En Sıcak Konular

Dr.<br />Kemal Yeşilçimen


Dr.
Kemal Yeşilçimen
22 Haziran 2015

BUĞDAY HAKKINDA KORKUNÇ İDDİA



Fitoterapi uzmanı Dr. Ümit Aktaş, pek çok hastalığın sorumlusunun genetiği değiştirilmiş buğday olduğunu belirterek ‘Eğer hemen önlem alınmazsa 30 sene sonra bebeklere altın yerine insülin kalemi takılacak’ ifadelerini kullandı.

Fitoterapi uzmanı Dr. Ümit Aktaş’ın genetiği değiştirilmiş buğday ile ilgili açıklamaları şöyle:

- Niye buğday yememeliyiz?

– Çünkü genetiği değiştirilmiş bir üründür buğday. 1943’te başağın verimini arttırmak ve sapını kalınlaştırmak için yapılan müdahalelerle bugün dünyaya yayılan buğday tohumu ortaya çıktı.

Bu tohumla ilgili GDO patenti falan aramayın, çünkü tüm bu işler 1940’lı yıllarda yapıldı, o yıllarda dünyada GDO diye bir kavram yoktu, ilk patentin alınmasına daha 40 yıl vardı.

Çağımızın biyolojik silahı buğday. Sapı kalınlaştırıp kısaltmayı başaran Dr. Norman Borlaug , Minnesota Üniversitesi’nde çalışan bir genetikçiydi zaten.

BUĞDAYIN GENLERİ DEĞİŞTİRİLENE KADAR ÇÖLYAK DİYE BİR HASTALIK YOKTU

1970 yılında Nobel ödülü aldı. Tüm bu çalışmalar yapılırken meydana getirilen buğdayın insan sağlığı üzerine etkileri araştırılmadı. Sonuç neydi? Çölyak hastalığı ilk defa 1953’te tanımlandı, buğdayın genleri değiştirilene kadar Çölyak diye bir hastalık yoktu.

Yani ilkel buğdayın içindeki gluten, hastalık falan yapmıyordu. 1980’li yıllarda tam buğdaylı ürünlerin yoğun şekilde tavsiye edilmesiyle Çölyak, Diyabet ve obezitede patlama yaşandı: Çölyak çocuklarda 11 kat arttı.

Tüm toplumda diyabet dört kat, obezite üç kat arttı. Genetiği değiştirilmiş buğdayın insan sağlığına zararları ile ilgili yayın aramayın, bulamazsınız. Bugünkü bilimsel yayın “pazarında” buna kimse izin vermez.

Bugün GDO için bu kadar çalışma yapılırken, dünyanın en yaygın tüketilen gıdasıyla ilgili neredeyse hiç çalışma yapılmaması, size de tuhaf gelmiyor mu?

Bu kadar büyük bir pazar için neden kimse çalışmıyor? Çünkü zaten yapılacak olan yapıldı, ekstra mesai harcamıyorlar.

- “Önce insanları hasta edip sonra ilaç veriyorlar” diyorsunuz…

– Aynen. Diabeti ve obeziteyi engellemek için Amerikalıların oluşturduğu besin piramidi ve beslenme düzeni tam tahıllı ürünler önerir. İki saatte bir beslenilmesi gerektiğini söyler.

Oysa iki saatte insanı acıktıran bir besin önermese bu öneriye de gerek yok. “Ekmek yemezsen kaslarını yersin” diyor diyetisyenler. Bunun hiçbir bilimsel dayanağı yok. Külliyen yalan. İki saatte bir yemek yiyen herkes obez olur.

- Sizce nasıl beslenmeliyiz?

– Her konuda olduğu gibi bu konuda da denge önemli. Kimi insan dört bardak suya ihtiyaç duyar. Kimi dört litre. Bedeninizi dinleyin, gözleyin. İdrar renginiz açıksa yeterli miktarda su içiyorsunuz demektir.

Mutfak alışverişi yaparken doğal ürünler tercih edin. “Light” tamamen ticari bir kavram. Doğal ürünlerden ölçülü tüketilmeli. Ekmeğin her türü, makarna, pilav kesinlikle yenmemeli.

