En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
22 Şubat 2019

TEMEL SORUN NE?



ESKİ YAZILAR : 2013 

Tüm sorunların nedeni Osmanlı’dan beri aynı : Bilimsel ve teknolojik mandacılık sonucu, her konuda dışa bağımlılık. İlaçtan uçağa, füze kalkanından borç paraya kadar dışa bağımlılık. Borç, yüksek faiz ve pahalı teknolojiye bağımlı olmanın sonucu ise modern sömürüdür. Modern sömürüye aracılık eden devşirme bilim ve aydın dünyasının bu tiyatrodaki görevi ise bu teknolojik kısırlığı aşmak yerine bu sömürüyü orta gelir tuzağı, kaynak kıtlığı, sermaye ve yatırım azlığı, ithalat artışı, döviz kıtlığı, cari açık… gibi laflarla gizlemek ve halkı uyutmaktır. Çözüm olarak sundukları ise para tanrısı dedikleri İMFye iman. Bilim teknolojip merkezleri açalım ve bizi süpergüç yapacak yüksek teknoloji üretelim diyen var mı? Milli taşıt ve milli ilaca bile tahammül edemiyorlar. Hepsinin söylediği aynı ; borç döviz bulmak için faizi artıralım ve borç verenler ne diyorsa yapalım. İthalat ve cari açık neden artıyor? Bu mandacı anlayış yüzünden ilaçtan aşıya, uçaktan cep telefonuna pahalı yüksek teknolojik üretim yapamadığımız için bunları dışarıdan almaya mecbur ve mahkum oluyoruz. Bunları almak için fındık fıstık satmak yetmiyor.

Ekonomiden üretime, siyasetten savunmaya kadar herşeyin temeli teknolojidir. Teknolojiniz yoksa akıllı telefondan uçak ve otoya kadar dışa bağımlı olduğunuz için ekonominiz bozulur, borç almak zorunda kalırsınız. Borç alan emir alır. Düyunu umumiden, Dervişe mahkum olduğumuz 2001 krizlerine kadar bu acıyı son 2 asırdır yaşıyoruz.

Silah, füze kalkanı, uçak, nükleer teknolojiniz yoksa, savunmanızda dışa bağımlı olursunuz, Milli güvenliğiniz ve siyasetiniz vesayete dayanır. İkinci dünya savaşı sonrası dayatılan Marshall misyonu ve Fulbright anlaşmasının hedefi  vesayet altına almaktı. Vesayet demek Fulbright eğitimi demektir. Eğitim dış kaynaklı olursa, zihinleriniz, yaşam tarzınız, kültürünüz milli olmaktan uzaklaşır, gayrimilli olur. Düğünleriniz bile gavur düğünü gibi olur. Savaşların hedefi, sömürüyü pekiştiren yaşam tarzını dayatmaktır. Acıtmadan yapılan bu savaşın adı zihinsel savaştır. Hedefi bilim ve teknolojiden uzak, tüm değerlerini kaybetmiş zombi toplum yaratmaktır. Ülkeleri bilim ve teknolojiden uzaklaştırmanın yolu da, mistik yaşam tarzını empoze eden uydurma bir din ile bunu empoze eden bir avuç din adamından geçer. Koca Hint kıtası bu yöntemle acımasız bir şekilde sömürüldü. Bilim ve teknolojik üretimde bir İtalya etmeyen 57 İslam ülkesi de yine bu yolla acımasız bir şekilde sömürülüyor. 

Zihinlere gayrimilli yazılımı yükleyen Fulbright eğitimi ve yabancı kolejler yozlaşmaya ve beyin göçüne yol açarken akademiyi bilim ve teknolojide mandacılığa mahkum etti. Zihinsel işgalin kadroları, milli aşıdan milli uçağa kadar yaptığımız üretimi engelledi. Milli teknolojik hamleler darbelerle, gayrimilli medya ve iş dünyasıyla önlendi. Trilyonlarca doları dışarıya transferle görevli sömürü dünyasının içimizdeki taşaronları ve komisyoncuları, yerli oto yerine şeftali üretin diye dalga geçtiler. Vesayetin kadroları teknolojik üretimi engellemek için akademinin üniversite-sanayi işbirliğini yok ederek, akademiyi batının papağanı yaptı. Bunlar yüzünden ilaç, aşı, tıbbi teknoloji, oto, uçak ithalatına trilyonlarca dolar ödedik. Cari açığın, ekonomik krizlerin, yoksulluk ve yozlaşmanın, siyasi kargaşa ve kaosun gerçek nedeni Modern sömürgecilik işte budur.

