En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
18 Haziran 2008

SAĞLIK SAVAŞI DEVAM EDİYOR



TÜM YAZILAR İÇİN ALTTAKİ KUTUYU TIKLAYINIZ 

• Sağlık Bakanlığı ile Başkent Üniversitesi işbirliğiyle yurt çapında yapılan araştırma; ülkemizde hayatını kaybedenlerin % 86’sının sağlıksız yaşam tarzı yüzünden öldüğünü gösterdi. Yani Türkiye'de sağlığa dikkat edilse toplam ölümlerin yüzde 86'sı önlenebilir. Hastalık üreten bu yaşam tarzının sonuçları milli felaket gibi. Sanki sinsi bir soykırımla karşı karşıyayız. İnsanımızı  canından bezdiren ruhsal ve sosyal hastalıkları bir yana bırakarak sağlık savaşının bedensel kayıplarını gözden geçirelim:

• Sişman insan sayısı ülkemizde 10 yıl içinde iki kat artarak 11 milyon oldu.  Şeker hastası sayısı, 1990 yılında 1 milyon iken, şimdi gizli şekerle birlikte 5 milyonu aştı. Erişkin nüfusun 15 milyonu yüksek tansiyon hastası. Zaman zaman tansiyonu yükselen 21 milyon kişi ise sırada bekliyor. Kalp hastası sayısı ise 3 milyon. Kalp ve damar hastalıklarından ölümlerde Dünya, Olimpiyat ve Avrupa şampiyonuyuz. Yani bütün madalyalar bizim (!) Önümüzdeki 10 yıl içinde önlem alınmazsa, 3 milyon insanımızı bu sinsi savaşta kaybedeceğiz. Evlerde, yollarda, işyerlerinde, hatta statlarda ani ölümlerle sarsılacağımızı söylemek için âlim olmaya gerek yok. Kalp damar hastalıkları ve kanserden ölümler sanki bir katliamı andıracak.

Hasta bir toplum oluyoruz

• Sigara, alkol, fast food, cola, yanlış beslenme, egzersiz azlığı gibi sağlıksız yaşam tarzımız; kan basıncı, kolesterol, trigliserid, kan şekeri ve kilomuzu arttırmakta ve sonuç olarak kalp ve damarlarımızı bozarak, ölüm, felç, kalp krizi ve koroner kalp hastalıklarının hızla artmasına yol açıyor. Bu sağlık savaşında kurban sadece biz değiliz. Evlerde yaşayan kedi köpekler de bizimle aynı kaderi paylaşıyor. Şişmanlayan kedi ve köpekler için koşu bantları piyasaya çıktı bile.

• Hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, şişmanlık, diyabet, metabolik sendrom, kalp ve damar hastalıkları bu kadar ilaca, doktora, hastaneye ve paraya rağmen önlenemiyor. Bitmek tükenmek bilmeyen kuyruklarda bekleşen hastalara koruyucu önlemleri anlatmaya vakit kalmadığından kuyruklar giderek artıyor. Sürekli ilaç yazmak, sınırsız inceleme yapmak hasta ordusunu azaltmıyor, bataklığı kurutmuyor, sonuçta hasta sayısı giderek artıyor. Sivrisinek bulutlarıyla uğraşmaktan bataklığı göremiyoruz.

 

• Yüksek tansiyon ve şeker hastalığının hızla artması yüzünden diyaliz aletine bağımlı böbrek yetmezliği sayısı da hızla artıyor. Bunların ancak % 1-2 sine uzun maceralar sonrası böbrek nakli yapılabiliyor. Yaşam kalitesi azalmış onbinlerce hasta, ömür boyu torbalar dolusu ilaca ve haftada 2-3 sefer diyaliz makinasına bağımlı bir hayat sürüyor. Yarısında sebep; hipertansiyon ve diyabet. Bu iki sebep de önlenebilir ama önlenemiyor ve hızla artıyor. Sebep; yaşam tarzımız. Yaşam tarzı düzeltilirse böbrek nakli ve diyaliz sayısı hızla azalacak. Hızla arttığına göre, demek ki kıt kaynaklarımızı sebepleri önlemeye değil sonuçlarla uğraşmaya harcıyoruz.  Böbrek yetmezliğine yol açan şeker hastalığı, yüksek tansiyon ve diğer risk faktörlerini üreten hastalıklı yaşam tarzıyla örgütlü mücadele kimsenin aklına gelmiyor. Bu yanlış yolun sonu, mahalle aralarına kadar yayılan zincir hastanelerle beraber doktor, ilaç ve tıbbi malzeme ithalatının patlaması. 