Eğer sağlıklıysanız ve canınız çok ekmek yemek istiyorsa siyez buğdayından yapılan ekmek yiyebilirsiniz bir dilim. Yağdan uzak durmayın ama ölçülü tüketin. Günde bir tane mevsim meyvesi yiyebilirsiniz.

Ara öğün olarak çiğ kuruyemiş tavsiye ediyorum. İki saatte bir yemek yenmesini kesinlikle önermiyorum. Zaten kim durmadan yemek yiyebilir ki? Ben günde iki öğün yiyorum.

BEBEKLERE ALTIN DEĞİL İNSÜLİN KALEMİ TAKACAĞIZ

Genetiği değiştirilmiş ürünler diabeti artırıyor. Türkiye’de 1998-2010 yılları arasında diabet görülme sıklığı yüzde 7.2’den yüzde 13.2’ye çıktı. Bugün 10 milyon diabet hastası var. Böyle devam ederse 30 yıl içinde Türkiye’nin tamamı diabet olacak. Doğan çocuklara altın yerine insülin kalemi takacağız.

Kaynak: http://www.dogruhaber.com.tr/haber/176043-bugday-icin-korkunc-iddia/

SAĞLIK SAVAŞI

Doç. Dr. Kemal Yeşilçimen

Savaşların amacı nedir? Kaynakları ele geçirmek ve bunu sürdürecek yaşam tarzını dayatmak. Kaynaklar çok çeşitli : Başta insan olmak üzere doğal, ekonomik, yeraltı, yerüstü, zihinsel, sosyal, kültürel aklınıza ne gelirse… İster kanlı, ister kansız yöntemler kullanılsın amaç millet ve ülkelere boyun eğdirmek: 'Yaşam tarzını değiştir, benim istediğim gibi ol'  Eski çağlarda insanların yaşam tarzı savaşla değişirdi. Bu amaçla uzun ve kanlı savaşlar yapılır, işgal edilen yerlerde sömürge düzenini zorla sürdürecek yeni yaşam tarzı zorla dikte edilirdi. Buna rağmen insanlar bir süre sonra baskı ve zulme karşı mücadele ederek kendi özüne dönerlerdi. Savaşların büyük kayıplara yol açtığı tarihsel bir gerçek. ABD'nin Irak'taki kaybı trilyonlarca dolar, imajı ise bozuldu.

Şimdi artık bir tek kurşun atmadan, kanlı savaşların risklerine girmeden ülkeler kolayca kontrol ediliyor. İnsanların yaşam tarzını şekillendiren bu savaş hiçbir sınır tanımadan sessiz ve derinden devam ediyor.  Üstelik savaş bile ilan etmeden hayatı kolaylaştırma, barış, insanlık, demokrasi, uygarlık, modern yaşam maskesi altında, toplumlar gönüllü kölelere dönüşüyor. Eski görüşler, eski inanışlar değişirken modern yaşam tarzı yeni gözlüğümüz oluyor. Artık dünyayı bu gözlüğün gösterdiği şekilde algılıyoruz. Toplumlar, empoze edildiği şekilde düşünüyor ve yaşamaya başlıyor. Yaşam tarzı işte böyle değişiyor. Güle oynaya yapılan bu sinsi ve karanlık savaşın hedefi; bilinçaltı kurgulama ile özgürlüklerin sessizce yok edildiği  bağımlı bir dünya. Yani, küresel iplerle yönetilen kuklalar alemi. Kanlı savaşlarla bu hedefe ulaşmak mümkün mü? Klasik savaşlar direnme refleksine yol açtığı için özgürlük kaçınılmaz.