BİLİMSEL MANDACILIK NASIL BAŞLADI?

Eğitim ve öğretimde zihinsel mandacılık 70 yıl önce Fulbright anlaşmasıyla başladı. ll. Dünya şavaşı sonrası  kurulan modern sömürü sisteminde, savaşa girmediğimiz halde akademi ve bilim dünyası kastre edildi. Yani akademi, teknoloji üretmeden sadece bilimin lafını edecekti. Fulbright eğitimi bu hedefi gerçekleştirmek için devreye konuldu. Bilim Çin’de bile olsa… emrine rağmen, milleti öbür dünya ile uyutan din adamları devşirildi, teste dayalı ezberci eğitimle beyinler kilitlendi. Soruları çalan Fetö, modern sömürüye yardım ve yataklık eden bürokrasi ve akademiyi başımıza bela etti. Çalınan sorularla kripto yapılar, bürokrasi, akademi, medya, iş dünyası dizayn edildi. Paralı dergilerde yayınlanan palavra makalelerle batı çıkarlarına uygun akademi devşirildi. Sonuçta her yıl 7 - 8 milyar dolar arge harcamasına rağmen bir aşı veya bir ilaç bile keşfedemedik. Bakmayın kanal kanal gezen bol ünvanlı bilim ordusuna. Para getiren patent, keşif, üretim yok. Yapılan sadece bilimsel papağanlık : başkasının ürettiği bilim ve teknolojinin reklam ve pazarlamasını yapmak. Sadece oto ithali bile modern sömürünün nasıl yapıldığını gösteriyor. Yergök ithal araç dolu. 30 milyon aracı ülkemizde üretseydik, bunlara harcadığımız yüzlerce milyar dolar içerde kalır, dış borcumuz olmazdı. Yüksek faizle borçlanmak ve borç verenlerin dayatmaları sonucu asgari ücretli bir ülke olmazdık. Modern sömürü budur. Kazandığımız parayı faize ödüyoruz. Borçlar ise sürekli artıyor. Sömürü lobisi ise bunları biz üretelim, dövizi teknolojik devrim için harcayalım demiyor. Aksine yerli otoda milli teşebbüslere karşı çıkıyor, şeftali üretin diye dalga geçiyor. Ülkeyi modern sömürü ve asgari ücrete mahkum eden bu lobi tasfiye edilmeden Türkiye düze çıkamaz. 

Son 30 yılda bu yapı yüzünden tüketime, ilaç ve teknolojiye trilyonlarca dolar harcadık. Bilim ve argeye harcanan paraları, bir gazoz kapağı bile üretmeyen Fetö ve benzeri yapılar çarçur etti. Bu yapılar 15 temmuza kadar sınırsız para, manevi değerler, cinsellik, mevki makamı devleti ele geçirmek için kullandı. Binlerce akademisyen Türkiyeyi kötülemek için imza yarışına girdi, binlercesi de alkış tuttu. ODTÜ gibi milyarlarca dolar harcanan bir üniversitede, Göktürk uydusunu uzaya gönderip küresel tezgahı bozan milli irade taşlandı. Bilimsel kongreler bile küresel çıkarlar için kullanıldı. Sömürü sisteminin motoru, milli iradeyi üniversitede taşlayan, reklam ve pazarlamayı bilimsellik olarak sunan işte bu devşirme yapılardır. 