 

Bu duruma nasıl geldik ?

 

Bugün dost gözüken işgalciler, bir asır önce milyonlarca genç ve sağlıklı insanımızı katlederek geriye sakat ve hasta bir toplum bıraktılar.  Bitmek bilmeyen savaşların doğurduğu göçler, açlık, kıtlık ve salgın hastalıklarla, yıllarca boğuşmak zorunda kaldık. Sağlığın korunması ve desteklenmesi, toplumsal hastalıklar ve salgınların etkisiz bir düzeye indirilmesi esasına dayanan Atatürk’ün ‘Sağlıklı yaşam projesi’, bireylerin sağlıklı ve bilgili olarak yetiştirilmesini hedefliyordu. Atatürk’ün ifadesiyle Ulus’un sağlıklı kalması için gerekli yaşam koşullarını sağlamaya çalışan bu anlayış, hastalık üreten bataklığı kurutmaya çalıştı. Hem de sadece bin doktorla. Bugün girdiğimiz çıkmazda 110 bin doktorla baş edemediğimiz hastalıklar için bir o kadar daha yabancı doktor ithal etmeye çalışıyoruz. Hastalıkların önlenmesi ise kimsenin aklına ve işine gelmiyor.

 

Atatürk sonrasında bu anlayış zaman içinde değişti. Marshal yardımıyla birlikte hayatımıza giren Amerikan yaşam tarzı, yaşadığımız akvaryumu kirleterek hastalık üretmeye başladı. Şehirlerin tam ortasına gösteriş için yapılan çimento fabrikaları, en güzel sahillerimizi kirleten hurda demir dağları çevreye zehir saçmaya bu günde devam ediyor. Derelere akıtılan zehirler, içme suyumuza karışan kanalizasyon suları, yemyeşil çevreye atılan, toprağa gömülen binlerce varil içindeki kimyasal atıklar, filtresiz bacalardan üstümüze çöken zehirli dumanlar, devasa gemilerle ülkemize sokulan milyonlarca ton radyasyonlu hurdalar.... Kanserojen maddeler ve kirletilen hava her çeşit kanser, kalp-damar ve akciğer hastalığına davetiye çıkarıyor. Ölümlerden ölüm beğenin!

 

• Sağlığa zararlı yüzlerce madde; sigara, alkol, boyalı içecekler, hamburgerler, sağlığa zararlı bir sürü katkı maddeleri ve hormonlu gıdalar… Genetik yapısı değiştirilmiş gıdalar, batı ülkelerinde yasaklanan sağlığa zararlı bir sürü kimyasallar, zirai ilaçlar, zehirli variller, radyasyonlu hurdalar… saymakla bitmez. Sözde uygar (!) dünyanın çöplüğü oluyoruz. Bir toplumu hasta etmenin yeni yöntemi bu olsa gerek. Bize dayatılan kirlenmiş çevre ve yaşam tarzı hastalık ve ölüm saçıyor. Çevre felaketi sağlık savaşına dönüşüyor. Önce, hastalık üreten ortamlarda yaşamaya zorlanan ve sonra da kendini tedavi ettirmek için çırpınan zavallı bir toplumun kısa hayat hikayesi bu !

 

Bu savaş yaşadığımız akvaryumu kirletiyor 

 

• Kirlenen akvaryumun suyu olan yaşam tarzımız ise bataklığın sivrisinek ürettiği gibi sürekli  hastalık üretiyor. Her yerden hastalık ve hasta fışkırıyor. Sağımız solumuz hasta dolu. Şöyle bir çevreye bakınız, sağlam insan yok gibi. Sağlam zannettiklerimiz de aniden ölüp gidiyor. Sağlığımız bu kadar kötü mü? Evet bu kadar kötü. Ulusal bir felaketle karşı karşıyayız ve işin kötüsü bunun farkında bile değiliz. Ne yapacağımızı bilemiyoruz, bilsek bile bir şey yapamıyoruz.