HASTALIK SAVAŞI

II. Dünya savaşı sonunda kurulan bu küresel sömürü düzeni, sömürüyü ebedileştirmek amacıyla hastalık üreten küresel yaşam tarzını dayatan yöntemlerle desteklendi. Buğdayın değiştirilmesi ve GDO bunlardan sadece birisi. Son 50 yıldır sömürüyü kolaylaştıran yeni savaş yöntemleri eklendi ama hiçbirinden haberimiz yok. Savaşın hala klasik ordularla yapıldığını zannediyoruz. Bu anlayışla, patlama yapan hastalıklar yüzünden yarın eli silah tutacak kimse kalmayacak göremiyoruz. Medyanın kullanıldığı zihinsel savaş yöntemi hem hasta etmek, hem bütün değerleri yok etmek ve hem de toplumları uyutmak konusunda çok başarılı. Reklamlarla hastalık üreten yaşam tarzını beyinlere yüklemek, beslenme alışkanlıklarıyla toplumları hasta etmek artık çok kolay. İki cihan harbinin doğurduğu açlık ve kıtlıktan sonra insanları sağlıksız gıdalarla şişmanlatmak ve hasta etmek zor olmadı. Diyabet, hipertansiyon, kalp ve damar hastalıkları, kanser ve bir sürü hastalık salgını, işte bu hastalık savaşının doğal sonucu. Chicago Üniversitesi, yüzbin reklamı inceledi: Reklamı yapılan gıdaların % 98'i yağ, tuz ve şeker yükü, % 90'ı ise besin değeri düşük bulundu. Bu yüzden ABD'de çocuk obezite oranı 1978-2004 yılları arasında 3 kat arttı.

Çevre kirliliği, gıda üzerine oynanan oyunlar, fastfood, kola, içki, sigara, katkı maddeleri, hormonlar, kimyasal zehirler, tarım ilaçları, GDO ve daha niceleri hastalık patlamasına ve petrolden bile zengin yeni bir sektörün doğmasına yol açtı : Sağlık sektörü günümüzde uğruna kanlı savaşların yapıldığı petrol sektörünün bile önüne geçmiş bulunuyor. Hastalık patlaması başka bir işe daha yarıyor. Hastalıklı toplumlar üretemiyor ve ilaçtan aşıya, Emardan Tomografiye başkalarına muhtaç sömürge oluyor. Teşhis ve tedavi etme numarasıyla ülkelerin kaynakları emme-basma tulumbayla soyulurken ülkeler yavaşca modern sömürgelere dönüşüyor.

Ülkelerin kaynakları ilaç, pahalı teknoloji ve tüketime harcanıyor. Geriye kalan az miktar paranın paylaşımı ise kavgaya yol açıyor. Halbuki sorun, küresel teknolojik sömürüden kaynaklanıyor. Gelişmekte olan ülkeler masalıyla bizim gibi ülkeler uyutuluyor, tatlı bir pazara dönüşüyor. Hem de aydın ve bilim dünyasını kullanarak. Onlarda bir şekilde payını alıyor. En hayati aşıları ve Penisilini bile şimdilik üretmekten aciz durumdayız. 2 yıl önce penadur yoktu ithal bile edemedik. Ama EMAR çekiminde dünya şampiyonuyuz.

ABD'de her yıl 300.000 kişi şişmanlık nedeniyle ameliyat olurken, bilim dünyamız ameliyatlar bizde niye az yapılıyor diye üzülüyor. Binbir çeşit diyetler, zayıflama ilaçları ve merkezleri, bitkisel numaralar, uzmanlar… Modern tıbbı ne kadar güzel özetliyor. Şişmanları öğütüp paraya çevirirken GDO'lu mısır şekeri, fastfood, kolalı içecekler ve alkol sağlık ve hayatımızı çökertiyor kimsenin umurunda değil. Hangisini önlemek kolay? Bu sağlık düşmanlarını mı yoksa diyabeti, şişmanlığı, hipertansiyonu ve bunlara bağlı bir düzine hastalığı mı? Her yıl milyarlarca doları hastalıkları önleyemeyen bilim dünyamız yüzünden hastalıktan beslenen canavara hediye ediyoruz. Artan hekim sayısının tarihi seyri hastalık savaşının şiddetini çok güzel özetliyor : 1923 yılı hekim sayısı : 554, 1960 yılı hekim sayısı : 9826 , 2013 yılı hekim sayısı : 130.000, 2023 yılı hedefi : 300.000, 100.000 doktor ithal edilecek. Sağlığa harcadığımız para ise Sosyal Güvenlik Kurumu 2011 verilerine göre, son 9 yılda 8 kat artarken hastalıklar azalacağına hızla arttı.