Akademik beyni formatlanan toplumların küresel oyunu anlaması çok zor. Bu oyun, ateş suyu ile Kızılderililerin, İncille zencilerin uyutulup her şeylerinin ellerinden alındığı oyunun aynısı. Borç veya kredi verip tüketime alıştırma, sonra da devasa borçla teslim alma. Oyunun esası, toplumu tüketim denen uyuşturucuya alıştırmaya dayanıyor. Hamburgerden, kahveye, çaya, suya, tohuma, telefona, enerjiye… her şeyi ele geçiren üst akıl, insanlık alemini asgari ücretli köle yapar. Bundan daha iyi, bundan daha güzel acıtmadan sömüren başka hiçbir düzen yoktur. Bilim ve teknoloji üretirsek, trilyon dolarlık soygun sona erer. İlaç, aşı, enerji, taşıt, uçak, telefon… kime satacaklar? Bilim ve teknolojide lider olursak sömürü düzeni çöker. Biz ise her yıl milyarlarca doları ilaç ve ithal teknoloji için yabancılara hediye ediyoruz. Ülkemiz tıbbi cihaz çöplüğü olurken başkalarının keşfettiği teknolojik ürünlerle övünmeyi marifet zannediyoruz. Saatten gözlüğe her şeyi ithal ediyoruz. Bir saat pilini bile yapmaktan aciz durumdayız. Amerika gibi tüketip, Afrika gibi üretirsek Afrika’dan beter sömürge oluruz. Onlar hiç değilse tüketemiyor. 

Neden 70 yıldır pazar olduk?

Kendimize ait bir aşı - bir ilaç bile yok. Adamlar vermezse halimiz harap. ABD'de 1849'da yani 2 asır önce 600'ün üzerinde patentli ilaç vardı. Milyon tane palavra yayın yapılsa ne olacak? Başkalarının yaptığı araştırmaların kötü tekrarı maaşını artırsa da derde derman olmuyor. Tohuma kadar dışardan ithal ediyoruz, neden? Bilim ve teknoloji üretimi yönünden kastre edilen üniversiteler bilim ve teknoloji üretemiyor. Bu yüzden dışa bağımlıyız. Çünkü sanayi - üniversite bağı küresel sistem tarafından kesilmiş, niye diyen yok. Çağımızda modern sömürge yapmanın yolu bu. Herkes yayın yaptık diye hava atarken, ülkemiz cep telefonu çöplüğü oldu. Papyonlu, sakallı, bilim adamı pozunda bir sürü zat, başkalarının keşfettiklerinin reklamını yapar, yabancıların ekmeğine yağ sürerken, bize de hacıağa gibi izlemek düşüyor. 

1985 yılında 2703 adet yerli patent başvurusu yapılan Güney Kore'de, 1991 yılında 13253 patent başvurusu yapılmış, sonra 1 yılda bu sayı 2'ye katlanmış, 1 yıl sonra ise bu sayı tekrar ikiye katlanmış ve nihayet 2008 yılında sadece yerli patentlerin sayısı 127.114 adete ulaşmıştır. Güney Kore'de 1947-2006 yılları arasında toplamda 1.111.818 adet yerli patent başvurusu yapılmıştır. ABD ise 1.000.000. patente 1911 yılında ulaşmıştır.

Adamlar, bizi otla çöple, alternatif masallarla meşgul ederken, milyarlarca dolarlık ilaç ve teknolojiyi bize satarak köşe oluyor. Yıllardır insanımızın korkulu rüyası olan Kanamalı Kırım Kongo hastalığının aşısını bile üretemedik ama lafa gelince herkes araştırma yapıyor. Bu virüsleri yayan vahşi batı aşısını yapacak ve sonra da bize himmet edecek(!) Bilim dünyamızın beklentisi bu. Bilim ve teknolojik ilerleme idrak sınırlarımız ötesinde. Beklenen Marmara depreminden bizi koruyacak araştırmaları, soykırım yasası çıkaran Fransız araştırma gemileri yapmadı mı? Batı dünyası keşfeder ve üretirken, biz onların reklam ve pazarlamasını yapıyoruz. Bilimsel mandacılık işte bu!

Muhteşem bir medeniyetimiz var ama zihinsel mandacılık yüzünden batı medeniyetine alternatif olarak sunamıyoruz. Medeniyetimizi güncellemek, geliştirmek ve dünyaya sunmak için Fulbright yerine milli eğitim ve milli akademi gerek. Bunu yapacak olan bilim ve aydın dünyamız, çağdaş uygarlık diye dünyayı küresel ısınmaya, kan ve ateşe boğan tek dişi kalmış canavarın peşinden koşuyor, ondan medet umuyor.