 

• Ruhsal ve sosyal hastalıklar da çığ gibi artıyor. Bu zeminde gelişen yolsuzluk, hırsızlık, soygun, kapkaç, insanın kanını donduran vahşet ve cinayetler, ahlaki ve sosyal çürüme toplum sağlığını, devlet yapısını ve ulusal güvenliğimizi tehdit ederek çöküşü hızlandırıyor. Moral çöküntü ve ekonomik kayıplar ise savunma gücümüzü zayıflatıyor.

 

Türk toplumu kalp damar hastalıkları, kanser ve bulaşıcı hastalıklarla milli bir felakete doğru hızla ilerliyor... Verem, hepatit B ve C, AİDS, kuş gribi, kene virüsü, nörovirüsler…  Sağlık Bakanlığı Verem Savaş Dairesi’ne göre, Türkiye'de 15 milyon kişi verem mikrobu taşıyor. Veremli hasta sayısı Batı Avrupa ülkeleri ve ABD'nin üç katı olup Türkiye'yi ciddi bir verem salgını bekliyor. Yeterli önlem alınmazsa verem tedavi edilemez bir salgına dönüşecek. 

 

• Hepatit B ve C sayısı 6 milyona ulaştı. Anlaşılan önümüzdeki yıllarda hepatit B ve C ile bunların yol açtığı karaciğer sirozu ve kanseri gibi hastalıklar ve bunların pahalı tedavileri için de dışarıya para ödemek zorunda kalacağız. 

 

• Kanamalı kene virüsü ise çağ atlayan ülkemizde cirit atıyor. Bu akıllı keneler yaz aylarında piknik alanlarını işgal ederken, toplumu dev alışveriş merkezlerine doğru sürüyor. Bu terör karşısında insanlar çaresiz, panik içinde. Medyamız ölüm haberleriyle izleyici toplarken, bilim dünyamız cımbızla kene çıkarma dersleri veriyor. Kenelerin kaç bacaklı olduğu dışında dişe dokunur bilgi yok. Kenelerin ısırdığı garibanlara yapılan uyarı, sonu mezarlık olan yolculuğun ilk durağının ‘en yakın sağlık kuruluşu’ olduğunu söylüyor. Halka yardım edecek ‘kene imdat’ hatları bile yok. Araştırmaları tek elden yaparak çözümleri bulacak bir bilim merkezi kurmak kimsenin aklına gelmiyor. Başkaları çaresini bulursa satın alacağız, yoksa paçaları çorabın içine sokmaya devam edeceğiz. Küreselleşen dünyanın biyolojik silah ve yöntemlerinden habersiz ülkelerin işi zor.

 

• Ülkemizde öksürük ve nefes darlığı olan astım hastası sayısı 4 milyon. Nefes darlığından ızdırap çeken akciğer hastası (KOAH) sayısı ise 3 milyonu buluyor.  En büyük etken olan sigara içimi ve hava kirliliği ise devam ediyor. Hava kirliliğine bağlı kanser riskinin %70’ inden tek başına dizel egzozu sorumlu. Dizel egzozu kalp ve damar sistemi için de zararlı. Kanserden başka astım krizlerine de yol açıyor. Minibüs, kamyon ve çocuklarımızı okula taşıyan dizel araçlardan sağladığımız tasarruf, sağlık ve ilaç masraflarını karşılamıyor. 

 

 • Sakın yoğun bakımlık olmayın! Çünkü, önümüzdeki yıllarda bu hastaların yatarak tedavisinde yatak sıkıntısı olacaktır. Özel hastanelerin yoğun bakım faturalarını kaç kişi ödeyebilir ki? Sadece kalp yetmezliği olanların sayısı bile 400.000 olup her yıl 180.000 yeni hasta bu sayıya ilave olmaktadır. Bu hastaların her yıl % 80’i bir ay süreyle hastaneye yatmak zorunda kalmakta, üçte ikisi belirtilerin başlamasından sonra 5 yıl içinde ölmektedir. Tedavisi çok pahalı olan bu hastalık için çok ucuz önlemler alınmak yerine, trilyonlar tutan ve çok az sayıda hastaya belki yararlı olabilecek suni kalp cihazları ve kalp nakilleri çözüm olarak sunuluyor.    