Önce hasta et sonra cebini boşalt. Yaşam tarzı bizim bilinçli tercihimiz değil, küresel planın eseri. Reklam ve medya dünyası, irademizi önce bağımlı hale getiriyor, sonra da yaşam koçları, diyetisyenler, doktorlar, çeşit çeşit uzmanlar göstermelik özgürlük formüllerini parayla satıyor. Önce bağımlı hayatın modern köleleri oluyoruz, sonra da parası olanlara kısmi özgürlük veriliyor. Parası olanlar için yüzme havuzları, tenis kortları, koşu bantları, organik gıdalar, damacana sular, duvarlar arkasında lüks yaşam. Sinsice çağdaş köleliye dönüşen fakir veya zengin hayatın kontrolü piyasa tanrısının vicdansız kurallarına geçiyor. En küçük ayrıntısına kadar planlanan böyle bir dünyada biz kimin hayatını yaşıyoruz? Kaybolan bizim hayatımız nerede?

Buğdaydan fastfooda, koladan GDO’ya, içkiden sigaraya bizi hasta eden bir sürü risk faktörünün silah olarak kullanıldığı bu hastalık savaşında sadece sigarayı anlatarak konuyu kapatalım.

BU YÜZYIL BİR MİLYAR KİŞİ SİGARADAN ÖLECEK

Dünya Akciğer Vakfı, mevcut eğilimin sürmesi halinde bu yüzyılda 1 milyar kişinin sigara içmesi ya da sigara dumanı yüzünden hayatını kaybedeceğini bildirdi.  Vakıf, sadece 2013 yılında 6 milyondan fazla kişinin tütün kullanımının yol açtığı hastalıklar yüzünden öldüğünü açıkladı. Tütün şirketlerinin iki yıl önceki toplam kârı ise 44 milyar dolardan fazla. Bu noktanın altını çizen vakıf, tütün endüstrisinin ürünleri nedeniyle ölen her kişiden 7 bin dolar kâr ettiğine dikkat çekiyor. Son 10 yılda sigaraya harcadığımız para 230 milyar TL. Kaçak sigara ve alkol bu rakama dahil değil. Her yıl hastalıklara harcanan para ise 60 milyar dolar. Ülkemizde ölüm ve hastalıkların yüzde 86'sı önlenebilir ama önlenmiyor. Dünyada moda olan küresel sağlık anlayışı yüzünden hasta oluyor ve güya tedavi oluyoruz ama hasta olmadan sağlıklı yaşamak kimsenin  aklına gelmiyor. Çünkü beyinler esir alınmış düşünemiyor.

Dünyada kalp hastalığı, beyin kanaması ve yüksek tansiyon gibi kronik hastalıkların yol açtığı erken yaştaki ölümlerde; tütün kullanımı, önlenebilir etmenlerin başında yer alıyor ama önleyemiyoruz. Nedeni basit : Küresel baskıya direnemiyoruz. Bu yüzden sağlık ve hayatımızı ve son 30 yılda trilyonlarca doları, hastalık canavarına kurban veriyoruz. Çünkü gücümüz yetmiyor.  'Bu sigara halkımızı öldürüyor ve hasta ediyor, bu yüzden yasaklıyoruz' diyemiyoruz. Hadi söyleyin bakalım, başınıza neler geliyor. Radikal önlem alan ülkelerde iç savaş bile çıkartırlar.   

Bu yüzden sigara içindeki katkı maddelerini azaltın diye adeta yalvarıyoruz. Aynı kıvırtmayı hipertansiyon ve kalp hastalıklarını önlemek için yapılan tuz mücadelesinde de görüyoruz. Paket ürünler içindeki tuzu yani sodyumlu katkı maddelerini yasaklamaya gücümüz yetmediği için, halkın sofrasındaki tuzluğu alıyoruz. Hani özgürlük, hani seçme hakkı? Sigara, alkol, katkı maddeleri, tarım ilaçları, zararlı kimyasallar, GDO, mısır şekeri, fastfood, kola … Küresel amcalara yaptırım yok mu?

Sağlık Bakanlığı ile Başkent Üniversitesinin 2005 te yayınlanan ortak araştırmasında ; 250 bin kişi tarandı; Türkiye'nin hastalık haritası çıkarıldı. Ölen 430 bin kişiden %86'sının, yaşam tarzını değiştirmediği için pisipisine öldüğü açığa çıktı. Yaşam tarzı değişse, milyonlarca insan hayatta olacaktı. Hesaplayın bakalım 10 yılda ölen milyonları. Sağlığa dikkat edilse ölümlerin %86'sı önlenebilecekti. Önlenebilir demek, önlenmiyor demek.