Bu kadar okumuş, yazmış, yetişmiş adama, bu kadar üniversiteye rağmen neden bu haldeyiz? Altyapısı bile olmayan üniversitelerde zaman ve para gücünü tüketmek, kopya ve palavra araştırmalarla bilim yapıyor görünmek bir işe yaramıyor. Bizim araştırmalar para kazanmıyor, kıt kaynakları tüketiyor. Kaynaklar sonsuz değil sınırlıdır. Bu sınırlı kaynakların akıllı ve bilimsel anlayışla kullanımı gerekir. Aksi halde aspirinden uçağa, aşıdan domates tohumuna kadar binlerce teknolojik ürüne harcanan para, bilim üreten ülkelere sürekli hediye edilir. Patent ve teknoloji üreten ülkeler, bu hediye ile gelişir süpergüç olur. Bilim ve teknoloji üretemeyen ülkeler ise, bilimsel masallarla uyutulan sömürgelere dönüşür. 

Bilim dünyamız, ne işe yaradığı meçhul yayın furyasına kapılmış, bilimin niçin yapıldığını anlamaktan yoksun. Bilim iki ayak üzerinde yükselir. Birinci ayak; bilime harcanan paradan çok, bilimden kazanılan paradır. Bilimden para kazanamazsanız, bilime harcayacak parayı bulamazsınız. Bu harcamanın amacı, araştırmalarla üretilen bilgi, patent, ilaç ve teknolojinin trilyonlarca dolarlık ebedi gelire dönüşmesini sağlamaktır. Bilimin ikinci ayağı ise üretilen bilgi ve teknolojinin günlük hayata yani yaşam tarzına yansımasıdır. Bu iki ayaktan yoksun ülkeler ilerleyemez, ayakta bile duramaz. Çünkü bilim bu iki ayak üstünde yükselir ve yararlar sağlar. Bu yararlar; sorunların çözümü, ekonomik gelişme, refah, konfor, yaşam kalitesinde artma, sağlıkta iyileşme ve insan ömrünün uzamasıdır. 

Patent ve teknolojiye dönüşen bilimsel araştırmamız var mı? Kilitlenen sorunları çözecek bilgi ve teknolojiyi kim üretiyor? Milli gelirin ne kadarını bilim ve teknolojiden kazanıyoruz? Kendi aşı ve ilacımızı üretebiliyor muyuz?

Kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik araştırmalar yapamıyoruz. 5 yıldızlı otel ve tatil köylerinde yapılan bilimsel kongreler, bu iki ayaktan yoksun olan bilim dünyamızın ağır maluliyetine çözüm bulamıyor. Bu yüzden kötü kader yakamızı bırakmıyor. Bu yüzden her çeşit sosyal ve bedensel hastalıklardan telef oluyoruz. Bu yüzden her çeşit kriz bizim kaderimiz olmuş. Çünkü kongrelerde yapılan, küresel çıkarlar için reklam ve pazarlama.

Bilimsel yayın kalitesi yönünden 1981 - 1999 yılları arasında en çok atıf alan araştırmacı sayısı: İsrail için 44, İngiltere için 350, ABD için 3572 iken ülkemiz için maalesef sadece bir kişi. Bilimsel araştırmaların teknolojiye aktarılması ve teknolojik gelişmenin doğrudan ölçüsü olan milyon kişiye düşen patent sayısı ise ülkemiz için ne yazık ki sıfır. Yeni rakamlar da farklı değil. 27 bin makale basılıyor, patent sayısı 85. Buna Zihn-i sinir projeleri de dahil. İsrail’de 4 bin civarında makale basılıyor, patent sayısı 1.500. Gelişmiş ülkelere göre alınan patent ve proje sayısı ile bilimsel araştırmaların teknolojik üretime dönüşme oranı bile bilim dünyamızın ne kadar kısır olduğunu gösteriyor. Son yıllarda kurulan üniversite - sanayi işbirliği sonucu özellikle savunma alanında önemli keşif ve üretimler ümit verici.