 

Sosyal Güvenlik tükeniyor 

 

• Günlük hayatımızda  anjiyografi yapılması, damarlara stent takılması,  baypas yapılması sık rastlanan sıradan bir olay olurken, moda haline gelen bu gibi işlemler sanki gelişmişlik göstergesi gibi algılanıyor. Gelişmiş ülkelerin ilaç ve teknoloji pazarı oluyoruz. Böyle giderse güçlükle kazandığımız paraları başkalarının ürettiği ve yüksek fiyatla sattığı pahalı teknolojik ürünlere ve ilaçlara vermek zorunda kalacağız. Kalp ve kanser hastalarının kullandığı ilaçların aylık tutarı ülkenin yarısının aylık gelir düzeyini geçmektedir. Baypas ameliyatları, anjiyografi, Bilgisayarlı Tomografi, Magnetik Rezonans (MR) gibi pahalı hizmet ve yatırımlar, artan kuyrukları eritmeye yetmiyor. Sağlığı korumak yerine mahalle aralarına kadar yayılan özel hastaneler, MR ve tomografi merkezlerini besleyen sosyal güvenlik yapısının çökmesi kaçınılmazdır. Hesap ortada. 

 

• Dünyadaki satış miktarı kayıt dışıyla birlikte trilyon dolara yaklaşan ilaç sektörünün Türkiye payı giderek artıyor. Bu ilaçların sağladığı olağanüstü yarara rağmen kalp damar hastalıkları ve kalpten ölümler, genç nüfusa sahip ülkemizde çığ gibi artıyor. Giderek artan eğitimsiz, bilgisiz, işsiz ve sağlıksız milyonlar geleceğin hasta ordusu. Övündüğümüz genç nüfusun yaşlanması halinde ise ileri yaş hastalığı olan bu düşmanla nasıl baş edeceğimiz bilinmiyor. Asıl vahim olan durum bu ! 

 

Türkiye’nin toplam sağlık harcaması 1992 yılında 6 milyar dolar iken, 2006 yılında yüzde 500 artışla 30 milyar dolara yükseldi. Kamu ilaç harcamaları 2003’de 5 milyar dolar iken 2006’da on milyar dolara çıktı. Son 4 yılda ruhsal depresyon ilaçları tüketimi bile % 85 oranında arttı. Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde yapılan ameliyat sayısı 2002’ye göre 2005’de yüzde 270 arttı. Hastane sayısı, doktor sayısı ve ilaç satışı artmasına rağmen, tedavi nedeniyle azalması gereken hasta sayısı ise 3 yılda  % 50 arttı. Bu inanılmaz çelişkinin işaret ettiği felaket; sinsice sürdürülen bir sağlık savaşı ve hastalık üreten yaşam tarzı değilse nedir? 

 

Sağlık savaşında hastalıklara harcanan para, son yıllarda kat kat artmasına rağmen, halkımız eskisinden daha sağlıklı değil. Hatta giderek daha hasta bir topluma dönüşüyor. Her gün yeni bir hastane açmakla, doktor, ilaç ve ileri teknoloji ithal etmekle meşgulüz.  Ürettiğimizle değil tükettiğimizle övünüyoruz. Sigara - alkol ve zararlarına her yıl harcanan paranın, sağlığa harcanan parayı geçmesine ne demeli? Kıt kaynaklarımız akıl oyunuyla küresel sisteme akıtılıyor. İthal edilen elektronik sigaraya kadar yapılan bu harcamalar topluma irade, akıl ve sağlık olarak geri dönmüyor. Bize borç veren ülkelerin oyuncağı ve finans kaynağı oluyoruz. Sebepleri yok etmek yerine gücümüzü sonuçlarla uğraşmaya harcıyoruz. Ulusal ekonomi ve güvenlik tükeniyor. 