Pisipisine ölmek sözlükte : Niyazi olmak. 'Ölürsek şehidiz kalırsak gazi' anlayışı, yerini 'ne şehittir ne gazi pisi pisine gitti Niyazi' anlayışına bıraktı. Malum, Osmanlıda halkın 2 görevi vardı. Mehter marşından hatırlayın : Ölürsek şehidiz kalırsak gazi, haydi aslanlar düşman üstüne. Buna Cumhuriyette üçüncüsü eklendi. Önlenebilir nedenlerden Niyazi oluyoruz. Sigara içimi azalırken ölümler artıyor, neden?

Anayasanın 58. maddesi çok açık bir şekilde devleti yöneten iktidara çok önemli bir görev veriyor : "Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır" Devlet önlem almak istiyor ama, hastalık ve kötülük lobisi, 'özgürlük, insan hakları, serbest ticaret, serbest piyasa' diye taş koyuyor. Küresel katil sigara 21. yüzyılda bir milyar insanın canına kıyacak. Bizim gibi ülkeler, fincancı katırlarını ürkütmemek için sesini fazla çıkarmıyor, sağlık ve hayatımızı hastalık lobisinin vicdanına bırakıyor. Peki dünyanın yöneticileri, insan haklarının hızlı savunucuları ne yapıyor? Nerdesin BM, NATO, küresel mahkemeler, insan hakları... Terör diye yırtınanlar, bu terör değil mi? Yoksa bir milyar insanın ölümü sizi kesmedi mi?  Daha mı çok insanın ölmesi gerekli. Yoksa bu nüfus planlaması mı? Bu insanlar önce kalp damar ve akciğer hastası olacak sonrada kanser, sonra da acı içinde ölecek. Bu rakam atmasyon değil bilimsel öngörü. Trilyonlarca dolarlık hastalık harcaması ise ülkeleri ve insanları çökertecek. Nerdesiniz?

SEBEPLERİ ÖNLEMEDEN SONUÇLARI ÖNLEYEMEYİZ

Hastalıkları önleme ve sağlığı koruma yani yaşadığımız akvaryumu temiz tutma devletin görevidir. Bilim; sebep sonuç ilişkisi kuran disiplinin adı ise, sebepleri ortadan kaldırmadan kötü sonuçları önleyemeyiz. Toplumu hasta etmek veya hasta eden riskleri göze almak özgürlük değildir. Hasta olma hakkı diye bir hak yoktur. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı ve özgürlüğü vardır. Sağlıklı bir çevrede yaşama ve sağlık insan hakkı ise, bu hakkı gasp edenlere karşı resmen savaş açmalıyız. Çünkü insan haklarının ihlali sivil toplumun ve devletin çok ciddi müdahalesini gerektirir. Bizi hasta edenleri ve bu ortama göz yumanları affedemeyiz. Aksi halde önlem alınmadığı için pisipisine ölen ve hastalanan milyonların hesabını veremeyiz.

Bilim dünyası, koyunlara kalp hızına duyarlı çip takmış, vahşi hayvan görünce korkudan kalp hızı artıyor, çobanına kurtar beni baba diye mesaj atıyor. Tehlike anında kalp hızı arttığında takılan çiple otomatik olarak çobanına mesaj atarak koyunları bile koruyan dünyada, insanımızı koruyan bir sistemi kurmak zorundayız. Fırat kenarındaki koyundan bile Hz. Ömer'i sorumlu tutan inancımız, insanı koruyan bu sistemi kurmayı emrediyor.

KAYNAKLAR

1.
Yeşilçimen K: Hastalık Üreten Yaşam Tarzımız Nasıl Değişir. Hayy kitap

2. Yılda 372 bin kişi pisi pisine ölüyor.

3. Böbrek hastalığında dünya şampiyonuyuz.

4.
Erişkin diyabetli sayısı 1990'da 1 milyon. TKD Arşiv 2000; 28: 20-26.

5. Kalp krizi ölümlerinde Avrupa'nın zirvesindeyiz.

6. Vasküler risk çalışmasının sonuçları açıklandı.

7. Türk Kardiyoloji Derneği Ulusal kalp sağlığı raporu – 2007

8. 'Happy' kalp yetmezliği araştırması.