Akademiyi kilitleyen 70 yıllık mandacı anlayış nedeniyle ülkemizin sorunlarını çözen, kötü kaderini değiştiren düşünce, bilgi, araştırma ve projeler üretemiyoruz. Gecekondu üniversiteler diplomalı işsiz yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Gösterişli binalar ve dev kampüsler ise dünyanın en iyi üniversiteleri arasına girmeye yetmiyor. Düşünen ve sorgulayan yetenekli çocuklarımızı bir servet ödeyerek gönderdiğimiz şaşalı okullar, insanımızı bilimsel düşünemeyen bir topluma dönüştürüyor. Bilimden nasibini alamayan bir toplumun kaderi bu. Bilim dünyamız, keşfetmek ve üretmek yerine, ithal edilen ayfonlarla, aypedlerle gösteriş yapmayı marifet sanıyor. İthal ürünlerle caka satmak kimi zengin ediyor? Ürettiği ile değil, tükettiği ile övünenler yüzünden Apple trilyon dolara koşuyor.

Eğitim ve öğretimin önündeki en büyük engel, insanları çözüm üretemeyen robotlara dönüştüren işte bu çoktan seçmeli, ezberci dayatma. Beyinleri kilitleyen bu şifreyi nasıl çözebiliriz? Sömürge ülkelerin bile direndiği kültür emperyalizmi, küreselleşme masalıyla dil silahını kullanarak reklam, dizi ve filmlerden okullara kadar yayılarak toplumu teslim alıyor. Buna karşı koyması gereken akademi ise, aksine kültürel isgale çanak tutuyor. Güzel Türkçemiz bilim dili değil mi? En gözde okullarımızda bile anlatan, dinleyen, herkes bizim vatandaşımız ama kullanılan dil tarzanca. Böyle eğitim sömürge ülkelerde bile terk edildi. Böyle bir ortamda başkalarının nasihat ve projeleriyle çağ atlamaya çalışıyoruz. Doçentlik, profesörlük gibi akademik ünvanların kazanılması bile yabancı dergi editörlerine bağımlı. Bazı bilimsel dergilerin ardındaki istihbarat örgütleri bu yolla ülkelere beyin nakli yapıyor, kimsenin ruhu duymuyor. Tüm sistemin baştan aşağı değişmesi gerekiyor.  

Teknoloji üretemeyen, yaşamsal sorunlarımızı çözemeyen bilimsel anlayışımız ne işe yarıyor? Başkalarının ekmeğine yağ süren araştırmaların bize ne faydası var? Sadece makale yayınlamakla, atıf almakla sorunlarımız çözülmüyor. Nerede kendi sorunlarımızı çözen araştırmalar? Nerede kendimizin ürettiği teknolojiler? Nerede projeler? Nerede patentler? ABD’ de geçtiğimiz yıl 600.000 patent başvurusunun 100.000 ‘i patent alırken, bizler komik bir şekilde parmaklarımızı sayıyoruz. Şeytanın bacağını kırmanın yolu, bu soruları ve sorunları çözen Milli kongrelerden geçer ama kimsenin umurunda değil.

TEKNOLOJİK DEVRİMİN YOLU

Binlerce ilaç ve molekülün bulunduğu trilyonlarca dolarlık ilaç pazarında, patenti bize ait para kazandıran bir ilacımız maalesef yok. Diyelim var, ama ürüne ve paraya dönüşmeyen ilaç ve patentler ne işe yarıyor? 32 milyar dolarlık taşıt ihraç ediyoruz ama patenti yabancıda olduğu için bize kalan ırgatlık ücreti. Milli iradenin kıyasıya mücadele ettiği patenti bize ait milli ve yerli taşıt veya ilaç işte bu yüzden önemli. Bizler 'çiğdem der ki ben alayım' türküsünü söylemekle yetinirken, çiğdemden elde edilen kolşisin, üretene milyar dolarlar kazandırıyor. Biz neden ilaç üretemiyoruz? Anadolunun bitkisel zenginliği keşfedilmeyi bekliyor. Eczacılık fakültelerinin bu konuda fikri ne? 