 

• Kendini hasta etmek için her fedakarlığa katlanan fakat sağlığa gelince yeterli kaynak ayıramayan ve elindeki kıt kaynakları da akıl dışı kullanan bir toplumun yaşam tarzı bu!  Bu sonuçlara yol açan bataklığı kurutmak yerine, son 10 yılda 2 kat artan ve önümüzdeki 10 yılda 2 kat artacağı öngörülen koroner kalp hastalarının teşhis ve tedavi sorunlarıyla uğraşmaktan sağlık sistemimiz yorgun. Hayatımızı karartan felaketin boyutunu çizelim: Bu sinsi sağlık savaşında ülkemizin kalp damar sağlığı alanındaki kayıpları bile, günümüzün işgallerinden, tsunamiden ve beklenen depremde tahmin edilen kayıplardan daha fazladır.     

 

Bu felaket kalıcı ve yok edici 

 

• Modern kelimesi ardına gizlenen vahşi ve yok edici bir yaşam tarzı ile karşı karşıyayız. Sadece sağlık ve hayatımızı değil, tüm yaşam alanlarımızı, dünyamızı felakete sürüklüyor. Biz ise bu felaketin savaştan daha tehlikeli olduğunu bile göremiyoruz. Çünkü savaşlar geçici bir yıkıma yol açarken bu felaket kalıcı, ilerleyici ve yok edici. Bu küresel felakete acilen dur demeliyiz. 

 

• Hormonlu gıdalar yüzünden erkeklerin göğüsleri büyürken, kız çocukları erken yaşta adet görüyor. Cep telefonları özellikle çocuklar için ciddi risklere yol açıyor. Genetik yapısı değiştirilen gıdalar ise, her çeşit  hastalığa yatkınlık riski taşıyor. Yüzlerce kiloluk, yürüyemeyen ve tedavisi imkansız olan şişmanları göz önüne getirin. Amerika’da yaygın olan bu hastalık, ülkemizde de giderek artıyor. Bu gıdaların, yağ dokusunun önlenemez artışına yol açtığı görüşü ise endişe verici. Bazı yetkililer ve bilim adamları ise bütün bunlar zararsız diye toplumu uyutuyor. Kirlenmiş paranın gücü bilim dünyasını etkiliyor olmasın? Sağlığımız ve canımız para hırsının kurbanı. 

 

• Dünya sağlık teşkilatı hipertansiyon, şeker hastalığı, şişmanlık ve metabolik sendrom gibi yaygın sağlık sorunlarında, sağlığa zararlı tuz içeren bu katkı maddelerini sorumlu tutuyor. Ama kimsenin gücü bunları yasaklamaya yetmiyor. Dev süpermarketlerin, depo ettiği yiyecek ve içeceklerin raf ömrünü uzatan katkı maddelerine ihtiyacı var. Raf ömrünü uzatan katkı maddeleri ise bizim ömrümüzü kısaltıyor. Bir tarafta dünyayı yöneten dev bir sanayi var, diğer tarafta ise konu mankeni insanlar alemi... En kolay yol, katkı maddelerini değil insanların kullandığı tuzu yasaklamak. Ne yapalım gücümüz buna yetiyor. Sonuç olarak; leblebi gibi hapı yutmaya devam edeceğiz. 

 

Çocukları kim koruyacak ? 

 

• İngiltere’de her 3 çocuktan biri şişman. ABD'de çocuklarda şişmanlık oranı, 1978-2004 yılları arasında 3 kattan fazla arttı. Araştırmalara göre bugünün çocukları, anne ve babalarına göre daha sağlıksız ve daha az yaşayan ilk kuşak olacak. Sebep çok açık; reklam bombardımanı sonucu çocuk ve gençler sağlığa zararlı gıdalara bağımlı oluyor. Chicago Üniversitesi  araştırma ekibi, hedef kitlesi çocuk ve gençler olan yüzbin reklamı sağlık açısından inceledi. Bu araştırma sonucunda, çocuklara hitabeden reklamlardaki ürünlerin yüzde 98'inin yağ, tuz ve şeker yükü olduğu, gençlere hitabeden reklamlardaki ürünlerin ise yüzde 90'ının besin değerinin düşük olduğu ortaya çıktı. 

 

• Hipertansiyon, karaciğer yağlanması, safra kesesi taşı, şeker hastalığı, eklem - iskelet sorunları, uykuda solunum durması... Erişkinlerde rastlanan bu hastalıklar, giderek artan oranlarda çocuklarda görülüyor. Nedeni şişmanlık. Çocuklarda görülen şişmanlığın sosyal ortamının okul olduğu anlaşıldı. Dünya alarma geçti. Bir çok ülke, okullarında gazoz ve şekerleme satışlarını yasaklamaya başladı. 