9.
Yapay kalbin trilyonlık faturasını devlet ödeyecek.

10. TURDEP-1 ve TURDEP-2 (2010) HEM BEL HEM KALÇA BÜYÜYOR.

11. Türkiye'de şişmanlık ve diyabet alarmı!

12. Hastalıkların maliyeti 47 trilyon doları bulacak

13. Sigaraya yılda 15 milyar dolar harcıyoruz.

14. SAĞLIK HARCAMALARI 9 YILDA 8 KAT ARTTI.

15. Sağlık Harcamaları 127 Trilyon Dolara Çıkacak

16. 230 milyar lira ''duman'' oldu. 

17. KAÇAK SİGARA TERÖRÜ FİNANSE EDİYOR.

18. Kanada'da 58 milyarlık Sigara Davası

 

İLGİLİ YAZILAR :

 GIDA GÜVENLİĞİ

Güneş gazetesinde Ömer Özkaya’ nın yazısı:

Dünya üzerinde egemen olmak isteyen bir güç, başta enerji olmak üzere, hammaddeleri ve özellikle tarım ürünlerini kontrol etmek zorundadır.

AB’de otlaktaki her bir inek, vergi mükelleflerine günde 2.5 euroya mal oluyor. AB nüfusu içinde geçimini tarımdan sağlayanların oranı yüzde 3’ü bulmazken, AB bütçesinin tam yarısı, tarım sübvansiyonlarına gidiyor. Yoksul ülkelerdeki çiftçiler, AB’nin bu cömert teşviklerinden yararlanan Avrupalı çiftçilerle rekabet edebilecek durumda değil. Bunun sonucunda sanayi ülkelerinden yapılan ihracat, yerli tarımı öldürüyor, bu da yoksul bölgelerde açlığa ve dünya çapında istihdam kaybına yol açıyor.

Hâlihazırda Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri, gıda ihtiyacının yüzde 50’sinden fazlasını yurtdışından karşılıyor. Şüphesiz tarım ürünlerini ithal etmek de mümkündür, ama bunun güvenliği ve ekonomik kriz dönemlerinde sağlanabilirliği, sorun teşkil eder. Gıda güvenliği, temelde ekilebilir arazilerin korunmasına dayanır.  Avrupa Parlamentosu Tarım Komitesi Başkanı Paolo di Castro’ya göre “Yiyecek piyasasında 50 yıl süren bolluk ve istikrar sona erdi, kıtlık devri başladı. Gıda güvenliği yeni binyılın esas sorunu olacak.”

Diğer yandan mevcut beslenme modeli ve tüketim kültürüyle, küresel açlığın üstesinden gelmek neredeyse imkansızdır.

Gıda güvenliği, toplumsal istikrarın korunması için önemli bir unsurdur. Terör ve kargaşa, en müreffeh bir devlete dahi, en fazla üç öğün yemek uzaklığındadır. Tunus ve Mısır’daki halk öfkesinin yakıtı, gıda krizi olmuştur. 15-16 milyonluk İstanbul’da ekmek fabrikalarının neredeyse tamamı, elektrikle çalışmaktadır, şehirde 1-2 gün sürecek bir elektrik kesintisi, kaos ve yağmayla sonuçlanabilir. Bazı şeylerin yokluğunun yapacağı tahribat, o şeyin maddi değerinin binlerce kat üzerinde olabilir. Ekmek, sadece 1 Lira’dır ama onun yokluğunun yaratacağı tahribat, 1 Lira’lık olmaz.