Son 30 yılda ilaç ve teknolojiye trilyonlarca dolar harcadık. Halbuki arge ve patentlerini bizimle paylaşacak şirketlerle, alım garantisi karşılığı ortaklıklar kursaydık hem trilyon dolarların yarısı bizde kalacaktı, hem de bilim teknolojide en ileri noktada olacaktık. Şimdi kurduğumuz teknokent ve arge merkezlerinde, argeye sıfırdan başlayıp demode sonuçlarla hüsrana uğramak istemiyorsak ortaklık yöntemi çıkar yol olabilir. Sıfırdan başlanılan işlerde, elde edilen demode ürünler para etmez, kaynaklar çarçur olur. Hızla gelişen dünyaya yetişebilmenin yolu, yarışa son noktadan başlamaktan geçer. Son teknolojiyi yakalamanın en kestirme yolu budur. Diğer bir yöntem ise, ekonomik yönden zora düşen küresel şirketleri patentleriyle beraber satın almak, en iyisi ortak olmaktır.

Bilim ve teknolojide devrim, birbiriyle bağlantılı bir organizasyon ve bilgi işidir. Arge, patent, proje, pazarlama işini bilmeden yapılan harcamaların sonucu iflastır. Tıbbi teknoloji, ilaç ve aşıya harcanan milyarların geri dönüşü için, 60 araştırma hastanesi, eczacılık, farmakoloji, biyoteknoloji ve genetik bölümlerini teknolojik gelişim için sanayi ile integre etmeliyiz. Bu integrasyon yapılamadığı için patenti bize ait kazanca dönüşen buluşumuz yok. Halbuki arge ve teknokentlerde küresel ortaklıklar kurup birlikte çalışsak bizim mühendislerimiz de argeyi öğrenmiş olur. Hem de teknolojik yarışa, eski yüzyıldan değil, bu günden başlamış oluruz.

Şu an bize ait tek ilaç ve aşı bile yok. Milyarlarca dolarlık ilaç hammaddesini ithal edip ambalaj yapıyor, buna da yerli üretim diyoruz. Patent kiminse parayı o kazanıyor. Ekonomik ömrü sona eren patentleri satın almak bizi kurtarmaz. Gelişmekte olan ülkelerde kurulan sömürü sisteminin esası, üretmemek ve ithalata muhtaç olmak üzerine kuruludur. Kurgulanan bu sistemin adı modern sömürüdür. Teknolojik kısırlığın nedeni sadece akademi değil, 70 yıl öncesinden akademi ve eğitimi kısırlaştıran sistemdir. Sömürü sistemi üniversite-sanayi işbirliğini baltalama üzerine kurulu. Bu sistem akademiyi milli teknolojik üretim için değil, kendi ilaç ve teknolojisini pazarlamak için kullanıyor. Hem de devlet ve yetkililerinin gözleri önünde ve onların müsadesi altında yapılan kongrelerde. Milli kongrelerle milli ilaç ve teknoloji üretiminin yolunu açarsanız adamlar ilaç ve teknolojiyi kime satacak? 2023 yılında Türkiye sağlık sektörü büyüklüğünün 170 milyar dolara ulaşacağını hatırlatalım. Bu rakam, eğer biz üretirsek Türkiyenin kurtuluşu olur. Ama önce akademinin küresel boyunduruktan yani bilim ve teknolojide mandacılıktan kurtulması gerekiyor. Eğer mandacılık yani onlar yapsın bize satsın anlayışı devam ederse yani ilaç, aşı ve teknolojide yabancıya muhtaç olursak, sağlık ve hayatımız tehlikede demektir. Vermezlerse ne yaparız?

Altyapısı bile olmayan üniversitelerde bilim, akıl, zaman ve para gücünü tüketmek, kopya ve palavra araştırmalarla bilim yapıyor görünmek bir işe yaramıyor. İnsanımızın %86’sı önlenebilir nedenlerden dolayı hasta oluyor ve ölüyor. Önlenebilir demek önlenemiyor demektir.