 

• Halkının sağlığını önemseyen ülkelerde olduğu gibi, sağlığa zararlı gıdaları yasaklamak, reklamları filtrelemek ve masum yavrularımızı korumak, biz de mümkün değil! Bunları tüketenler ‘elimde değil bağımlıyım’ diye sızlanırken, bunları yasaklaması gereken sağır dilsizler ‘elimde değil’ bile diyemiyor. Herkes topu başkasına atıyor. Bizim elimizde olmayan her şey, her nasılsa gizli eller de oluveriyor. 

• Sağlığımızı zehirleyen baskılara karşı çocuklarımızı koruyacak kimse yok mu? Hipertansiyon, obesite, şeker hastalığı, metabolik sendrom, kalp ve damar hastalığı tavan yaptı. Sömürge ülkelerde bile yasaklanan sağlığa zararlı maddelere karşı çocuklarımızı nasıl koruyabiliriz? Anaokulundan üniversitelere kadar milyonlarca öğrencinin sağlıklı beslenmesi için okul kantini ve büfelerde sağlığa zararlı şeyler yerine, yararlı besinleri bulundurmak çok mu zor? Meyve cenneti olan ülkemizde taze meyve tüketimini özendirmek için ne yapmak lazım? Hünerli reklamcılarımız bu konuya el atsa nasıl olur? Kalori yükü ıvır zıvırla ve asitli içeceklerle çocuklarımızı zehirlemenin vebali kime ait?

Sağlığı kim koruyacak ?

Bu savaşta kıt kaynaklarımızı akıl dışı tüketmek yerine sağlığımızı nasıl koruyabilir, canımızı nasıl kurtarabiliriz? Suni gündemler peşinde sürüklenen ülkemizde yitip giden canların çığlığını nasıl duyurabiliriz? İçinde yaşadığımız akvaryumu hastalık üreten bataklığa çeviren her çeşit kirlenme, felaketlerin asıl nedeni. Akvaryumu kirleten kanalları bilmeden ve bunları temizleyen akıllı filtreler takmadan sağlıklı bir hayata geçmek mümkün değil. Bu bilim ve akıl oyununu, ithal askerlerle ve yenik düşenlerin yöntemleriyle kazanamayız. Yaşam tarzı denilen sinsi düşmanın saldırıları karşısında hastalıkları önleyecek, bizi koruyacak akademik bir beyin olmadan sağlıklı yaşamak hayal. Bu savaşı yönetecek Sağlıklı Yaşam Akademisi acilen kurulmalıdır.

• Ulusal felakete yol açabilecek biyolojik teröre karşı Ulusal aşı ve ilaç merkezi kurmalıyız. Çünkü sorun milli güvenlik sorunu, çözümü de bilim ve akıl oyunudur. Yüzlerce üniversitesi ve binlerce nitelikli bilim adamı olan dünyanın 16. büyük ekonomik gücü Türkiye’ye yakışan budur. Bu amaçla TÜBİTAK, gerekli bilim ve teknoloji transferi için, bilim ve iş dünyası arasındaki organizasyonu yapmalıdır. Milyonlarca insanın ölümüne yol açabilecek salgın halinde hiçbir ülkenin kendi halkına bile yetecek aşıyı zamanında üretecek kapasitesi olmadığına göre, aşısız kalacağız demektir. Böyle bir felaket karşısında soykırım yasasını dayatan bu ülkelerden aşı dilenmenin yararı olmayacaktır. Kriz ortamında kıvranırken her yıl aşı için yabancılara kaptırdığımız milyarlarca doların çok az bir kısmıyla can güvenliğimiz için zorunlu olan Ulusal aşı ve ilaç merkezini acilen kurmalıyız.

• Bu sağlık savaşında kanser, diyabet, hipertansiyon, kalp damar hastalıkları gibi takip ve  tedavisi son derece pahalı ve zor olan hastalıkların önlenmesi için, Sosyal Güvenlik Kurumunun ülke çapında yapılacak kampanya ve bilimsel araştırmalara destek vermesi ve hatta bunları kendisinin düzenlemesi gerekiyor. Özellikle kalp, böbrek, karaciğer nakline götüren hastalıkların önlenmesi hem daha kolay hem de daha ucuz ve mantıklı değil mi? Medyamız ise yüzbinlerce dolar tutan kalp, karaciğer, böbrek nakline gösterdiği ilgiyi, birazda sağlığı korumaya ve hastalıkları önlemeye gösterse daha yararlı olmaz mı? Neden hep zor ve pahalı işler peşinde koşuyoruz? 