Bazı işletmelerin daha fazla kar için, hukuku ve ahlakı göz ardı ederek sahte, kalitesiz ve zararlı gıda ürünleri üretme ve pazarlamada bulunması kaçınılmazdır. Bir devletin en temel varlığı, hazinesindeki para ya da madenleri değil, beşeri potansiyelidir. Bu sebeple bir ülkede dolaşan enformasyon kadar, o ülke halkının ne yediği de aslında bir milli güvenlik meselesidir. Dolayısıyla toplumun ne yediği, pazarın insafına terkedilemez, çünkü pazarın da bir aklı vardır. Kur’an-ı Kerim, Abese Suresi – 24: “İnsan ne yediğine bir baksın…”

Genetiği değiştirilmiş gıda; gıda tedarikimizi dünya çapında denetimleri altına almak, gıdayı tamamen genetik mühendisliği ürünü haline getirmek ve bunu, dostlarını ödüllendirip, düşmanlarını cezalandırmak üzere bir silah olarak kullanmak için yapılan şeytansı bir plandır.
Dünya ekonomisinin lideri ülkelerin gözü şimdi yoksul ülkelerin tarım arazilerinde. Geçmişte sanayi ve petrol alanında büyük yatırımlar yapan bu ülkeler/şirketler, şimdi yatırımlarının yönünü verimli tarım arazilerine çevirdi. Gıdanın bir spekülasyon ve savaş aracı haline geliyor olması, mücadelenin giderek daha da acımasızlaşacağını göstermekte.
Ambarda tahıl yoksa, hangardaki uçak hiç bir şey ifade etmez.

Kaynak: http://qoshe.com/gunes/omer-ozkaya/gida-guvenligi/312950

İLGİLİ YAZILAR

DİKKAT ! ABD TAMAMEN YASAKLADI

Neva ÇİFTÇİOĞLU BANES / HT GAZETE

Geçen hafta Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) çok önemli bir adım atarak Amerika’da hazır yiyeceklerde (birazdan ne olduğunu özetleyeceğim) trans yağ kullanımını tamamen yasakladı. Altını çiziyorum: “TAMAMEN.” 2018 yılından itibaren ise raflardaki yiyeceklerin zaman zaman test edileceği, sonuç pozitif çıktığı zaman ürünlerin derhal piyasadan toplatılacağı açıklandı.


Özellikle Amerikan Kardiyoloji Derneği, yiyecek üreten fabrikalara, “İnsanları bile bile bu yiyeceklerle hasta etmeye son verin” baskılarını son yıllarda (özellikle legal yollarla) artırınca böylesi çok önemli bir karara adım atmak zorunda kalındı. Üstelik bu girişimin milyarlarca dolarlık bir kayba sebep olacağı biline biline.

Böylece renkli reklamlarla ürünlerini halka tanıtan, “İşin gereği bu” diyerek her ürününe sağlığa zararlı kimyasalları pompalayan tüccarlar nihayet kendilerine çekidüzen vermek zorunda kalacaklar. Çünkü FDA, “Bu daha başlangıç; en kısa zamanda diğer sağlığı tehdit edici maddeleri de tek tek hazır yiyeceklerden uzaklaştıracağız” sözünü verdi.

Ardından Avrupa Kardiyoloji Derneği harekete geçerek aynı uygulamanın hemen Avrupa’da da gündeme getirilmesi için girişimlerde bulunmaya başladı. Ülkemizde de kardiyolog hekimlerimizin uyarılarıyla, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın girişimleriyle trans yağ oranını azaltma çalışmaları devam ediyor. Yaklaşık 5-6 yıldır bazı firmalar, ürünlerindeki formüllerden sentetik trans yağı düşürerek paketlerinin üzerine “Trans yağ yoktur” ibaresi yazmaya başladılar.

Umarım FDA’nın aldığı gibi sağlığı tehdit eden yiyeceklere katılan her türlü kimyasal madde için çok radikal kararlar bizde de alınır. Aksi takdirde bu “sessiz ve lezzetli katiller” yavaş yavaş hepimizin sağlığını tehdide devam edecek. Ta ki sizler “Boşver ya” demekten vazgeçinceye kadar.

TRANS YAĞ NE DEMEK? HANGİ YİYECEKLERDE VAR?

TRANS yağ, et ve tereyağı gibi hayvansal ürünlerde doğal olarak bulunan bir tür yağ çeşididir. Trans yağların zararı anlatılmaya çalışılırken bu doğal yağlardan söz edilmiyor. Sözü edilen, zararlı trans yağlar, yani doğal olmayanlar, laboratuvarda üretilenler.