Ulusal Araştırma Merkezleri veya Tuzla Biyoteknoloji Merkezi gibi her türlü güvenlik önlemi alınmış teknokentlerde kıt kaynakları toplamak, aşıdan depreme ve hastalıkların önlenmesine kadar ülkenin önemli sorunlarını çözecek araştırmalara yönelmek gerekiyor. Halkın imkanlarıyla kurulan ve yaşatılan üniversiteler, halkın denetiminde olmalı. Peki nasıl olacak? Milli irade yoluyla. Millete değil, dışarıya çalışan anlayışın öncelikle tasfiyesi gerekiyor. Milli değerleri yok eden küresel anlayış, aidiyet duygusunu da yok ediyor. Binbir emekle yetiştirdiğimiz insanlar bu yüzden dışarı gidiyor. Hayati sorunlara milli çözümler,  zihinlere milli format atmadan mümkün değil. Bunun bilimsel yolunu bulacak olan da, yine ülkemizin beyni sayılan akademi. Geleceğimizi ipotek altına alan bilim ve teknolojideki mandacı esaretten kurtulmanın yolu Milli kongrelerden geçiyor. Akademiyi, küresel reklam ve pazarlamaya dönen kongre anlayışından kurtarmadan milli ilaç ve teknoloji hayal.

KÜRESEL YAZILIMLA 

ULUSAL SORUNLAR ÇÖZÜLMEZ

Ekonomiden teknolojiye çalışmadan, üretmeden, teknolojide ilerlemeden borsa faiz dövizle oynayarak gelinen yer burası. Borsa, faiz, döviz, emtia oyunlarıyla modern sömürüyü sağlayan, her çeşit sorunun nedeni küresel anlayışla sorunlar çözülmez. Küresel yazılımlar ulusal sorunlar yaratır, sonra işin içinden çıkamazsınız. İstanbul sözleşmesinde yaşadık. Ulusal sorunlara  ulusal çözümler gerekir. Küresel yazılımın kriptoları sorun çözmez, sorun yaratır. Hala kimsenin anladığı yok, anlamaya da niyeti yok. Masa başında finans oyunlarıyla bir yere gidemezsiniz. Döviz değerliyse faiz artır, TL değerlenince faiz indir. Borç al, krediler ve likiditeyle oyna... 40 yıldır uygulanan fakat yararlı netice vermeyen bu kısır döngüde hala ısrarcı olan küresel anlayıştan bir an evvel kurtulmak gerek. Asıl yapısal reform yüksek gelir getiren yüksek teknolojik üretim, biyoteknolojik ilaçlar, aşılar, tıbbi cihazlar, güneş ve rüzgar enerji santralleri, uçaklar, füze kalkanı, arge ve patentlere dayalı üretim. Patenti yabancıya ait montaj üretimi zenginlik getirmez, bizi asgari ücretli ırgat yapar. AVM lerin, otellerin garsonu, bulaşıkcısı... ucuz işçisi oluruz. Zenginlik üreten teknolojiler yerine ottan sarımsağı, muzdan mangoya kadar ithal ederseniz buna hiçbir hazine dayanmaz. MR, BT, DA VİNCİ ROBOTLARI, ANJİYO cihazlarını üretmek yerine ithal ederseniz buna hiçbir hazine dayanmaz. Yağ, Buğday, Mısır, mercimek, pirinç üretmek yerine ithal ederseniz buna hiçbir hazine dayanmaz. En kolay yapılacak iş olan hayvancılığı ithal yemle yaparsanız buna hiçbir hazine dayanmaz. Ülkeyi ot bile bitmeyen hale getirirsiniz. Hesap kitap bilmezsiniz ürettiğiniz ürünleri tarlada çürütürsünuz. Belediyeler vergileri kaldırımlara kadar har vurup harman savurursa buna hiçbir hazine dayanmaz. Kamu, kendi taşıtın binmek yerine pahalı ithal taşıtlarda yabancıya çalışırsa buna hiçbir hazine dayanmaz. Küresel oyunları idrak eden, milli çözümleri uygulama becerisi olan liyakat, sadakat, milli anlayışa sahip kadrolar olmadan çözüm zor. Osmanlıdan beri aynı dert : Bu şartlara haiz adam yok. Acilen yapılması gereken bu.

 



Bu yazı 983 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,413 µs