• Sigara lobileri milyarlarca dolar harcayıp sigara yasağını engellemeye çalışırken, yüzmilyarlarca doları yıllardır hastalık ve ilaç faturası olarak ödemekten sarsılan sosyal güvenlik kuruluşlarının, sağlığı korumak ve hastalıkları önlemek için her çeşit kampanya ve lobi faaliyetini bizzat düzenlemesi gerekiyor. Sigara ve benzeri zararlı maddelerden en büyük zararı gören kim? Sağlık harcamalarının önlenemez artışı yüzünden sosyal güvenlik çökme sinyalleri veriyor. Son 30 yıldır kıt kaynaklarımızı ecnebilerin nasihat ve planlarına göre akıl ve bilim dışı kullanmak yerine, sağlığı koruma ve hastalıkları önleme amacıyla kullansaydık, her yıl gittikçe artan hasta istilası altında olmayacaktık. Hastalık üreten bataklığı kurutsaydık, bugün daha sağlıklı bir toplum olmuştuk. 

 

Her gün yenisi açılan zincir hastaneler, pahalı teknolojik gelişmeler, giderek artan ilaç faturaları ve ithal doktorlar derde şifa olmuyor. Hasta sayısı ve kayıplarımız giderek artıyor. Artan sağlık harcamaları yüzünden sosyal güvenlikteki kara delik giderek büyüyor. Kedinin kuyruğu ile oynadığı gibi sağlık ve hayatımıza geçirilen çuval içinde debelenip duruyoruz. Sivrisinek bulutlarından bataklığı göremiyoruz. Sebeplerle değil bunların sonucu olan hastalıklarla uğraşan bu yolun sonu hastalık üreten bataklığın büyümesi ve toplumu yutmasıdır. Hastalıkları önleyerek sağlığı koruyan sisteme geçmeli ve bu sisteme prim vermeliyiz. Başka çözüm yok! 

 

Hangi İstiklal var ki, ecnebilerin nasihat ve planlarıyla yükselebilsin.    

ATATÜRK 6 Mart 1922, TBMM    

 

Kaynaklar  

1.  www.kemalyesilcimen.com  

2.  Yeşilçimen K: Hastalık Üreten Yaşam Tarzımız Nasıl Değişir. Hayy kitap 8. Baskı, 2008

3.  Düşünceleriyle Atatürk, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu TTK Yay. XVI. Dizi, sayı 43 Ankara, 1991

4.  Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1989, 4. baskı. Cilt 1

5.  Türkiye’de verem hızla artıyor. 20.12.2005 http://www.ntvmsnbc.com/news/354561.asp - 16k

6.  Şeker S., Korkut A.: Tehlikeli Oyuncak : Cep telefonu. Hayykitap. 2005 olacak

7.  Doktor bir, hasta bin! NTV: 14:28 tsi 26 Mart 2006http://www.ntvmsnbc.com/news/366644.asp

8.  Yılmaz  N: Neden GDO'ya hayır!, Kızılcık   Dergisi. T.Ü.Gıda Mühendisliği, Mayıs-Haziran 2006

9.  Ersanel N: Kitlesel katliamın virütik öyküsü www.iyibilgi.com/index.php?s=yazi&id=3788 - 57k –

10. Öldüren gıdaları deşifre etti, işinden oldu! www.iyibilgi.com/index.php?s=dosya&konu=16&id=5898

11. Capital dergisi: Sağlık yatırımları. Temmuz 2007, s:126-130

12. Soframızda radyasyonlu çatal var. Hürriyet 14 nisan 2006 S:24

13. Dilovası boşaltılıyor. Hürriyet, 2 temmuz 2006, s:16

 

TÜM YAZILAR İÇİN ALTTAKİ KUTUYU TIKLAYINIZ 

 

 



Bu yazı 3,083 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,382 µs