Doğal sıvı bitki yağlarının, hidrojenasyon (hidrojen gazıyla muamele) yöntemiyle kimyasal yapısının değiştirilmesi olayıdır. Bu doğallıktan uzaklaştırılan yağların kullanılma sebebi, genelde yiyeceklerin bozulmadan uzun süre kalmasıdır. Anlayacağınız, mikroplar bile bu yağdan kaçmakta, bulunduğu yerde kolay kolay üreyememekte.

En çok patlamış mısır, cips, kızarmış patates, bisküvi, çikolata, sütsüz krema, meyveli kek, börek, donmuş yemekler, dondurma ve hazır soslarda kullanılıyor. Bu saydıklarımı “Ben bunları evde yapamam. İçinde ne tür yağ olursa olsun (sorgulamadan, doğal olanını aramadan) hazır olarak alıp tüketmeye devam edeceğim” diyorsanız birazdan sayacağım hastalıklara davetiye çıkarmış oluyorsunuz:

1. Kötü kolesterol (LDL) düzeyini artırarak damar sertliğini tetikliyor.

2. İyi kolesterol düzeyini düşürüyor.

3. Kanda trigliserit oranını yükseltiyor.

4. Şeker hastalığını başlatıyor.

5. Çeşitli kalp hastalıklarına sebep oluyor.

6. Omega 3 yağ asitlerinin işlevini bozuyor.

7. Hamilelikte bebek gelişimini engelliyor.

8. Alerjik reaksiyonları tetikliyor.

9. Hücrelerde mutasyona sebep olarak özellikle sindirim sistemi kanserlerini başlatıyor.

10. Obeziteye ve özellikle göbek bölgesinde yağlanmaya sebep oluyor.

Saydığım hastalıkların her geçen yıl üçe beşe katlanarak artışı tüm dünyanın dikkatini çekmekte. Bunların ana sebeplerinin başında, gerçekten de farkında olmadan yediğimiz doğallıktan uzak, kimyasıyla oynanmış yiyecekler geliyor. Nine ve dedelerimizin standart diyetlere uymayan yeme tarzlarına rağmen uzun seneler sağlıkla ve enerjiyle yaşamalarının en büyük sebebi, belki de tamamen doğal besinleri tercih etmeleridir. Bakalım bizim aklımız ne zaman başımıza gelecek.


YAZININ TAMAMI : http://www.haberturk.com/yazarlar/neva-ciftcioglu-banes/1093628-lezzetli-katil

ESKİ YAZILAR İÇİN ALTTAKİ KUTUYU TIKLAYINIZ 

 



Bu yazı 2,295 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 4 Mart 2024 NASIL ÖZGÜR OLURUZ ?
    • 13 Ekim 2023 GÜCÜ DOĞURAN TEKNOLOJİK AKILDIR
    • 27 Eylül 2023 ÇARE SİZSİNİZ 2008
    • 17 Temmuz 2023 NEDEN BÖYLEYİZ?
    • 20 Nisan 2023 GÜCÜN KAYNAĞI NEDİR? - 2016
    • 14 Şubat 2023 BİLİMDE KANITIN GÜCÜ
    • 8 Şubat 2023 SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUK KADER Mİ?
    • 4 Mayıs 2022 YAŞAM TARZIMIZ NEDEN DEĞİŞMELİ?
    • 12 Mart 2022 HEKİMLİK ÖLDÜ, YAŞASIN DOKTORLUK !
    • 11 Ekim 2021 TÜM SORUNLARIN ANASI
    • 10 Ekim 2021
    • 9 Ekim 2021 ASIL PANDEMİ BU !
    • 8 Ekim 2021 POSTMODERN SÖMÜRÜ
    • 7 Ekim 2021 EĞİTİM NASIL OLMALI?
    • 1 Ekim 2021 YÜZ YIL SONRA...
    • 20 Ağustos 2021 GERÇEK ÇÖZÜM BU
    • 11 Ağustos 2021 KÜRESEL SAVAŞI KİM KAZANACAK?
    • 10 Ağustos 2021 SOSYAL OLAYLARDA BİLİMSEL YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
    • 27 Haziran 2021 ASIL PANDEMİ BU
    • 6 Haziran 2021 ÇEVRE SAVAŞI

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,746 µs