ve DHA miktarına ve toplam miktarın ne olduğuna bakılmalı. Hangisi EPA ve DHA’yı en yüksek miktarda içeriyorsa o tercih edilmeli.   

www.iyibilgi.com özel Nihal Doğan

 ...................................................................................................................................................
Bu yazı 4,124 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,829 µs